ABDULLAH OĞLU OSMAN

 

    1580 lerde  Eğirdir’de Abdullah oğlu Osman adında bir tefeci vardı. Halkı kendine göre borçlandırmıştı. Bursa’ya kadar gitmiş, bir kadı ile işbirliği yaparak birçok  yolsuzluk yapmıştı. Sermayesi çok olduğu için İstanbul’a et sağlayacak bir celep   olarak    padişah tarafından çağrılmıştı.

 

 

ABDULLAH SİNAN

 

    Eğirdir’in eski halıcılarındandır. Hamamcızadelerdendir. Akın gazetesinin kurucusu Ali Sinan’ın babasıdır.

Şimdi torunu Abdullah Sinan babasının kurduğu Akın gazetesini devam ettirmektedir.

 

 

ABDÜRREZAK

 

    Eğirdirlidir. 1920 lerde Eğirdir köylerinde çetecilik yapmıştır.

Yakalanmış, Isparta hapishanesinde ölmüştür.

 

 

ABSARI

   

    Balkırı köyünün yaylasıdır. Eğirdir’de sağlıklı gürbüz gençlere “Absarı Tosunu” gibi derler. Sözün tam anlamını bulamadım.

Yalnız Çankırı yakınlarında Absarı sözüne rastladım. Orada “Absarı Göleti” adında bir yer var. Ayrıca Konya'nın Sarayönü ilçesinde de bir Absarı köyü vardır. Daha sonra şu bilgiye rasladım. Aristov'un  "Türk Halklarının Etnik Yapısı" kitabında Kırgızlar arasında "Absasar oymağı", Sibirya'da "Aksarı" boy adı olarak geçer. Bu boyların Absarı'yla benzerliği düşündürücüdür. 

 

 

ADA

 

     Irmak'la  (Bugünkü kanalla)  Boğazova'dan  geçip  gelen eski Çay'ın birleştiği çevreye denir. Bahçe Kültürleri İstasyonu köprüsünün batı dolaylarıdır.

 

 

ADADA  

   

    Sütçüler ilçesi Sağrak köyü sınırları  yakınlarındadır. Çok iyi korunmuş üç tapınak vardır. Sadece çatıları kalmamıştır. Agora, tiyatro, kilise, nekropol, sur kalıntıları görülebilir. Adada - Selge Roma dönemi yolu şehrin bitimiyle başlar. Psidia bölgesinin önemli antik şehirlerindendir.

    M.S. V–VI. Yüzyıllarda Hıristiyanlığın bölgede yayılmasında etkisi olmuştur. M.S.381 yılında İstanbul’da toplanan Konsül’e bir temsilci göndermiştir. 1875 lerde Alman bilgin G.Hirschfeld buranın Adada olduğunu tespit  etmiştir. Halk arasında buraya “Karabavlu”  ya da “Bavullu” denir. 

 

 

AĞA CAMİİ    

    

    Ağa mahallesindeki Ağa camisi toprak damlı mescit olarak 1412 yılında yapılmıştır. Yaptıranın adı Hızır Ağa’dır. Büyük ihtimalle zamanın Osmanlı yöneticisi olarak Şeyhülislam Berdai’yi Eğirdir’e davet eden bu kişidir. 1752 de cami olmuş, 1777de  İmamzade Hacı Osman tarafından minaresi yaptırılmış, üstü çatı yapılarak onarılmıştır. Bu konuda Ethem Kartal Gölsesi gazetesinde şu bilgileri vermektedir:

“Halk arasında Yukarı cami olarak anılır. Üzerindeki kitabeden  H.815 tarihinde Hacı Hızır Bingöl bey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.

    Duvarları çamur harçla örülmüş, yağmur ve zamanın etkilerinden korumak için sonraları kireç harçla derzlenmiştir. Bugüne kadar çok tamir görmüştür. 1940 larda iç sıvası yenilendi, tavanı ve kadınlara mahsus olan yerin kafes bölümü yağlıboya ile boyandı. Ispartalı Hattat Nuri Efendi tarafından İslamın dört halifesinin isimleri duvarlara yazıldı.

    Kuzey batısında çocukları okutmak için yapılmış bir odası vardır. Burada uzun yıllar sıbyan mektebi olarak alfabe, Kur’an, İlmihal, Tecvit dersleri okutuldu. Halen Kur’an öğretimi yapılmaktadır. Cami ikinci dünya savaşında askeri depo vazifesi görmüş, savaş bitince tekrar ibadete açılmıştır.”

 

 

AHİ PAŞA ZAVİYESİ

 

    Ahi Paşa zaviyesi ya da Seydim zaviyesi adı 1480 sonraki kayıtlarda geçer.

Daha sonraları bu zaviyenin çevresi  Seydim mahallesi  adını almıştır.

 

 

AHMİ

   

    Ahmi, seferberliğe katılanların hatırladığı bir isimdir. Herkes seferberlik için toplanınca Ahmi’yi de çağırmışlar. Ahmi’ye askere alındığı söylenince o da: “ Durun, anama danışıp geleyim. İzin verirse, gideyim.” demiş. Ahmi’yi salmışlar. Anasının yanına varmış. Olayı anlatmış. Anası da “Herkes gidiyorsa sen de git oğlum...” demiş. Şilte, yorgan, yastık hazırlayıp sırtına sarmış, göndermiş. Ahmi öylece seferberliğe katılmış.

    Ahmi’nin gittiğini çok kişi biliyor ama, nerede, ne olduğunu kimse bilmiyor.

 

AK EKMEK

 

     Birinci undan yapılmış beyaz çarşı ekmeğine denir. Ev ekmekleri kepekli undan yapıldığı için esmer olurlardı.O zamanlar beyaz çarşı ekmeğini ev ekmeğine katık ederdik.

 

 

AKANA

 

    Eğirdir’de saygıdeğer yaşlı kadınlara denir. Radlof’un Orta Asya incelemelerindeki tesbitine göre gökyüzünün üçüncü katında SÜT–AK–GÖL  VARDIR. Cennet ( AK ) burdadır. AK’lık burada kutsallaştırılmıştır. Onaltıncı katta oturan  Tanrı Kayra Kan’ın görevlendirdiği Ak Ülgön’ün yedi oğlu, dokuz kızı vardır. Oğullarının her birinin özel adı olmasına rağmen, kızlarının adı yoktur. Ak Ülgön’ün kızları “Akkızlar” diye geçer. İffetli kızlar anlamındadır.

    Bir başka kaynakta da “Ak Ana” Altay şamanlığının büyük dişi tanrısıdır. Kadir-i Mutlak Ülgen Ata  kainatı Ak Ana’dan aldığı kudret ve ilhamla yaratmış, doğruluk ve metaneti ondan öğrenmiştir. Eğirdirliler bu anlamlara dayalı olsa gerek akoğlum, akkızım, akbabam, akdayım şekillerinde ak kelimesini özellikle kullanırlar.

 

 

AKILLI GELİN TİPLEMESİ

 

    Yordamsız işleri anlatmak için Eğirdirliler bir Akıllı Gelin  tiplemesi yaratmışlardır. Olumsuz işler olduğu zaman, “ Akıllı Geline bir danışalım.” derler. Ben bilinen iki fıkrasını yazacağım.

    Bir davette sofraya önce hangi yemeğin konulacağı konusunda tartışma çıkmış. Kimi et demiş, kimi pilav demiş, kimi çorba  demiş. Anlaşamayınca Akıllı Geline sormuşlar. Akıllı Gelin: “Neyin üstüne ne yeneceğini biliriz.” demiş. “ Önce cılk cılk  çorba mı içilir ? Getirsinler baklavayı... ”

    Her nasılsa bir inek başını küpün içine sokmuş. Çıkaramamışlar. “Bir de Akıllı Geline danışalım ” demişler. Akıllı Gelin “ Kesin ineğin başını..” demiş. Kesmişler... İneğin başı küpün içinden yine çıkmayınca tekrar sormuşlar.  Akıllı Gelin      “ Öyleyse kırın  küpü...” demiş.

 

 

AKPINAR  

 

    XVI. Yüzyıl tarihi kaynaklarında Akpınar cevizinin ünlü olduğunu yazar. 1570 lerde Akpınar’da su değirmeni olduğu kaydı vardır. 1810 yılında Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa, Güroluk suyuyla Yılankırkan suyunu birleştirerek Akpınar’a indirmiş; içme suyu dışında kalan sudan yararlanarak bir değirmen çalıştırmış, onu da vakıflarına gelir olarak vermiştir.

    1889 yılına ait kayıtlarda da Akpınar köyünün başlıca gelir kaynağı ceviz olarak gösterilmiştir. Şu durumda köyün  yukarısında, dağda Diliklitaş mevkiinde kaya içinde küçük bir ceviz ormanı vardır.

 

AK ŞEMSETTİN MESCİDİ

 

    Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa’nın vakfiyesinde geçiyor. Harapken yaptırmış, mektep olmuş. Konağının yanında imiş. Yerini tam kestiremedim ama Cami mahallesinde olduğu ihtimaldir. Şeyhülislam Berdai Zaviyesinin hatırına Fatih sultan Mehmet’in hocası Ak Şemsettin’in Eğirdir’de bir mescit yaptırmış olabileceği de akla geliyor. Menakıp’ta  Ak Şemsettin’le görüşmeler olduğu yazılıdır.

     Sonunun ne olduğunu hakkında bir bilgiye rastlayamadım. 

 

ALAKARGA

     Karga  sesli, güvercine benzeyen bir kuştur. İriliği kumru kadardır. Az görülür. Eti yenir.

 

ALAADDİN KAPTAN

 

    Ada mahallesindendir. İlçemizde turizm pansiyonculuğunu ilk başlatanlardandır. Çok eleştiri almıştır. Şimdi Ada Eğirdir turizminin merkezi olmuştur. Kaptan 1985 lerde ölmüştür.

 

 

ALİ RIZA ÜNAL(Doç. Dr.)

 

    1923 yılında Eğirdir’de doğdu. İstanbul Tıp Fakültesini bitirdi. Yurdun çeşitli hastanelerinde görev yaptı. Ankara Hastanesi Hariciye Şefi iken tezini vererek doçent oldu. Ankara Numune Hastanesi Başhekimliği yaptı.

 

 

ALİLİ AŞİRETİ

 

    Eski Türk boylarındandır. Şimdi bile Türkmenistan’ın Cebyurt bölgesinde yaşarlar. Lutfabat, Miyankuh’u kışlak olarak kullanırlar. Eğirdir’deki Alallar soyunun bu boyla ilgisi olduğunu sanıyorum.

 

 

AMBLADA

 

    Bazı kaynaklarda Beyşehir gölünün doğu, bazılarında Hoyran gölünün kuzeyi olarak gösterilir. Ramsey Eğirdir gölünün doğusu, Sarıidris dolaylarında ısrar eder. Yine de arkadaşı Starret’in oraları kendisi için incelemesini istemiş, o da inceleme gezilerinde o yöreyi gezmiş, eski hayata dair bir ize tesadüf etmediğini söyleyince nazariyesini geri aldığını söyler.

    Yalnız çalışmalarımın arasında bir nokta beni düşündürdü. Birçok kayıtlarda ve Ertokuş Beyin Atabey’deki medresesi için yazdırdığı vakfında Sarıidris yöresindeki kervansarayın adı, yörenin o zamanki adından dolayı Dadıl Hanı diye geçmektedir. Ramsey’in önce ısrarlı olarak bu bölgede olduğunu söylediği Amblada ile Dadıl sözü arasında fonetik yakınlık olması bana bu düşünceyi verdi. Ayrıca Amasyalı Strobon’un coğrafyasında Amblada için;

    “Şarapları tıpta tedavi edici olarak kullanılır.” der. Bu çevrede bir yerin adının da “Şaraphane” oluşu düşündürücüdür. Amblada’nın anlamının da ayrıca “asması bol” anlamı taşıması dikkate değer. Balık avcıları bu yörelerde göl içinde şehir kalıntıları olduğunu söylerler. Göl seviyesinin iki bin yıl içinde dolarak yükselmesini de değerlendirmek yerinde olur.

 

 

ANAMAS YAYLALARI

 

    Anamas’ın en gözde yaylaları: Sorgun, Çayıralanı, Akbel, Hallat, Eşekalanı, Tuzlagediği, Nahır, Çiçekli, Düzağacı, Kürebelli, Sindel, Karamuklu, Körkuyu, Keleboyu, Yoncalık, Yavşanlı cebel Mezarlığı, Güllügöl, Kaklıkalanı, Bodos, Buğday kuyuları, Üç kuyu, Ağzıbüyük, Enevre’dir. (Musa Seyirci)

 

 

ANAMAS YÖRÜK AŞİRETLERİ  VE OYMAKLARI

 

     Karakoyunlu, Töngüşlü, Hayta, Coşlu, Saçıkaralı, Eski Yörük, Hacı Hamzalı, Hacı Mehmetli, Çakal Yörüğü, Ötkönlü, Karaevli, Karahacılı, Sarıhacılı, Karatekeli, Hacıbabalar, Gebizli, Hacıibrahimli,  Honamlı’dır. (Musa Seyirci)

 

 

ANAMAS

 

    Bu yörenin en eski halkı olan  Luvi’lerin dilinde  “Yamaç Halkı” anlamına gelir. (B. Umar ) Anamas silsilesi bugün Dedegöl olarak isimlendirilmiştir.

 

 

ANTHİOS

 

    Yalvaç dolaylarından geçerek Eğirdir gölüne akan akarsuyun ilk çağdaki adıdır. Bugün yöre halkı  AKÇAY der.

 

 

ANTİOCHEA

 

    Yalvaç  ilçesine  bir kilometre uzaklıktadır. Seleukos  kolonisidir. M.Ö. 25  yılında  Roma  kolonisi olmuştur. Su kemerleri, tiyatro, tapınaklar vardır. Hristiyanlığın  yayılmasında  ve  gelişmesinde en önemli rolü olan Aziz Pavlos’un  ilk vaazını verdiği tapınak kalıntısı vardır. İncil’e göre Aziz Pavlos Antiochia’ya üç kez  uğramıştır.

 

 

APOLLO KELEBEĞİ

 

    Apollo kelebeği (Parnassius Apollo) Eğirdir çevresi, Çandır, Tota, Çimenova, Zengi, Kuzukulağı, Anamas yaylalarında bulunan bir kelebek türüdür. Bu konuda en çok ilgilenen Mehmet Savaş  Almanya, İtalya, Fransa, Norveç’ten birçok bilim adamı ve turizmle ilgilenenlerin bu kelebek için geldiğini, ”Kelebek Safari” yapılırsa turizme önemli katkısı olabileceğini söylemektedir. Ayrıca Almanya’da tanesinin 100 – 150   marka satıldığını belirtmektedir.

 

 

ARILAR

     Eskiden eşek arıları çok olurdu. Bir de iri, kırmızı et arıları vardı. Tarım ilaçlarının kullanılmasından sonra yok oldular.

 

ARDIÇLAR

 

    Eğirdir’le Bağlar yolunun tam ortasında, göl tarafında kalan yere denir. Mezarlık olarak kullanılmıştır. Benim çocukluğumda çok eski mezarlar vardı. Yaşlılar oranın mezarlık olarak kullanıldığını hatırlamıyorlar. Sanırım Eğirdir’in en eski mezarlığıdır. Ardıç ağaçlarının korunması, Kervansarayın da yakınında olması bana bunu düşündürüyor. Şimdilerde on beş kadar ardıç ağacı görünüyor.

 

 

ARMUT  ADLARI ( ESKİ )

 

     Tesbit edebildiklerim şunlardır.

    Bor armudu, Tavşanbaşı armudu, Bekirağa armudu, Göksulu, Güz armudu, İncir armudu, Kepek armudu.

 

ARUNDEL  

 

     1833 de Eğirdir’e gelen İngiliz gezgin Arundel Eğirdir hakkında  şunları yazmıştır;

    “Gelendost’tan çıktıktan iki saat sonra Eğirdir Gölü’ne iyice yaklaştık. Gölün kenarında bir süre yol aldığımızda karşımıza çok güzel eski bir yapı çıktı. Bu yapı büyük bir ihtimalle Selçuklu Sultanları tarafından inşa ettirilmiş.Yuvarlak bir kemerin altında kare taşların çevrelediği güzel bir kapısı var. Ben bu yapının daha çok dini amaçlarla inşa edilmiş olduğu kanısındayım. Burada fazla oyalanmadan yola koyulduk. Çok geçmeden akarsuyun kenarında kurulan, içinde 12 askerin bulunduğu bir karakola rastladık. Bu karakolda bize çok iyi davrandılar. Bu sıcakkanlı insanlara şükranlarımızı sunarak tekrar yola düştük. Kısa bir süre sonra önümüzdeki ovayı geçtik ve gölün kenarında yükselen tepeye çıkmaya başladık. Bu yol hayal edilebilecek en korkunç yoldu. Yolun genişliği 1.5 m civarındaydı ve sağ tarafımızda dik bir uçurum göle kadar uzanıyordu. Yanlış bir adım atmamız halinde birkaç yüz metre aşağıdaki göle yuvarlanabilirdik. Solumuzdaysa yüksek ve sanki mimar tarafından yapılmış gibi dik bir dağ vardı. Burası Alp’lerin en tehlikeli geçitlerinden daha tehlikelidir denebilir. Atların düşmemesi için onları sıkıca tutmak gerekiyordu. Yalnız bu da tehlikeliydi çünkü bu defa biz de atlarla birlikte düşebilirdik. Böyle tam yarım saat kaldık. Diyebilirim ki bu yarım saat benim ömrümde geçirdiğim en korkunç yarım saatti. Burayı geçtikten sonra aşağıya indik. Gölden biraz uzaklaşmıştık. Bu defa da az önce içinde bulunduğumuz korkunç durumun tersine, hiçbir kelimeyle tarif edilemeyecek güzellikte ve huzur verici bir manzarayla karşılaştık. Sağımızda kalan göle doğru uzanmış üzüm bağları, her türden meyve ağaçları, orman ve önümüzdeki yüksek zirveli dağlar, hiçbir ressamın çizemeyeceği ve hiçbir yazarın anlatamayacağı güzellikteydi. Bu manzaranın tadını doyasıya çıkartabilmek için burada uzun süre oyalandık. Ben de yapabildiğim kadarıyla bu manzarayı resmetmeye çalıştım.

    Değişik bir bitki örtüsünün içinden geçerek göle yaklaştık. Geçtiğimiz yerler gibi gölün manzarası da çok güzeldi. Bu haliyle Eğirdir Gölü İtalya’nın ünlü gölleriyle karşılaştırılabilir. Önümüzde küçük ve ağaçlarla kaplı bir ada var. Onun arkasındaysa büyük bir dağ görünüyor. Bir tepeye tırmanmaya başladığımızda gölde iki tane ada olduğunu fark ettik. Hatta belki de karaya çok yakın olan bir üçüncüsü... Ama az sonra üçüncü ada diye düşündüğümüz parçanın karanın uzantısı olduğunu gördük. Eğirdir’in hemen yakınlarında yörükler çadır kurmuşlardı. Neredeyse her çadırın önünde bir halı tezgahı bulunuyordu. Sığır sürüleriyle çevrelenen bu manzara ataerkil zamanların manzarasını andırıyordu. Doğrusu manzaralarıyla bu ülke, insanı her adımda hayrete düşürüyor. Biz tam bu göçebe toplumun manzarasını değerlendirmeye çalışırken, birden karşımıza üstün bir medeniyetin hayretler uyandırıcı olağanüstü yapıları çıktı. Böylece Eğirdir’e ulaşmış olduk.  Kasabanın meydanı hanın yakınında imiş. Meydanın aşağı tarafında güzel bir kapı var. (Minare altı geçidi) Yanında da pencereleri kafesli bir odaya bitişik, halka bedava su dağıtan bir şadırvan görülüyor. Sağda bir cami, (Hızır Bey camisi), solda şimdi tamamen harap bir halde başka bir cami ( Dündar Bey medresesi ), daha bulunuyor. Bütün bu binalar – kapı, çeşme ve camiler– fevkalade süslü ve İslam mimari tarzında yapılmış; bilhassa soldaki caminin gayet güzel tezyinatla kaplanmış, bütün etrafı kufi hatla yazılmış bir yazı ile çevrili bir kapısı var. Kapının her iki yanında iki sütun ve sivri kemerli bir mihrap göze çarpıyor. Binanın iç tertibatı bir kilisede olduğu gibi, sütunların desteklediği dik kemerli bir minber ile iki yan koridoru var. Bunların sütun başlıkları  bizim en eski kiliselerimizde gördüklerimizin aynıdır. İki tanesinde açık kanatlı kuşlar, diğerlerinde garip insan şekilleri ve birinde ise yapraklar görülüyor. Çoğu yeşil camdan yapılmış mozaikler de var.

    Oradan geçerek çarşıya gittik. Pazar günü olduğu için kalabalık bizimle ilgilendi. Zahire pazarında siyahlı beyazlı karışık arpa gördüm. Siyahını bir hastalık eseri sandımsa da tanenin içi sağlam ve iyiydi.

    Kaleye yaklaşınca eski bir takma köprüden, sonra da kalın demir levhalarla kaplanmış bir kapıdan geçerek birinci avluya girdik. Oradan da ağır demir parmaklıklarla sağlam bir hale getirilmiş başka bir kapıdan dış avluya çıktık. Her adımda büyük bir ilgi duyarak buradan kalenin üstüne vardık. Birçok yüksek yuvarlak kuleler vardı.  Üzerinde  durduğumuz   kulede  bir  sürü toplar da bulunuyordu. Bunların hepsi ateş ederken yarılmış. İhtimal bu kale de Selçuk Sultanları  tarafından yaptırılmıştır.

    Yuvarlak kulelerin tepesinden görülen manzara pek güzeldi. Önümüzde kısa bir mesafede iki ada görünüyordu. Bunlardan bize yakın olanı bir Türk’ün malı imiş. İkincisinde Türk ve Rumlardan ibaret bir nüfus var. Rumların bir kısmı yerli olup Türkçe’den başka dil bilmiyorlar. Bir kısmı da Kıbrıs’tan gelip buraya yerleşmiş... Göl bütün güzelliğiyle önümüze serilmişti. Etrafını çeviren her şekil ve yükseklikte, bazıları karlarla kaplı dağlar, eşi bulunmaz harikulade bir tablo teşkil ediyordu.

    Eğirdir’den çıktığımız vakit saat onu geçiyordu. Yol, göl boyunca bir dağın eteğinde uzanıp gidiyordu. Bu dağ Gelendost’tan gelirken gördüğümüz gayet yüksek ve garip şekilli dağdı. Kasabadaki eski eser meraklıları bize bu dağın tam tepesinde büyük taşlardan yapılmış bir başka kalenin olduğunu söylediler. Dağın yamacında  güzel sedir ağaçları yetişmişti. Altı veya sekiz köşeli bir yapı gördük. (Baba Sultan) Bunun bir Selçuk ailesine mahsus bir türbe olması ihtimali vardır. Çünkü Eğirdir’in yerinin güzelliği ve içindeki sayısız İslam yapılarının Konya sultanlarının ikamet yeri olduğuna hiç şüphe bırakmıyor. Fakat kasabanın gölün başında önemli bir yerde kurulmuş olması, arkasındaki dağın üzerinde bulunan zapt olunmaz kalesi onun çok daha eski bir kasaba olduğunu gösteriyor. Belki Limenopolis şehridir.

                                                                 Çeviren:Hamit Dereli

 

ASKERLİK ŞUBESİ

 

    Eğirdir’de askeri malzemeleri korumak, saklamak, askeri işleri görmek için 1886 yılından önce, şimdiki Komando Okulu'nun girişinin sağ ortasında Debboy binası yaptırılmıştır. İşleri yürütmek için bir teğmenle bir çavuş daimi görevlendirilmiştir. Eğirdir’ de bir redif taburu bulunurdu. 1909 yılında Binbaşı Atıf bey komutasında son tabur Yemen’e sevk edilmiş, bir daha eğitim için tabur gelmemiştir. 1911 yılında ilk olarak Askerlik Şubesi kurulmuştur. (Cemal Tosun)

    II. Abdülhamit zamanında yaptırılan bina 29 Nisan 1907 de Gertrude Bell adındaki bir hanım gezginin Miskinler yokuşundan çektiği Eğirdir fotoğrafında görülmektedir.

 

ASMA YAPRAĞI   

 

    Sarmalık için asma yaprağı Mayıs ortalarında toplanır. Üçü dördü katlanarak ipe dizilir, kurutulur, evin havadar bir yerine asılır.    Aküzüm, Çekirdeksiz üzüm, Burdur Dimniti'nin yaprakları tercih edilirdi. Gerektiği zaman diziden yeteri kadar kurumuş asma yaprağı alınarak suda haşlanır, sarma yapılırdı. Eğirdirliler daha çok etli sarmayı severler; sarmaya da  “Dolma”  derler.

 

 

ASTİBİA

       

    Eğirdir gölünün kuzeydoğu ilerisinde bulunan, antik bir köy ya da kasabanın adıdır.

 

 

AŞAĞI HAMAM

 

Çarşı hamamı da denir. Yapım tarihine bir yerde rastlayamadım. Yalnız ilkokulda 1945 lerde bize bir süre derse gelen öğretmen Ali Rıza Yürükoğlu “Hızır Bey; camiyi ibadet etsinler, Dündar Bey; medreseyi okusunlar, kardeşi Şehriban hanım da temiz olsunlar..” diye yaptırmış.” şeklinde bir ifadede bulundu. Sonraki araştırmalarımda 1932 de yayınlanan Isparta Vilayeti İdare Coğrafyası adlı kitapta bu hamamın Hızır Beyin hemşiresi Banu hanım tarafından yaptırıldığı yazısına rastladım.

    Ne hikmetse hamamın soğukluğu 1950 dolaylarında yıkıldı, yerine dükkanlar yapıldı, bugünkü halini aldı. Gönül yedi yüzyıldır hizmet veren bu hamamın eski haline getirilmesini diler. Şimdi zaman değişikliğiyle erkek ve kadınlar kullanıyor. Geçmişte hamamda turşu, haşlanmış ekşi elma yemek adettendi. O zaman hanımlar sabahtan akşama kadar hamam sefası yaparlardı.

    1930 larda Kaleönü civarında bulunan Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın okuduğu bir kitabeye göre hamam H.707 (M.1308) de tamir edilmiş. Yeri değiştirildiği için bu kitabede kastedilen hamam Kale mahallesindeki üç hamamdan biri midir, Aşağı hamam mıdır, bunu bilemiyoruz.

    2013 te Eğirdir Belediyesi Aşağı hamamı restorasyona aldı. Zaman içinde lağvedilen yerlerin açığa çıkmasıyla çok yönlü bir hamam olduğu ortaya çıktı. Evde yıkanamayan, yaşlı, sıcağa gelemeyenler için ayrı bir bölüm, hamamın kuzey kısmında bir tuvalet, ayrıca etek tıraşı için ayrı bir kısım görüldü. Göbek taşının güneye bakan duvarının yüzeye göre 170 cm kadar dibinde yarım bilek kadar bir su çıktı. Akıntısı tabandan bir kuyuya verilerek sürekli akan bir su olduğundan taşanı dışa verildi. Bu su yedi yüzyıl önce yapılan hamama yukarı kaynaklardan gelen, hamamın ihtiyacını karşılayan bir su mudur, yoksa başka bir şekilde rastlanmış bir su mudur, incelenmesi gerekir. Şehir suyu kesilse bu su hamamın ihtiyacını karşılayacak durumdadır. Üstü aşırı dolgu olan hamamın dolguları alınınca ilk kubbeleri de açığa çıkmıştır. Restorasyonu bittiğinde Eğirdir yedi yüz yıllık tarihini yeniden kazanacaktır. Hamidoğlu beylik döneminin sağlık ve temizlik kültürünün ne kadar yüksek olduğu görülecektir.

 

AŞAĞI  MAHALLE  

 

    Kale mahallesinin güney tarafına denir. Çoğu evler kale duvarının üstüne kurulmuştur. Ev sahipleri akşamları evlerinin penceresinden balık, bilhassa Gavinne tutarlardı. O zamanlarda su kale duvarlarına çarpardı. Şimdi kale duvarlarının önünden yol geçmektedir.

 

 

AŞIK DİLER

 

    1904 yılında Eğirdir’in Gökdere köyünde dünyaya gelmiştir. Badeli aşıklardandır. Hakkında başka bilgi edinilememiştir. Aşağıdaki kıta onundur.

 

 Şu fani dünyaya geldim geleli

 Hiçbir zaman yüzüm gülmedi felek

 Üç yaşında yetim kaldım anamdan

 Ellerim birşeye  ermedi felek

 

(İş Bankası Kültür ve Sanat Özel Sayısı 22)

 

 

ATASÖZLERİ

 

Acele eden kedi tez doğurur.

Aç köpek fırın damı deler.

Aç ne yemez, tok ne demez.

Açın halinden tok anlamaz.

Açın teknesinde hamur eyleşmez.

Ad bir gök boncuktur.

Adamın yüzüne vurmuşlar,  “Vay arkam..” demiş. “Ben senin

   yüzüne vurdum.” demişler.  “Arkam  olsaydı sen  benim

   yüzüme vurabilir miydin ?” demiş.

Adın Kadir olacağına, kaderin kader olsun.

Ağaç dalıyla gürler.

Ağanın eli tutulmaz.

Ağız tüfek, dil tetik.

Ağız yerse yüz güler.

Ağrımadık başına tülbent sarma.

Ak bok, kara bok, hepsi bir bok.

Ak karanın kardaşı.

Ak kedinin pamuk pazarına zararı var.

Ak yazma leke kaldırmaz.

Aka aka su deresini bulur.

Akıllı düşmana can kurban.

Akıllı düşününceye kadar deli oğlunu everir.

Akıllı sözünü deliye söyletir.

Akşamdan sonra gelene ya soğan, ya söğen.

Al dediğin mal murdar olur.

Alan satandan umar.

Alçak eşeğe herkes biner.

Aldatan aldanır.

Alışmadık götte don durmaz.

Allah kardeşi yaratmış, rızkını ayrı yaratmış.

Allah son gürlüğü versin.

Altın pul olmaz, ipek çul olmaz.

Analı kuzu, kınalı kuzu.

Anandan evvel ahıra girme.

Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al.

Ar eden kar etmez.

Arap eli öpmekle dudak kara olmaz.

Arkadan konuşan ittir, yüze konuşan yiğittir.

Arkaya kalan, erteye kalır.

Arlı köpek tüy dökmez.

Armut altına düşer.

Arsıza söz, kokmuşa tuz kâr etmez.

Arsızda ar arama.

Asıl azmaz, bal kokmaz.

Aslına çekmeyen haramzadedir.

Aş buldun yanaş, dayak buldun kaç.

Aşık oynamaktan maksat ütmektir.

Atım at oluncaya kadar ben mat olurum.

Attan düşen ölmez, eşekten düşen ölür.

Avradı ar zapteder, er değil.

Ayı dağda, üzüm bağda olur.

Ayının kırk türküsü varmış, kırkı da armut üstüneymiş.

Ayrandan aşağısı su.

Az ye de bir hizmetçi tut.

Azan kulun belası yakın.

Azgın köpeğin ağzını kemik tutar.

Baba verirse hem baba güler hem evlat güler. Evlat verirse hem

    baba ağlar, hem evlat ağlar.

Babası erik yese oğlunun dişi kamaşır.

Babası  oğluna bir bağ vermiş, oğlu  babasına  bir  salkım  üzüm

    vermemiş.

Bağ demiş bak bana, bakayım sana.

Bağına erik, evine yörük koyma.

Bal yiyen baldan bıkar.

Bana bir koca lazım, o da bu gece lazım.

Baskın basanın söz kesenin.

Başı bunlu olanın malı ucuz olur.

Başın da başı var.

Bekara karı boşamak kolaydır.

Benden sana bir öğüt; kendi ununu kendin öğüt...

Bıçağı kestiren suyu.

Bilerek yapan aldanmaz.

Bilmez donunun yırtığını, rüzgâra karşı dik gider.

Bin ölç, bir biç.

Bin yaddan bir bildik iyidir.

Bir işin önünü değil, sonuna bak.

Bir olur, iki olur, üçüncüsü bok olur.

Bir osuruk on doktora bedeldir.

Bir topal bit bir gecede dokuz yastığı gezer.

Bir toplayanın bir dağıtıcısı olur.

Boğazda bostan bitmez.

Boğulursan büyük suda boğul.

Bok, boku kenefte bulur.

Bok yıkandıkça tükenir, arınmaz.

Bok yiyen aç kalmaz.

Bok yiyen kaşığını belinde taşır.

Buyuran yorulmamış.

Büyüğün yoksa şapkana danış.

Can yakanın canı yanar.

Cana gelmesin, mala gelsin.

Cenabetten keramet umulmaz.

Civcivi güzün sayalım.

Çocuğa iş buyur, ardından kendin git.

Çocuk düşe kalka büyür.

Çocuktan al haberi.

Çok düşünme düş getirir, başına bir iş getirir.

Çok gezen kelik bok getirir.

Çömlekçi suyu kırık testiden içer.

Çürüksüz koz olmaz.

Dağ dağ üstünde olur, ev ev üstünde olmaz.

Dağ kuşu dağda, bağ kuşu bağda gerek.

Dağına göre kar olur.

Dağlar karını martta alır.

Davul bile dengi dengine çalar.

Deli gelmeden yeli gelir.

Delikli taş yerde kalmaz

Delinin aklına taş getirme.

Delinin duası kabul olur.

Deliye geçit yoklatırlar.

Deliyle ölü sahibinindir.

Denizin yanına kuyu kazılmaz.

Dertlinin dediğini deli söylemez.

Deveciyle konuşan kapısını büyük açar.

Devenin üstünde kuduz dalar mı dalar.

Dırdıbıksız düğün olmaz.

Dibi görülmedik sudan kayıkla geç.

Dilenci bir olaydı, beslemek kolaydı.

Dilenci küsmüş, kısmetini kesmiş.

Dilim, başıma giydirir kilim.

Dirgeni yiyen sıpa, bir daha gelmez sapa.

Dirlik nerde, varlık orda.

Dolu testi su almaz.

Dosdoğru minarenin içi kıvrım kıvrım.

Dost kazanırsan tut, düşman kazanırsan güt.

Dost kazanmaya bak, düşmanı anan da doğurur.

Dost yüze söyler.

Dostla ye iç, alışveriş etme.

Dört duvar sır içindir.

Duvarın kulağı vardır.

Düğünsüz ev olur, ölümsüz ev olmaz.

Düşene tekme vuran çok olur.

Düşmanını küçük diye horsunma.

Düştün bir boka, mis gibi koka.

Düşün babam düşün, eşek mi alınır kışın?

Ebe çok olunca, çocuk ya kör doğar  ya şaşı.

Eceli gelen it cami duvarına işer.

Edepsizden edebini satın al.

Ekici ol, bilici olma.

Ekli kuyruk tez kopar.

El adama arpa ekiverir, döner de sarpa ekiverir.

El ağzına bakan karıyı tez boşar.

El arı,  düşman gayreti.

El elin bitini sırıkla öldürür.

El eliyle yılan tut, yarısını yalan tut.

El için ağlayanın gözyaşı kurumaz.

El terazi, göz mizan.

Elde bulunan beyde bulunmaz.

Eli uzundan, dili uzundan sakın.

Elim gözüm, oğlum kızım.

Elin ağzı torba değil ki büzesin.

Elin dar olacağına, evin dar olsun.

Elin elini öpeceğine kendi elini öp.

Elinle ver, ayağınla al gel.

Eltilerin hamamda bile bohçaları çekişir.

Emanetin canı kıçında olur.

Emek yerde kalmaz.

Emmim dayım, hepsinden aldım payım.

En murdar yerin kıçın, onu da yanında taşırsın.

Enik büyür it olur, yavşak büyür bit olur.

Er getirir, avrat yetirir.

Er sel, avrat göl.

Erkeğin iyisi evde kedi, dışarıda aslandır.

Erkek eşeğin anırmazı olmaz.

Eski altın tamına geçer.

Eskisi olmayanın yenisi olmaz.

Et giren eve dert girmez.

Et kemiksiz olmaz.

Et yiyen bezerir, soğan yiyen kızarır.

Etme kulum bulursun, inleye inleye ölürsün.

Ettim diye değil etmedim diye övün.

Ev deliği , dev deliği.

Evlat ekmeği, namert ekmeği.

Evlat evlat olmaz, topuğuna kan değmeyince.

Fakire nerden buldun, zengine nerden aldın derler.

Gavurun ekmeğini yiyen kılıcını çalar.

Gel bana bir ayak, geleyim sana iki ayak.

Gelin kaynananın toprağından yaratılmış.

Gençlikten kocalığa ömür sakla.

Gitti beyler paşalar, itlere kaldı köşeler.

Gizli işin aşikar çocuğu olur.

Gök gözlüden hayır gelmez.

Göldeki balığa soğan doğranmaz.

Gönlün sığdığı yere köy sığar.

Gönül çabuk incinir.

Gönül umduğuna küser.

Gönülsüz işin gözsüz oğlu olur.

Görek mi, sürek mi.

Görgülü kuşlar gördüğünü işler.

Görgüsüzün oğlu olmuş, nesini koparmış.

Görünen dağın ardına tez varılır.

Götü yere yakından kork. ( İhtimal Moğol istilası zamanından kalma.)

Göz hasmını tanır.

Gün arsızın, iş uğursuzun.

Gün bulduğunu götürür.

Gün olur ağlarsın, gün olur ağlatırsın.

Güttüğü iki keçi, ıslığı dağı taşı tutuyor.

Güvenme dayına, ekmek al yanına.

Güzelliğin şartı on, dokuzu don.

Hafif taşa göt silerler.

Hak için kurban, küp için kavurma.

Halının tozu biter, delinin sözü bitmez.

Harç aldırır, borç sattırır.

Hasta inlerken, sağlar ölür.

Hasta yatan ölmemiş, vadesi gelen ölmüş.

Her akıl bir olsa sürüye çoban bulunmaz.

Her kuş alayıyla uçar.

Her yiğidin hapishanede bir direk hakkı vardır.

Herkesin kantarı belinde.

Herkes sakız çiğner amma Avşarlı Fatma gibi patlatamaz.

Hırsızlık bir kuruştan, kahpelik bir öpüşten başlar.

Hileden onulsa şeytan onardı.

Hilenin harmanı olmaz.

İğne deliği kadar yerden, deve kadar soğuk girer.

İki kişi konuşurken üçüncüye bok yemek düşer.

İki taşar bir coşar, delinin aşı tez pişer.

İnek danasını, oğlan anasını bilir.

İnersin  gönül  inersin, attan  eşeğe  binersin, onu  da  bulamaz

   yayan yürürsün.

İnsan eti ağırdır.

İnsan kendini beğenmezse çatlar, ölür.

İnsanın ağısını insan alır.

İşin altında iş yatar.

İşini bilmeyen çavuşlar, döner bokunu avuçlar.

İşini bilmeyen kasap, ne bıçak kor ne masat.

İşleyenden al, becerene ver.

İşten artmaz, dişten artar.

İt iti ısırmaz.

İt yediği taşı bilir.

İyiler dünyada kalmaz.

İyilik iki baştan.

Kabı ayrı olanın tadı ayrı olur.

Kar çiftçinin yorganıdır.

Kargaya bokun kimya demişler, gitmiş denizin ortasına sıçmış.

Karı hısımı alay bağlar, erkek hısımı sinek avlar.

Karı zıkırtısından, damla tıpırtısından Allah korusun.

Karıdır erkeği şişiren, yağdır ekmeği pişiren.

Katma akıl kırk adım gider.

Kazan kazan ver kazana.

Kazanmayınca kazan kaynamaz.

Keçinin uyuzu baş pınardan içer suyu.

Kedi her zaman bal yemez.

Kedi yavrusunu küle bular da yer.

Kefen alıcı gözünün yaşından bellidir.

Keller yağırlar birbirini ağırlar.

Keser gitti sapı da gitsin.

Kıç ıslanmayınca balık tutulmaz.

Kıçı yere yakın olandan kork.

Kırk  serçeden  börek olmaz, kaza bak kaza; dul  karıdan  heves

   alınmaz, kıza bak kıza.

Kırk söz bir büyü yerine geçer.

Kış kışlığını, puşt puştluğunu yapar.

Kışın taşa, yazın yaşa oturma.

Kız evi naz evi.

Kız kalesi, kale kapısı.

Kızdır nazdır, bin kese azdır.

Kızın  varsa  el  yatağında  yatmasın,  oğlun  varsa  el  ekmeğini

   tatmasın.

Kiminle adın çıkarsa, onunla canın çıksın.

Koca öküz ölmeyince yeri belli olmaz.

Koç yiğit götün götün bağ beller.

Koçu kendine mal et de, taşağını öyle avuçla.

Komşunun kötüsü mal sahibi eder.

Koyunu güden kurdu görür.

Köpek tanıdığına kuyruk sallar.

Köpek ürer, kendini yorar.

Köroğlu adıyla kervan soyan çok olur.

Körün taşı kelin başına.

Köy delisiz, dağ çalısız olmaz.

Kul azmadıkça, hak yazmaz.

Kursak bulamacını arar.

Kurt vurulmadan postu yüzülmez.

Kuruya kurt düşmez.

Kutlu gün doğuşundan bellidir.

Küpler dururken küpecikler kırılır.

Lohusanın kırk gün mezarı açık olur.

Mal canın yongası.

Mart içeri pire dışarı.

Marttan sonra yağan durmaz, doğan ölmez.

Mescite lazım olan camiye haramdır.

Nerde çalgı, orda kalgı.

O kadar doğru olma, minarenin bile içi kıvrım kıvrım.

Oğlan yer oyuna gider, çoban yer koyuna gider.

Oğlandır oktur bin kese çoktur.

Olacak oğlak bokundan belli olur.

Ödünç yiyen kesesinden yer.

Öfkede akıl olmaz.

Ölü de komşuyla, diri de.

Ölüm yüz aklığıdır.

Ölümden öte köy yok.

Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlar.

Önce düzen, sonra kazan.

Önce sınarlar, sonra kınarlar.

Padişahın arkasından anasını söverler.

Para akıl öğretir, elbise yürüyüş öğretir.

Para dediğin el yüz kiri.

Para kazandın tut, düşman kazandın güt.

Pilici güzün sayalım.

Rakıya verip anırma, tütüne verip savurma.

Sabır sabır sonu kabir.

Sağ gözden sol göze fayda yok.

Serçeye çubuk bere.

Sıçanın sidiği denize fayda.

Sofrada elini, mecliste dilini tut.

Soğuk dirhemle girer, okka okka çıkmaz.

Sona kalan dona kalır.

Sonunu düşünen yiğit olmaz.

Sopayı yiyen sıpa, bir daha gelmez sapa.

Söğüt gölgesi yiğit gölgesi.

Sözü tok olanın kalbi pak olur.

Suyun azgın olanından, insanın yere bakanından kork.

Taş at da kolun açılsın.

Taş ol da baş yar.

Taş yerinde ağırdır.

Tat kızın dilinden anası anlar.

Tavuğum güzel olsun da yumurtlamazsa yumurtlamasın.

Tavuk ağzından yumurtlar.

Tek taştan duvar olmaz.

Toku ağırlamak zordur.

Turpu yemezsen de senede bir gün tarlasından geç.

Turpun sıkından seyreği iyidir.

Ummadığın taş baş yarar.

Uyku uykunun mayasıdır.

Uyku uykuyu getirir.

Ürmesini bilmeyen köpek sürüye kurt getirir.

Üşenenin oğlu kızı olmamış.

Vakti geçene sığır boku yama.

Var el titremez.

Veren eli kesmezler.

Veren yengem iyidir.

Yaban köpeğin kuyruğu kıslı olur.

Yap iyiliği, gör kemliği.

Yatan taş yosun tutar.

Yatanın çalışana borcu var.

Yazın boku kışa katık.

Yel esmezse yaprak kıpırdamaz.

Yemekten sonra ya kırk adım atmalı, ya sırt üstü yatmalı.

Yenecek aş kokusundan belli olur.

Yengece neden yan yan yürüyorsun demişler, serde kabadayılık

    var demiş.

Yeni bardak suyu soğuktur.

Yere bakan yürek yakan.

Yerli tavşanı yerli tazı avlar.

Yiğidin anası tez ağlar.

Yiğidin iyisine deli derler.

Yiğit anadan üryan doğar.

Yiğite rütbe sorulmaz.

Yola çıkan yolda kalmaz.

Yürüyen yiğide yol dayanmaz.

Yüzü yumuşak olanın, donunun ağı kurumaz.

Yüzüne bak, sütünü sağ.

 

ATATÜRK’ÜN EĞİRDİR’E GELİŞİ

 

    Atatürk 1930 da, 5 Martı 6 Marta bağlayan gece, Eğirdir’e gelmiştir.Tren Demirköprü’nün üstünde durmuş, oradan gündoğumunu seyretmiştir. "Ne muhteşem manzara.." dediği bilinir. Eğirdir’e girmemiştir. Yanında Afet Hanım, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Orgeneral Fahrettin Altay, Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer, Prof.Dr.İsmail Hakkı Uzunçarşılı, yaveri Cevat Abbas vardı. Canada’nın tapusu armağan olarak sunulmuştur. Canada, ölümünden sonra kardeşi Makbule Atadan’a kalmış, o da başkasına satmış, daha sonra Belediyece istimlak edilerek park haline getirilmiştir.

 

 

ATKI KOYMAK

 

    Halı dokurken düğüm sırasında geç kalanlar sıraya yetişemezler, geride kalırlar. Buna atkı koymak denir. Geride kalanlara şaka yollu türkü de söylenirdi.

 

    Asmam dikildi

    Suyum sıkıldı

    Atkı eşeğinden

    Canım sıkıldı.

 

 

ATKI  

 

    Halının yün düğümlerini tutmak için boydan boya atılan iplik...

 

 

ATTALUS PROSTAMENSİS  

 

    381 yılında Prostanna’dan İstanbul’daki dini toplantıya katılan piskopostur.

 

 

 AVARLAR

 

    Eğirdir'de eski bir soydur. Büyük bir Türk boyu olan Avarların Eğirdir'de anılması dikkate değer.

 

 

AY TUTULMASI

 

    Ay tutulduğu zaman Eğirdir göklerini  teneke gürültüsü, havan sesleri kaplardı. Hatta silah bile atılırdı. Gürültü yaparak ayın tutulmasının engellendiği sanılırdı. Aslında bu inanç Orta Asya’dan taşıdığımız bir inançtır. Şamanizmde Yelbeğen adlı bir cananavarın ayı yediği sanılır. Bu canavarı korkutup kaçırmak için bu gürültüler yapılır.

    Bu inanç Müslümanlıktan sonra da bizde devam edegelmiştir.

    Ayı hilal olarak ilk gördüğümüzde :

   "Ayı gördüm Allah

    Amentü billah

    Nuru yüzüme

    Şavku gözüme..."  derdik.

 

 

AYASTEFANOS  KİLİSESİ VE HACI OLMA YERİ       

 

     

 

    Adanın  kuzeydoğu ucundadır. 1800 başlarında eski, harap Sen Thedoros  Kilisesinin yanına bugünkü özelliğiyle yapılmıştır. Rumlar kutsal anlamında “Aya”, Avrupa  devletleri  “Sen”  kelimesini kullanırlar. 360 yılında ceylan derisi üzerine yazılmış bir İncil’in bu kilisede bulunduğu  söylenir. Büyük olasılıkla bu İncil Alman bilgin Hirschfield tarafından götürülmüştür. II. Dünya savaşında Berlin’de kaybolmuştur.

    1895 de bu yörelerde inceleme gezisi yapan F. Sarre, Ayastefanos’tan sözeder. Bu kiliseden pekçok değerli eserler alır, götürür. Ayrıca bir ikinci harap kiliseden de bahseder fakat ad vermez. Kilisenin 11-12.yüzyıldan kalma olduğunu yazar. Bu yukarıda adını verdiğimiz Sen Theodoros  kilisesidir. Şimdi onun yerine okul yapılmıştır. Çevredeki kutsal yerler değerlendirilirse bu tarihin çok daha gerilere gitme ihtimali vardır.

    Kaynaklarda Epifanos (Euthymus) adı geçer. 787 de İznik II.İncil meclisine katılmıştır. Katılanların kaydında “Epiphanos: Limnai’de Hazreti Meryem manastırında başrahip” notu vardır. Eğirdir gölünün adı Roma döneminde Limnai diye geçer. İhtimalle burada kastedilen Ada’daki en eski kilisedir.

    29 Nisan 1907 de buraya uğrayan Gertrude Bell, kilisenin arka bahçesinde bir kuyu olduğunu, suyunu içenin bütün hastalıklardan kurtulacağının söylendiğini yazar. Ada’nın yaşlıları çocukluklarında bu kuyunun şifasından yararlandıklarını söylerler. Şimdi bu kuyu okulun doğu dibindedir, korunmuş halde durmaktadır. Umarım Ada’mız sakinleri bu kuyunun turistik değerini verirler.

    Rumlar mezarlık olarak kilisenin çevresini kullanmışlardır. Mekan darlığı olunca eski mezarlardan çıkan kemikleri Ayastefanos kilisesinin batı-kuzey köşesinden 3–4 metre uzağında  olan kemik kuyusuna koymuşlardır. Şimdi alan düzenlendiği için kuyunun izi yoktur.

    Bu bilgilerden sonra bu kiliseye ziyarete gelenlerin  nasıl Hacı olduklarını anlatmak istiyorum.

       Bazı  kaynaklara  göre 15 Temmuz, bazı  kaynaklara  göre  de 1 Eylül tarihinde Antalya’dan Denizli’ye kadar olan Rumlar buraya Hacı olmaya gelirlerdi. Hava ne olursa olsun büyük kayıklara binerler, Hoyran gölünün Gazire civarındaki küçük kiliseye ve oradaki azizlerin kaya mezarlarına ziyarete giderlerdi. Orada kayalara oyulmuş küçük kilisede ayin yaparlardı. Bu ayin iki gün sürerdi. Ayinden sonra Hacı olanlar Nis’e geri dönerlerdi. Bu olayı 2 Mayıs 1907 de Hacı olma yerini ziyaret eden Gertrude Bell adındaki hanım gezgin şöyle anlatır:

     “Sonra Hacı yerine ulaştık. Kıyıdan otuz metre kadar yükseklikte kutsal yer görünüyordu. Hac zamanı Eylül başıdır. Gelen Hacılar iki gün kalıp küçük kilisede ayin yaparlar.”

    Prof.W. M.Ramsey Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası adlı eserinde buradan şöyle bahseder.

    “Bugün Hoyran gölünün kuzeydoğu sahilinde Gaziri adı verilen bir Türk köyünde, asırlardan beri yalnız Türklerle meskun havalinin ortasında Meryem’e mahsus bir küçük kilise vardır ki Psidya ve Lykaonia Hıristiyanlarının ziyaretgahıdır.”

    Buraya Ada kahvesinde tespit ettiğim bir olayı eklemek istiyorum. Olay bana şöyle anlatıldı:

    “1952 yılı ya da 1953 yılında kilisenin kuzey tarafında ve dışında bir  hafriyat yaparken bir çökme oldu. Büyük bir sandığın içinde İsa tasviri, Borazan öttüren çocuk, Şamdanlıklar, İstavrozlar, kutu içinde para, incili torbanın içinde para, sedef kakmalı sandık içinde kilise malları bulundu.

    Jandarma geldi. Belediye başkanı, zabıta memuru Muhacir Mustafa, savcı, başçavuş geldi. Bir hafta nöbet tutuldu. Çıkanlar zabıt tutularak teslim edildi. 73 kilogram gümüş verildi.”

    Olay esnasında orada olanlardan Enver Bozüyük, Mehmet Yüksel Güler, Kadir Aktaş, Hamdi Sönmez böyle anlattılar. Hacı Ahmet Coşar’ın da olabileceği söylenildi. Enver Bozüyük 15 gün sonra Belediye’ye gittiğinde büyük bir sandık içinde yukarıda adı geçen eserlerin durduğunu görmüş.

    Daha sonra kişisel soruşturmalarımda  bunların nerede olduğunu öğrenemedim. 1930 larda  kilisenin içinde gömülü bazı kilise mallarının bulunup alındığı duyumları vardır. Kiliseden adanın ortasına doğru dehliz olduğu söylenir.

 

 

AYAZLIK

 

    Bahçeye ağaç altına yazın oturmak, yatmak için yerden yüksek, tahtadan yapılan sofa.

 

 

AYNALI KAVAK

 

    Titreyen kavak da derler. Şimdiki subay gazinosunun bulunduğu yer ve çevresinde eskiden çok büyük bu ağaçlardan vardı.

O mevkinin adı olarak da kullanılmıştır. Yazla'dadır. Cami ardındaki aynalı kavaklar 1950 lerde dikilmiştir.

 

 

AYVA

 

    Eğirdir'de yüz yaşın üstünde ayva ağaçları vardır. Geçmişte ayvayı küçük parçalar halinde pekmezin içine koyardık, o pekmeze de "helikli pekmez" derdik. Pekmez pişerken ayvayı bütün olarak içine atar, piştikten sonra çıkarır, soğutup yerdik. Pekmez köpüğü de ayva yaprakları kaşık gibi kullanılarak yenilirdi. Ocaktaki küller ağaç kolay kırılmasın diye ayva ağacının altına dökülürdü. Elbise sandıklarına da güve gelmesin diye kokusundan yararlanmak için ayva konulurdu.

     Ekmek ayvası, limon ayvası en çok sevilerek yenilen ayva türüdür. Ayva çubuğu sert ve sağlam olur.

 

 

AZİZ ÇATALOĞLU

 

    Ispartalıdır. Eğirdir’in eski halıcılarındandır. Dürüst, iyi bir işletmeci idi.