BABA SULTAN KÜPLERİ

 

    Bu küplerin bulunduğu yere Sakahane de denirdi. Türbenin dağ tarafında, dağın kıyısında  barakalar  içinde 10 – 15  kadar küp vardı. Bu büyük küpleri Baba Sultan Türbesiyle  ilgilenenler, hayırseverler sabahın erken saatlerinde gölden doldururlardı. Bu küplerdeki sular daima soğuk olurdu. Sebebi buradaki fay yarıklarından soğuk havanın gelmesidir. Uzun bir süre bu fay yarıklarına kanalizasyon akıntısı verilmiştir.

 

 

BABA SULTAN ZAVİYESİ 

 

    Bektaşi tarikatı kurulduktan sonra tarikatın ileri gelenleri Anadolu'nun çeşitli yerlerinde tarikatlarını yaymak için zaviyeler açmışlardır. Buralarda yoksulları doyurmuşlar, hem amaçları doğrultusunda eğitim vermişlerdir. O çağda Eğirdir bilim merkezlerinden  biri olduğu için Baba Sultan’ın gözde adamlarından Ebu Musa oğlu Şeyh İsa Deduki’ye Eğirdir’de bir zaviye açma görevi  verilmiştir. Deduk, Hazar denizinin kıyı şehirlerinden biridir. Şeyh İsa Deduki Eğirdir’e gelmiş, Hamidoğlu II.İlyas Beyle görüşüp 1357 yılında zaviyeyi tamamlamıştır. Zaviyeye de tarikatın başı Baba Sultan’ın adı verilmiştir. İlyas Bey  zaviyenin yerini ve katranlık bölgesini bağışlamıştır. Timur’dan sonra bu yöreler Karamanoğullarının eline geçince Karamanoğlu Ali Bey 1407 yılında zaviyeye hayli arazi vakfetmiştir. 1413 tarihinde Eğirdir tekrar Osmanlıların eline geçince bir komutan olan Pir Hüseyin Bey de 1420 yılında   büyük çapta bir arazi vakfetmiştir. Şimdi burada bir kitabe vardır. Zaviyeye ait olup türbede yatana ait olmayan bu kitabenin türkçesi Cemal Tosun’un okuyuşuna göre şöyledir; 

    “Alemlerin rabbı olan Ulu Tanrıya ve sena ve onun resulü peygamberimiz Muhammed ve onun sülalesi ve temiz adamları ve sahabelerine salat ve selamdan sonra beyan eylerim ki bu Buk’a Hamidoğullarından büyük ve güçlü emir Hüsamettin İlyas Bey zamanında ve onun büyük  yardımlarıyla 759 hicret senesinde Allah'ın merhametine muhtaç fakir kulu Ebu Musa Oğlu İsa Deduki tarafından yaptırılmıştır. Büyük Emirin yardımlarını Allah mübarek eylesin.”

    Baba Sultan zaviyesi yeniçeri ocaklarının dağıtılmasıyla bütün yurtta olduğu gibi burda da kaldırılmıştır. Tanzimat fermanından sonra tekrar faaliyete geçirilmişse de Cumhuriyet  devrinde kanunla tekkeler kapatılınca burası da kapanmıştır.

    Şimdi olmayan Baba Sultan zaviyesi hakkında Cemal Tosun bu bilgileri verir.

    1407 de tanzim edilmiş bir vakfiyeye göre Şeyh Dediği adındaki bir zatın bir zaviyesi olduğu İsmail Hakkı Konyalı'nın Beyşehir Tarihi kitabında yazılıdır.

    1476 yılında Fatih Sultan Mehmet'in yazdırdığı İlyazıcı defterinde, aynı kitapta Doğanhisar-Tekke köyünde Dadiği Sultan adında bir zaviye olduğu kayıtlıdır. Torunlarından Toruncan Çelebi Konya'da bir zaviye yaptırmıştır. Bu kişi İsa Deduki midir ? Hemşerisi midir ? Araştırılması gerekir.

    1357 Baba Sultan zaviyesinin yapılma tarihidir. Aynı adla 1407 de tanzim edilen vakfiyeye göre, yöre yakınlığı da düşünülerek değerlendirmek yararlı olur.

 

BABA SULTAN  

 

    Şimdiye kadar Baba Sultan türbesi üzerine ayrıntılı çalışmayı Cemal Tosun yapmıştır. Onun Bektaşilik Tarihi, elyazması Bektaşilik Ziyaret Yerleri Risalesi, Murat Sertoğlu’nun On İki İmam adlı tefrikası, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Kitabeler adlı eseri ve ansiklopedilerden yaptığı incelemelere göre Baba Sultan’ın kimliği şöyledir;

    “Bektaşi tarikatının Çelebiler kolunun savlarına göre Baba Sultan Hacı Bektaş Veli’nin torunudur. Adı Mürsel’dir. Babası Hızır Lale Sultan’dır. O devirde din ulularının soyundan gelenlere Sultan denildiği için Mürsel’e de, Mürsel Sultan denilmiştir. Mürsel Sultan büyüdükçe Bektaşi  tarikatının gerektirdiği bilgi ve töreleri kazanınca Baba ünvanını almıştır. Sonradan adı kullanılmamış, Baba Sultan olarak anılmıştır. Bektaşi tarikatında Baba sözcüğü liderlik ifade eden bir ünvandır. Baba Sultan Bektaşi tarikatının dördüncü halifesidir. 1357-1369 yılları arasında Bektaşi postunda oturmuştur. Halife bulunduğu sıralarda tarikatın ileri gelen ve güvenilir adamlarından Ebu Musa oğlu Şeyh İsa Deduki’yi Eğirdir’e gönderip bir zaviye yaptırmış ve kendi adını vermiştir.

    Baba Sultan yaşlandığı vakit kendi adına yaptırdığı zaviyesine gelmiş, bir müddet sonra ölmüş, vasiyeti üzerine şimdiki türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir. Türbe sonradan yaptırılmıştır. İslamda kabirlere tarih ve isim yazılması yasak olduğundan ölüm tarihi ve isim yazılmamıştır. Tahminen ölümü 1370-1380 yılları arasındadır.

    Baba Sultan’ın bir askeri mücahit olduğunu söyleyenler varsa da bu sözün dayanağı yoktur. Bu iddia vaktiyle türbede kılıç kalkan gibi bazı silahların bulunmasındandır. Bilindiği gibi Osmanlı ordusunun piyade askerleri yeniçerilerden oluşmuştu. Yeniçeriler çoğunlukla Bektaşi tarikatına kayıtlı oldukları için Bektaşi Babaları onların manevi lideri idi. Savaş zamanların  askerlere maneviyat vermek için padişahlar Bektaşi Babalarını savaşa davet ederlerdi. İşte türbede görülen silahların sebebi budur. Cemal Tosun’un önemle vurguladığı nokta Baba Sultan türbesi yanında bulunan kitabe türbeye ait değildir, zaviyeye aittir.

    Böcüzade Süleyman Sami  1900 lerdeki Baba Sultan’ı anlatırken “Türbenin etrafında şeyhlere ve türbedarlara mahsus evler, misafir hücreleri, mutfak bulunmaktadır.” der.

    Zorti Baba’nın türbesi de Baba Sultan türbesinin göl tarafında idi. 1926 da kapanıncaya kadar burada vakıf paralarıyla yoksullara yemek verilirdi. Bu konuda akrabam 1916 doğumlu Hasan Güngör’den duyduğum, ibret verici bir hikayeyi buraya eklemek istiyorum.

    “Baba Sultan’da yoksullara yemek verilirmiş. Ordaki bir kadın çıkrıkta ip eğirirken Barla’ya gitmek isteyen bir Rum soğuktan orada kalmak, karnını doyurmak istemiş. İp eğiren kadın “gavur” diye Rum'u kovmuş, içeri almamış. Rum biraz uzaklaşınca Erenler kadının çıkrığını aldığı gibi göle atmış. Kadın kusurunu anlamış. Ardından koşup yalvar yakar Rum'u almış gelmiş. Yemeğini yedirip, hizmet etmiş. İş bittikten sonra bir de bakmış çıkrığı yerine konmuş...”

 

 

BAPRALIK  

 

    Köprübaşı’na varmadan dağla göl arasında kalan yere denirdi. Bataklık idi. Durgun olduğu için balık, kurbağa çok olurdu. Alan süsenlerle kaplı idi. Eğirdir’in inekleri çoğunlukla orda otlardı. Bahar başında süsenler sapsarı çiçek açınca çok güzel bir manzara olurdu. Bağdan ikindin Eğirdir’e dönüşte onbinlerce kurbağa seslerinden yer gök inlerdi.

    O zaman büyüklerimizin dediğine göre kurbağalar, “Yaz gelsin de bir çardak yaptırayım.” diye vıraklarlarmış. Eğirdirlinin ağzında burayla ilgili bir espri bile vardı. Bir kişi yapacağı bir işte aşırı hayalci olursa:

    “Babralıktaki inekler Ummaaa diye bağırıyor.” derlerdi. Şimdi o alanın ortasından karayolu geçiyor. Kuzeyinde Su Ürünleri Araştırma Enstitüsü, güneyinde Su Ürünleri Fakültesi yer alıyor.

 

 

BAĞA

 

    Guatr  hastalığına  verilen addır. Geçmişte yöremizde yaygın bir hastalıktı.

 

 

BALÇIKLI

 

    Eğirdir’de geniş bir sülaledir. 1877 Plevne muhasarası ve yenilgisinden sonra Ruslar Balkanlara sarkmaya başlayınca anayurta Rusçuk’tan Pazarcık’tan, Hazergrad dolaylarındaki Balçık’dan göçler oldu. Bu arada Isparta’ya yerleşenler olduğu gibi çevresinde de köyler  kuruldu. Eğirdir’de böyle anılanlar bu göç dalgasıyla gelenlerin torunlarıdır. Böcüzade Süleyman Sami’nin verdiği bilgiye göre bu kurulan köyler Senir yakınlarında Cedit, Çığrı yaylasında Başmakçı, Eber cihetinde Kavakalanı, Ümraniye, Kılıç köyü yakınlarında Hazergrad’dır. Balçık’ın bugünkü adı Karvuna’dır.

    Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Balçık kasabasını şöyle anlatır.

    “Balçık Varna’nın kuzeyinde, Karadeniz kıyısında bir Deliorman kasabasıdır. Yalçın kayalı bir yüksek dağın eteğindedir. 500 hanedir. Gemiler girer çıkar.”

    Geçmişte Hıristiyanlaşmış bir Türk ailesinden gelen Balık Bey bu bölgede Gagavuz Devleti kurmuş, Balçık (Karvuna) şehrini de devletin başkenti yapmıştır. Resmi dini  Hıristiyanlık idi.

 

 

BALIK EYLEMEK

 

    Balığı temizleyip pişecek hale getirme işi.

 

 

BALIK YEMLERİ

 

    Sülük, solucan, suyun içinde güneşte şişmiş buğday tanesi, yengeç, bilhassa yumuşak yengeç, kerevit, ekmek içi, dut, danaburnudur. Sudak balığının göle atılmasından sonra kendi etiyle avlanmıştır. Daha sonraları susam, haşhaş küspesiyle çapak da avlanmıştır.

 

 

BARLA

 

    Bir Roma askeri garnizonu olarak kurulduğu ifade edilir. Antik adı Parlais’tir. Bedre köyü yakınlarda Prostanna ile Parlais’in sınırlarını belli eden bir yazı vardır. Yerleşimin eskiliği bakımından önemlidir. Toprağı verimsiz olduğu için insanları Ankara’da, İstanbul’da çoğu tuhafiye, konfeksiyon, tekstil üzerine iş kurmuşlardır. Dışa  açılışlarının tarihi eskidir. Değerli ilim adamları yetiştirmiştir.

    İstanbul’da bir zamanlar bir yerde bir kişiyle karşılaştım;

   “Nerelisin?” dedi.

   “Eğirdirliyim.” dedim.

   “Barlalı değilsin ya..” dedi.

    Ben: “ Değilim..” dedim.

   “Aman Barlalı olma..” dedi.

   “Neden ?” dedim. “Barlalılar iyi insanlardır.”

   “Elbette..” dedi. “Kim ki Isparta’nın Eğirdir’in Barla’sından, cin eker, şeytan biçer tarlasından..” diye ekledi. Herhalde o kişi bana Barlalıların ticari başarılarını anlatmak istedi.

 

BAŞŞAK

 

    Üzüm, ceviz, badem toplandıktan sonra asmada, ağaçta kalanlara denir. Bunları toplamak hırsızlık sayılmazdı. Bu toplama işini daha çok çocuklar yapardı.

 

 

BATIL İNANÇLAR

 

Aniden titreyeni Azrail yoklamış demektir.

Ateşin üstüne işenmez, şeytan çarpar.

Ateşle oynayan çocuk yatağa işer.

Avın kanı silaha sürülürse avcının şansı açık olur.

Ayağını sürüyerek gidersen gittiğin yere ardından misafir gelir.

Ayak üstünden atlanırsa ayak sahibinin boyu kısa kalır.

Başının tepesinde iki saç dönemeci olan iki kez evlenir.

Bir kişinin kulağı çınlarsa biri onu anıyor demektir.

Birbirine soğuk su serpenin araları da soğur.

Bir şeyi ters giyenin işi de ters gider.

Çocuğun  düşen göbeği evin içine saklanırsa çocuk evine düşkün olur.

Çocuk apalarsa misafir gelir.

Çok esneyene nazar değmiş demektir.

Damda karga öterse eve haber var demektir.

Düşünde diş çektirenin evinden ölü çıkar.

Ebemkuşağının altından isteyerek geçen kızsa erkek,  erkekse kız olur.

Ekmeğin yanığını yiyenin nişanlısı güzel olur.

Eller göğüste bağlanırsa baht bağlanır.

Evin çevresinde bir köpek uzun uzun ulursa o evden ölü çıkar.

Evin damında baykuş öterse o evden ölü çıkar.

Gece sakız çiğnemek ölü eti çiğnemektir.

Gece tırnak kesmek uğursuzluk getirir.

Geceleri aynaya bakmak günahtır.

Gök gözlüden hayır gelmez.

Göle taş atılırsa ahirette kirpikle çıkarılır.

Islık çalarsan şeytanlar başına toplanır.

İlk yağan kar kurtlu olur, yenmez.

Kapı eşiğinde oturanı şeytan çarpar.

Kedi eliyle yüzünü yıkarken kulağından aşırırsa eve misafir gelir.

Kediyi öldüren yedi cami yapsa günahını ödeyemez.

Kırk perşembe çamaşır yıkayan ev sahibi olur.

Kurbağaya dokunursan elin siğil olur.

Kuyuya eğilip bakarsan şeytanlar çeker.

Küçük çocuk bacaklarının arasından bakarsa misafir gelir.

Mavi boncuk takılan çocuğa nazar değmez.

Meyva vermeyen ağaçlar balta ile korkutulursa meyva verirler.

Odun ocakta yanarken alevli bir tıslama yaparsa onu biri anıyor

    demektir.

Ölünün karnının üstüne demir konursa ölü şişmez.

Ön dişlerinin arası açık olan şanslı olur.

Sabahları soldan kalkanın işi rast gitmez.

Sabun elden alınırsa  kavga olur.  Bir  yere  konulup  ordan alınmalıdır.

Sağ gözün seyremesi sağlık, sol gözün seyremesi varlıktır.

Sakız çiğneyen erkeğin bıyığı eğri biter.

Satış yaparken ilk müşterinin parası yere atılıp alınır ya da sakala

    sıvazlanırsa o günün satışı iyi olur.

Sıcak küle su dökersen şeytanlar çarpar.

Sigara yandan yanarsa yolculuk var demektir.

Sofrada dize ekmek koymak günahtır.

Sofrada elindeki ekmeği bitirmezsen ayağını köpek kapar.

Soğan kabuğu çöpe atılmaz,şeytanların parasıdır.

Tava dibi sıyıranın düğününde kar yağar.

Tırnakta aklık olursa bir kısmet var demektir.

Tütsü nazarı engeller.

Vızıltılı iri bir kara böcek eve girerse müjde var demektir.

Yemek üstü geleni kaynanası seviyor demektir.

Yemekten sonra bulaşıklar çok bekletilirse şeytanlar yalar.

Yılanın ayağını gören cennetlik olur.

Yılanın kuyruğu yıldız görünceye kadar ölmez.

Yıldız kayarken dilek tutarsan dileğin olur.

Yolcunun ardından su dökülürse su gibi kayar gider.

 

 

BATTEA

 

    Eğirdir gölü kuzeyinde bulunan, yeri tam saptanamayan bir ilk çağ köyü.

 

 

BAYBOĞAN  

 

    Konnebucağı’ndan Konya yoluna çıkarken solda kalan yarımadaya denir. Eğirdirli ve pek çok kişiler konum olarak buranın yeni bir yerleşim yeri olabileceğini düşünmektedirler. Doğal durumu, anayol üstü, elektrik enerjisine yakınlığı, Konnesuyu’na  yakınlığı, kanalizasyon  sorununun  kolay  çözülecek şekilde olması böyle bir düşüncenin doğmasına sebep olmuştur. Yakın geçmişte Orman Bakanlığı burayı ağaçlandırdı.

 

 

BAZIMA

 

    Bazlama demektir. Sac üstünde pişirilen bir parmak kalınlığında yuvarlak  ekmek. Mayalı  olur. Hamuru da, iyi  pişmesi için biraz cıvık olur.

 

 

BEDEVRE

 

    Keklik avlamak için yapılan bir çeşit tuzak. Bir  dikdörtgen  çerçeveye iki parçalı kapak yapılır. Kıl ip arasına alınarak  burkulur. Üzerine basıldığında kapak aşağı açılır. Basan  kuş içine düşünce burkulmuş ipin özelliğiyle kapak kapanır. Bu  düzenek kekliklerin geçtiği yerlere, su başlarına kazılan bir çukurun  üzerine  yerleştirilir, av yapılır.

 

 

BEDRE

 

    Eğirdir gölünün  batısında  bir  köydür.  Şimdi adı   Gökçeköy oldu. Eskiden  karpuzuyla meşhurdu. Yolu  kötü  olduğu  için  karpuzu kayıkla  getirirlerdi. Biz çocuklar da elden ele birkaç  karpuz  karşılığı  Pazar  yerine  aktarırdık.

 

 

BEHRİL DİVANE

 

    Sorumsuzca, serserice yaşayanlara denir. Harun Reşit zamanında yaşamış bir Behlül Dane vardır. Bizim Nasrettin Hoca’ya benzer... Sanıyorum bu söz, bu kültürün halk diline girmiş biçimidir. Tarikata kendini  vermiş, dünyayı umursamayan, hiçbir şeyi olmayanlara da denir.

 

 

BEKİR ÇELİK

 

    1939 yılında Eğirdir’de doğdu. İlk ve ortaokulu Eğirdir'de okudu. Liseyi İzmir Atatürk Lisesi'nde yatılı okuyarak bitirdi. İTÜ Maden Fakültesi'nden 1963 de Maden Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu. 1965-1970 yılları arasında Diyarbakır'da, DSİ X. Bölge Müdürlüğü emrinde Sondaj Teknik Şefi ve Şube Başmühendisi olarak görev yaptı. 1970 de MKE Kurumu, Kırıkkale Çelik Fabrikası'nda Şef Mühendis olarak göreve başladı. Değişik bölüm ve kademelerde çalışarak 1979 yılında fabrika müdürlüğüne getirildi.   

     Eylül 1980 de MKEK Genel Müdürlüğü emrine tayin oldu. Teknik Başmüfettişlik, Pazarlama ve İhracat Dairesi Başkanlığı, Proje Yöneticiliği, MKEK bağlı ortaklıklarından Hurdasan A.Ş. ve Elroksan A.Ş.'de Genel Müdürlük ve Yönetim Kurulu Başkanlıklarında bulundu. Genel Müdür Müşaviri iken 2001 yılında kendi isteğiyle emekli oldu. Halen İSVAK Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalışmaktadır. 

 

 

BEKİR TÜRK

 

    1908 yılında Eğirdir’de doğdu. Kale mahallesindeki Şavkular sülalesindendir. Şevki Efendi ve Adile hanımın çocuğudur. İzmir Öğretmen Okulunu bitirip 1929 yılında öğretmen oldu. Otuz yedi yıl çalıştı. 1972 yılında Isparta’da öldü. Şiirlerinden ikisi aşağıdadır;

   

 Gün Batarken

 

 Enginde bir güzel can atıyorken

 Ölümü düşünmek günah mı bilmem

 Suları bir hançer kanatıyorken,

 Gönlüme çökecek bin ah mı bilmem

 

 Hicran havasıyla estikçe yeller

 Akıyor sulara ölgün emeller

 Sarışın başından uzanan teller

 Gözüme bir hazin nigâh mı bilmem

 

 Ufuklar bir derin hayale daldı

 Enginde yükselen dağlar alçaldı

 Gözlerim kararan vadide kaldı

 Gönüller arası penah mı bilmem

 

 Çekildi ufkumdan o sevinç kızı

 Akıyor içime bir siyah sızı

 Görmesin göklerde gönül yıldızı

 Gözler de gönül de siyah mı bilmem

 

 Dalgalar

 

 Dalgalar gölde saklı

 Bir mavi tülde saklı

 Rüzgârlar estirince

 Başından gider aklı

 

 Dalgalar kabarmada

 Esinti var havada

 Hücuma uğradı bak

 Canada  Yeşilada

 

 Dalgalar arka arka

 Gelirler düşe kalka

 Kumlara çakıllara

 Bu çalım bu fiyaka

 

 Dalgalar dalgalanır

 Çalkanır havalanır

 Korkmayın çekinmeyin

 Dalgalar bizi tanır

 

 Dalgalar coşar gelir

 Ufuklar aşar gelir

 Hırslanır öfkelenir

 Sahile hep serilir

 

 

BELİK  BAHÇE

 

    Kale kapısından girince Devran Dededen sonraki sağ boşluğa denirdi. Kale mahallesinin güney yönü doldurulduktan sonra bu ad kullanılmaz oldu. Bu mahallenin çocuğu olduğum için oyunlarımızın çoğunu orda oynardık. Çünkü  mahallede  ordan geniş yer yoktu. “Belik” kelimesi Divanü-Lügat-it-Türk’te “Armağan” anlamındadır.

 

 

BELTAŞI

 

    Eski yazla yolunun en yüksek yerinden yazla tarafına inerken sol taraftaki dik kayaların altında odamsı bir boşluk vardır. Buraya Beltaşı denirdi. Beli ağrıyanlar yerden birkaç çöp alıp kırar, bu boşluğun bir köşesine koyar, arkaya doğru yatar, belini birkaç kez zorlardı. Böyle yapıldığı zaman bel ağrılarının geçeceğine  inanılırdı. Şimdi yol doldurulunca bu boşluk nerdeyse  yol hizasıyla olmuştur.

 

 

BENEK

 

    Armağan. Örneğin; “Arkadaşıma bir benek verdim.” Divanü -Lügat-it-Türk’te “Belék” olarak geçiyor.

 

 

BEREKET DEDE

 

    Karçınzade Süleyman Şükrü’nün Seyahat-ı Kübra adlı eserinde verdiği bilgiye göre Bereket Dede  mevlevidir. Şehir içinde türbesi vardır. Nerede olduğu tesbit edilemedi. Salih Şapçı'nın bilgisine göre yeri Medrese'nin güneybatı civarındadır.

 

 

BESDEL (Pestil)

 

    Pekmez belirli bir ölçüde daha kaynatılarak koyulaştırılırsa Pestil olur. Şırası pekmez toprağıyla işlem gören tatlı besdel, toprak katılmayan ise ekşi besdel olur. Ekşi besdel eritilerek pilav  yerken, benzer durumlarda komposto gibi içilir.

    Besdel ve pekmez baş parmakla işaret parmağı birleştirilerek bir leğende döğülürse rengi bal rengine döner. Bunun için besdel ve pekmez yapıldıktan sonra leğenlere konur, akşamları keliflerde komşu hısım böylece döğülür, bal rengi aldırılırdı.

 

 

BEYGİR HÜSNÜ

 

    Çok güçlü, iyi niyetli bir adamdı. Yoksuldu. Evinin geçimini sağlamak için en ağır yükleri taşırdı. Sırtından yük semeri eksik olmazdı. Ramazanlarda da davul çalardı. Ritmi çok güzel, başarılıydı. Tok sesiyle manileri türküleştirerek söylerdi. Hemşehriler, ondan sonra ramazanda davul çalanların hiçbirinin onun yerini tutamadığını söylerler. Onun  aklımda kalan manilerinden ikisini yazıyorum.

 

 Şekerim var ezilecek

 Has dülbentten süzülecek

 Çok bekletme güzel beyim

 Çok yerim var gezilecek

                                                                                                                     

 Aşağı cami direk ister

 Söylemeye yürek ister.

 Benim karnım toktur amma

 Arkadaşım börek ister

 

 

BEYLİK  KORU

 

   Taştepe'nin güneyindeki yöreye denir. Taştepe Kızılçubuk'un güneyidir. Yakın zamanda  toplu konut alanı olarak değerlendirilmiştir.

 

 

BEZ BAĞLAMAK

 

    Bir dilek, bir hastalık nedeniyle dileğin kabul olunması için su başlarına, kutsal yerlere ve yakınındaki ağaçlara bez  bağlanır. Şamanizm inancına göre onların ruhlarına saygı duyup, onlardan yardım dilemek amacı taşır. Türkler Müslüman  olduktan sonra bu geleneklerini bırakmamışlardır. Pınar pazarındaki pınarın üstünde bulunan ağaçlara, Eğirdir ve Yazla’daki türbelere bez parçası bağlanırdı. Şimdilerde böyle bir durum yoktur.

 

 

BICIGAN

 

    El ve ayakta derilerin yarılarak kan çıkma durumlarına denir.

 

 

BICILGAN OTU

 

    Geniş yapraklı uzun çayıra benzeyen bir ottur. Nemli ve sulak yerlerde bulunur. Dört beş yaprak birleştirilerek bükülür, hasır ipi haline getirilir, hasır dokumada kullanılır. Dikkat edilmezse eli jilet gibi keser.

 

 

BICIRGAN

 

    Bilimsel adı  Preissensia  polymorpha’dır. Gıcırgan da derler. Su içindeki kayaların üzerinde olurdu. Küçük  tatlı  su  midyeleridir. Dikkat  etmediğimizde  yürürken  ayaklarımızı keserlerdi. Balıkların  besin kaynağı idi. Deterjan olayından sonra gölde görünmez oldular. Balıklar da...

 

 

BİDDAK

 

    Çocukluğumdan hatırlıyorum. Giyimine, temizliğine  dikkat etmeyen  dilenen yaşlı, kirli bir kadındı. Öyle olanlara adı deyim olarak kalmıştır. Hatta kız çocuklarını seven  yaşlılar “Biddak” diye severlerdi. Nedeni, çocuğa  övücü  sözler söylenirse nazar değeceğine inanılır. Hâlâ çocukları “Çirkin” diye severler.

 

 

BİLMECELER

 

    Çocukluk günlerimde kış gecelerinde birbirimize sorduğumuz bilmecelerden aklımda kalanlarını yazıyorum.

 

 Het dedim

 Hüt dedim

 Kapı ardına yat dedim.                                                Süpürge

 

 Dağdan attım ölmedi

 Taştan attım ölmedi

 Suya attım ölüverdi                                                     Kağıt

 

 Hep hepi içinde

 Kafası dışında                                                            Çivi

 

 Dam başında

 Bir top bezim var                                                        Yuvga taşı

 

 Melemez melemez

 Ocak başına  gelemez                                                Sadeyağ

 

 Kapı ardında pekmez

 Süpürürüm süpürürüm gitmez                                     Güneş

 

 İbici

 Burnu eğrici                                                                Tahra

 

 Dağdan gelir taştan gelir

 Ardı açık enişten gelir                                                 Keçi

 

 Kayada kalbur aslı                                                      Kulak

 

 Yedi delikli tokmak

 Bunu bilmeyen ahmak                                                 Kafa

 

 Sarıdır safran gibi

 Okunur Kur’an gibi

 Ya bunu bileceksin

 Ya bu gece öleceksin                                                  Altın

 

 Ben giderim o gider

 Para para iz eder                                                        Baston

 

 Anasını sattığımın gâvuru

 Kulağına bassam bağırır                                             Tüfek

 

 Mavi atlas

 Makas kesmez

 Terzi dikmez                                                               Gökyüzü

 

 Minderde yapışır

 Yastıkta yapışmaz                                                      Dudak

 

 Altı mermer üstü mermer

 İçinde bir gelin oynar                                                   Ağız ve Dil

 

 Biz biz idik

 Otuz iki kız idik

 Ezildik büzüldük

 Bir sıraya dizildik                                                         Dişler

 

 

BİR EĞİRDİR TATLISI

 

    Çarşı fırınından çıkan sıcak bir ekmeğin karnı yarılır; içine ovularak tahin helvası konur, tekrar fırına verilir. Helva eriyip ekmeğe sindikten sonra fırından çıkarılır, yenir. Eski Eğirdir geleneklerinden biridir.

 

 

BİŞİ

 

    Orta büyüklükte kalın yuvarlak bir hamurun kızgın bol yağda kızartılmasıyla yapılan mayalı bir çeşit börektir.

Bişi hayırlı işlerin ardından, ölenlerin ardından, kazalardan sonra Tanrı’ya şükran sunmak için yapılır. Kişi seçmeden gelen geçen uzak yakın herkese dağıtılır. 

 

BOKGANİ

    Geçmişte Eğirdir'de yaşamış, kirliliğiyle ünlü bir kadınmış. Öyle olanlara böyle söylenildiği olur.

 

BOKLUTAŞ

 

    Kemik Hastalıkları Hastanesi ile Kapılar arasının gölden yana  olan büklüme denir. Eskiden burada dağdan yuvarlanmış 30-40 tonluk  taşlar vardı. O zamanlar bağlara yürüyerek sabahleyin gidilir, ikindin yürüyerek dönülürdü. Ne hikmetse sabah giderken ve ikindin dönerken  çoğu kişiler göl kıyısındaki bu taşların ardında abdest bozarlardı. O mevki de bu nedenle bu adla anılır.

 

 

BOKYEDİBAŞI

 

    Olmuş işi bozmaya çalışana denir. Bazen olayda doğru davranan kişiye, işine gelmeyenler kötülemek için de söylerler.

 

 

BOSTAN KABAĞI

 

    Çok iri olduğu halde kartlaşmaz, çekirdeği süt kalır. Süt  ve tereyağla  pişerse  çok lezzetli olur. Sanırım kültürü  Türkmenistan’dan gelmedir. Anadolunun  çok  yerini gezdim, bu kabak türünü görmedim.

 

 

BOYALI

 

    Bugünkü adı Büyükgökçeli olan Findos’un doğu tepesinin ardında bacak kalınlığında bir su çıkar. Pınarın alt tarafında çok yaşlı bir karadut ağacı ve tapınak denebilecek kalıntılar vardır. 1850 lerden sonra bu mevki Eğirdirli Rıza Efendinin çiftliği olmuştur. 1873 te Eğirdir’de Rüştiyenin açılmasında bu kişinin yardımları olmuştur. Çiftlik evi tapınak kalıntısının üstüne  yapılmıştır. 458 tarihli kilise kayıtlarında Findos’ta bir piskoposluk olduğu yazılıdır. Bu kalıntının bununla ilgili olduğu, Boyalı adının da resimli kiliseden kaldığı akla geliyor.

     Ayrıca Aristov'un "Türk Halklarının Etnik Yapısı" kitabında Kırgızlar arasında "Bayulı" boyu geçer. Barla yakınlarındaki "Boyalı" mevkisinin "Bayulı" kelimesiyle ilgili olabileceğini düşündürüyor. İlama Boyalı'nın yakınlarındadır. Kırgız destanı olan Manas'ın kahramanlarından birinin adının İlama olması tarihsel açıdan da düşünmeye değer.

     Rızaefendi çiftliğinin yerinin adının da Boyalı olması burda bir kültür odağı olduğunu gösteriyor.

 

 

BOYALI –BARLA

 

    Şimdi mahalle olmuş eski bir çiftlik adıdır.

 

 

BOZLUVA  

 

    “Boğazova”nın bozulmuş şeklidir. Boğaz sözcüğü genelde bileşik kelime olduğu zaman “Boz “ şekline dönüşüyor. Boğazın önü’nün “Bozanönü” olduğu gibi.

    Boğazova ‘nın çevresinde 6-7 bin yıllık yerleşim izleri vardır. Bilhassa Konnebucağı, Meseyin, Pınarpazarı, Sarıcıkarası dolaylarında görülür. İki üç metre toprak altında Roma dönemi kalıntılarına da raslanır. Verimli bir toprak olduğu için tarih öncesi ve tarih boyunca yararlanılmıştır. Göl kıyısında üç dört yerde büyük yapıların temelleri vardır. Zamanla dolan göl tabanının sonucu suların yüselmesiyle Boğazova sular altında kalmış, tarım yapılamaz hale gelmiştir. Boğazova’yı bu durumdan kurtarmak için bazı teşebbüsler yapılmıştır. Bu teşebbüslerden bilinen ilki 1567 yılında olmuştur. Ama sonuçsuz kalmıştır. İkinci meşrutiyette Eğirdir’den mebus seçilen Hacı Burhan 1910 larda bataklığı kurutmak için bir teşebbüste bulunduysa da  sonuç alınamamıştır. 1952 yılında kanal açılıp “Irmak” kontrol altına alınmıştır.

 

 

BÖCÜ BÖRTÜ

 

    Böcekler ve kurtlar demektir. Burada  kurt sözüyle  kelebek larvaları anlatılır. Eski Türk dilinde Börte; kurt anlamında kullanılır.

 

 

BUNALTMA ÇUBUK

 

    Dikilecek asma türünün güçlülerinden 60-70cm kadar uzunlukta kesilir. Bir demet yapılır. Bir çuvala ya da hasıra sarılıp bir çukura gözlerinin  yönü aşağı gelecek şekilde gömülür, kümbet yapılır. Bir süre sonra köklenince asma çukuruna dikilir.

 

 

BURCU BEY HAMAMI

 

    Yazla hamamı da denirdi. Şimdiki yangın evlerinin olduğu yerdeydi. Biraz üstünde bilek kalınlığında buz gibi bir su akan pınar vardı. 1480 lerden sonraki kayıtlarda Burcu Bey Zaviyesinin Burcu Hamamı olarak adı geçiyor. Kullanıldığını bilen yoktur. 1430 lardan sonra yapıldığını sanıyorum. Orta büyüklükte tuğla ve harçla yapılmış bir hamamdı. 1970 lerde yıkıldı. Yangın evleri yapıldı.

    Karçınzade Süleyman Şükrü  eserinde bu hamamdan bakımsız, işlemez durumda diye bahseder. Buna göre 1880 yılından önce işlemez olduğu anlaşılıyor.

    Bazı kaynaklarda “Buzcu” diye yazıyorsa da biz çocukluğumuzdan beri bu zaviyenin olduğu evde oturanlara “Burcular” deriz.

 

 

BURCU BEY

 

    Eğirdir, Osmanlı yönetimine geçtikten sonra birçok yöneticiler gelmiştir. Bu yöneticilerden biri Hızır Bey ya da Hızır Ağa dır. Bu Hızır Bey, Şeyhülislam Berdai’yi Hacda Eğirdir’e davet eden kişidir. Burcu Bey de Hızır Beyin çevresindeki kumandanlardan biri olabilir. Ün dergisinde Turan Dağlıoğlu‘nun “Hızır Bey Vakfiyesi” adlı yazısında Burcu  Beyin adı geçer.

    Hızır Bey 1429 tarihli vakfiyede birçok  mallarını Şeyhülislam Berdai zaviyesinin o günkü mütevellisi olan Pir Muhammet Hoyi ve evlatlarına vakfettikten sonra imzalayanların arasında Burcu Beyin de adı vardır.

    Burcu beyin yazlada Hangah altında bir evin bahçesinde basit bir türbesi vardı. Evde oturanlara da “Burcular” denirdi. Sanıyorum bu ev Burcu Bey zaviyesinin kalıntısı idi. Burcu Bey bir zaviye kurmuş; bu zaviyenin üzerine de Gönen’deki Kavacık köyü, Avşar’daki Suluköy, Sevinçbey’deki bazı bağlarını vakfetmiştir. Ayrıca Burcu Bey hamamından hisse aldığı yazılıdır. Bu hamamdan Zorti Baba için eski kayıtlarda “Burcu Bey hamamından pay alıyor.” sözü geçiyor. Bir Burcu mescidi de olduğu kayıtlarda vardır. Bu mescide Burdur’da on dükkan bağışlıydı.

    Burcu Bey vakfiyesinden kalan binalar 1970 lerde kaldırılarak Belediye yangın evleri yapıldı. Burcu hamamı 1945 lerde harap halde idi. İçinde oynardık. Bol kireç harçlı ve tuğlayla yapılmış orta büyüklükte bir hamamdı.

     Şimdi Burcu Bey türbesi yarı yıkık, perişan bir durumdadır. Altı yüz yıllık tarihi olan bu türbeyle umarım ilgililer ilgilenir.

     Kıpçak boylarından birinin adı "Burcoğlı" dır. İlgisi düşünülmeye değer. (N.A. Aristov)

 

 

BURHAN

 

    Türklerin bir bölümü, başta Uygurlar Müslüman olmadan önce Budist idiler. Din etkisiyle çocuklarına Buda’nın adını koyarlardı. Türk‘lere Buda adı, ”Burhan” şeklinde geçmiştir. Hazreti Muhammed adının Mehmet, Ahmet, Mahmut, Mahmat olarak geçmesi gibi.

 

 

BUZ SÜRMESİ  

 

    Bazı yıllar göl 40-50cm donar. Marta  doğru erimeye başlayınca parçalanan  buzlar  dalgalarla  kıyılara  yığılır. Öyle olur ki setler haline gelir, muazzam bir güç oluştururlar. Kıyıdaki  büyük ağaçları bile kökünden kazır, çatmaları parçalarlar. Buna buz sürmesi denir.1949 yılındaki böyle bir donda buz sürmesi sonucu çok büyük çınar ağaçları zarar gördü.

 

 

BUZATI  

 

    Göl kalın donduğu zamanlarda kullanılan bir araçtır. Bir  insanın bağdaş kurup ya da diz üstü oturabileceği büyüklükte  alçak  bir iskemledir. Ön tarafı yukarıya  meyillidir. En altına buzda  süratle kayması için kemik yerleştirilir. Söylenilene göre en iyi kemik  köpek kemiği imiş. Üzerine oturulduktan sonra uçları sivri demirli iki değnekle –ki buna “mizmile” derler– itilerek, buz üstünde  süratle gidilir. Bunun biraz daha büyüğü yapılarak karşı dağ  kıyılarından odun getirildiği olur.1949 yılındaki büyük donda bu  olayları gördüm.

    Ortaasyadaki Hakas Türkleri bölgesinde benzer şekilde buzlu arazide gittikleri Radlof’un "Sibirya'dan" adlı kitabında bahsedilmektedir.

 

 

BÜTÜNET

 

    Ziyafet ve düğün yemeğidir. Büyük bir sahandaki bulgur pilavı üzerine 3-4 kg kadar, büyük parçalar halinde haşlanmış erkeç ya da keçi eti konur. Pilavla beraber yenir. Pilav da et suyuyla pişirilir. Et bir taşım kaynatılır. Etler çıkarılır. Soğuk suyla yıkanır. Kaynayan su dökülür. Yeniden su koyup pişirilir.

 

 

YÜLER

 

    Geçmişte büyü yaşamda çok yer tutardı. Çocukluğumda çevremde yapılan, duyduğum büyülerden birkaçını yazıyorum.

    - Bir kişi başka kişinin kendini sevmesini istiyorsa bir demirin bir tarafına kendi, diğer tarafına sevmesini istediği kişinin adını yazar, ocağa gömer. Ateş yanıp demir ısındıkça sevmeyen kişi onu severmiş.

     - Bir düşmanın adını sabunun üstüne yazar, iğne batırıp kuyuya ya da derin bir suya atarsan sabun eridikçe düşman da erir ölürmüş.