Bu küplerin bulunduğu yere Sakahane de denirdi. Türbenin dağ tarafında, dağın kıyısında barakalar içinde 10 – 15 kadar küp vardı. Bu büyük küpleri Baba Sultan Türbesiyle ilgilenenler, hayırseverler sabahın erken saatlerinde gölden doldururlardı. Bu küplerdeki sular daima soğuk olurdu. Sebebi buradaki fay yarıklarından soğuk havanın gelmesidir. Uzun bir süre bu fay yarıklarına kanalizasyon akıntısı verilmiştir.
Bektaşi tarikatı kurulduktan sonra tarikatın ileri gelenleri Anadolu'nun çeşitli yerlerinde tarikatlarını yaymak için zaviyeler açmışlardır. Buralarda yoksulları doyurmuşlar, hem amaçları doğrultusunda eğitim vermişlerdir. O çağda Eğirdir bilim merkezlerinden biri olduğu için Baba Sultan’ın gözde adamlarından Ebu Musa oğlu Şeyh İsa Deduki’ye Eğirdir’de bir zaviye açma görevi verilmiştir. Deduk, Hazar denizinin kıyı şehirlerinden biridir. Şeyh İsa Deduki Eğirdir’e gelmiş, Hamidoğlu II.İlyas Beyle görüşüp 1357 yılında zaviyeyi tamamlamıştır. Zaviyeye de tarikatın başı Baba Sultan’ın adı verilmiştir. İlyas Bey zaviyenin yerini ve katranlık bölgesini bağışlamıştır. Timur’dan sonra bu yöreler Karamanoğullarının eline geçince Karamanoğlu Ali Bey 1407 yılında zaviyeye hayli arazi vakfetmiştir. 1413 tarihinde Eğirdir tekrar Osmanlıların eline geçince bir komutan olan Pir Hüseyin Bey de 1420 yılında büyük çapta bir arazi vakfetmiştir. Şimdi burada bir kitabe vardır. Zaviyeye ait olup türbede yatana ait olmayan bu kitabenin türkçesi Cemal Tosun’un okuyuşuna göre şöyledir;
“Alemlerin rabbı olan Ulu Tanrıya ve sena ve onun resulü peygamberimiz Muhammed ve onun sülalesi ve temiz adamları ve sahabelerine salat ve selamdan sonra beyan eylerim ki bu Buk’a Hamidoğullarından büyük ve güçlü emir Hüsamettin İlyas Bey zamanında ve onun büyük yardımlarıyla 759 hicret senesinde Allah'ın merhametine muhtaç fakir kulu Ebu Musa Oğlu İsa Deduki tarafından yaptırılmıştır. Büyük Emirin yardımlarını Allah mübarek eylesin.”
Baba Sultan zaviyesi yeniçeri ocaklarının dağıtılmasıyla bütün yurtta olduğu gibi burda da kaldırılmıştır. Tanzimat fermanından sonra tekrar faaliyete geçirilmişse de Cumhuriyet devrinde kanunla tekkeler kapatılınca burası da kapanmıştır.
Şimdi olmayan Baba Sultan zaviyesi hakkında Cemal Tosun bu bilgileri verir.
1407 de tanzim edilmiş bir vakfiyeye göre Şeyh Dediği adındaki bir zatın bir zaviyesi olduğu İsmail Hakkı Konyalı'nın Beyşehir Tarihi kitabında yazılıdır.
1476 yılında Fatih Sultan Mehmet'in yazdırdığı İlyazıcı defterinde, aynı kitapta Doğanhisar-Tekke köyünde Dadiği Sultan adında bir zaviye olduğu kayıtlıdır. Torunlarından Toruncan Çelebi Konya'da bir zaviye yaptırmıştır. Bu kişi İsa Deduki midir ? Hemşerisi midir ? Araştırılması gerekir.
1357 Baba Sultan zaviyesinin yapılma tarihidir. Aynı adla 1407 de tanzim edilen vakfiyeye göre, yöre yakınlığı da düşünülerek değerlendirmek yararlı olur.
Şimdiye kadar Baba Sultan türbesi üzerine ayrıntılı çalışmayı Cemal Tosun yapmıştır. Onun Bektaşilik Tarihi, elyazması Bektaşilik Ziyaret Yerleri Risalesi, Murat Sertoğlu’nun On İki İmam adlı tefrikası, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Kitabeler adlı eseri ve ansiklopedilerden yaptığı incelemelere göre Baba Sultan’ın kimliği şöyledir;
“Bektaşi tarikatının Çelebiler kolunun savlarına göre Baba Sultan Hacı Bektaş Veli’nin torunudur. Adı Mürsel’dir. Babası Hızır Lale Sultan’dır. O devirde din ulularının soyundan gelenlere Sultan denildiği için Mürsel’e de, Mürsel Sultan denilmiştir. Mürsel Sultan büyüdükçe Bektaşi tarikatının gerektirdiği bilgi ve töreleri kazanınca Baba ünvanını almıştır. Sonradan adı kullanılmamış, Baba Sultan olarak anılmıştır. Bektaşi tarikatında Baba sözcüğü liderlik ifade eden bir ünvandır. Baba Sultan Bektaşi tarikatının dördüncü halifesidir. 1357-1369 yılları arasında Bektaşi postunda oturmuştur. Halife bulunduğu sıralarda tarikatın ileri gelen ve güvenilir adamlarından Ebu Musa oğlu Şeyh İsa Deduki’yi Eğirdir’e gönderip bir zaviye yaptırmış ve kendi adını vermiştir.
Baba Sultan yaşlandığı vakit kendi adına yaptırdığı zaviyesine gelmiş, bir müddet sonra ölmüş, vasiyeti üzerine şimdiki türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir. Türbe sonradan yaptırılmıştır. İslamda kabirlere tarih ve isim yazılması yasak olduğundan ölüm tarihi ve isim yazılmamıştır. Tahminen ölümü 1370-1380 yılları arasındadır.
Baba Sultan’ın bir askeri mücahit olduğunu söyleyenler varsa da bu sözün dayanağı yoktur. Bu iddia vaktiyle türbede kılıç kalkan gibi bazı silahların bulunmasındandır. Bilindiği gibi Osmanlı ordusunun piyade askerleri yeniçerilerden oluşmuştu. Yeniçeriler çoğunlukla Bektaşi tarikatına kayıtlı oldukları için Bektaşi Babaları onların manevi lideri idi. Savaş zamanların askerlere maneviyat vermek için padişahlar Bektaşi Babalarını savaşa davet ederlerdi. İşte türbede görülen silahların sebebi budur. Cemal Tosun’un önemle vurguladığı nokta Baba Sultan türbesi yanında bulunan kitabe türbeye ait değildir, zaviyeye aittir.
Böcüzade Süleyman Sami 1900 lerdeki Baba Sultan’ı anlatırken “Türbenin etrafında şeyhlere ve türbedarlara mahsus evler, misafir hücreleri, mutfak bulunmaktadır.” der.
Zorti Baba’nın türbesi de Baba Sultan türbesinin göl tarafında idi. 1926 da kapanıncaya kadar burada vakıf paralarıyla yoksullara yemek verilirdi. Bu konuda akrabam 1916 doğumlu Hasan Güngör’den duyduğum, ibret verici bir hikayeyi buraya eklemek istiyorum.
“Baba Sultan’da yoksullara yemek verilirmiş. Ordaki bir kadın çıkrıkta ip eğirirken Barla’ya gitmek isteyen bir Rum soğuktan orada kalmak, karnını doyurmak istemiş. İp eğiren kadın “gavur” diye Rum'u kovmuş, içeri almamış. Rum biraz uzaklaşınca Erenler kadının çıkrığını aldığı gibi göle atmış. Kadın kusurunu anlamış. Ardından koşup yalvar yakar Rum'u almış gelmiş. Yemeğini yedirip, hizmet etmiş. İş bittikten sonra bir de bakmış çıkrığı yerine konmuş...”
Köprübaşı’na varmadan dağla göl arasında kalan yere denirdi. Bataklık idi. Durgun olduğu için balık, kurbağa çok olurdu. Alan süsenlerle kaplı idi. Eğirdir’in inekleri çoğunlukla orda otlardı. Bahar başında süsenler sapsarı çiçek açınca çok güzel bir manzara olurdu. Bağdan ikindin Eğirdir’e dönüşte onbinlerce kurbağa seslerinden yer gök inlerdi.
O zaman büyüklerimizin dediğine göre kurbağalar, “Yaz gelsin de bir çardak yaptırayım.” diye vıraklarlarmış. Eğirdirlinin ağzında burayla ilgili bir espri bile vardı. Bir kişi yapacağı bir işte aşırı hayalci olursa:
“Babralıktaki inekler Ummaaa diye bağırıyor.” derlerdi. Şimdi o alanın ortasından karayolu geçiyor. Kuzeyinde Su Ürünleri Araştırma Enstitüsü, güneyinde Su Ürünleri Fakültesi yer alıyor.
Guatr hastalığına verilen addır. Geçmişte yöremizde yaygın bir hastalıktı.
Eğirdir’de geniş bir sülaledir. 1877 Plevne muhasarası ve yenilgisinden sonra Ruslar Balkanlara sarkmaya başlayınca anayurta Rusçuk’tan Pazarcık’tan, Hazergrad dolaylarındaki Balçık’dan göçler oldu. Bu arada Isparta’ya yerleşenler olduğu gibi çevresinde de köyler kuruldu. Eğirdir’de böyle anılanlar bu göç dalgasıyla gelenlerin torunlarıdır. Böcüzade Süleyman Sami’nin verdiği bilgiye göre bu kurulan köyler Senir yakınlarında Cedit, Çığrı yaylasında Başmakçı, Eber cihetinde Kavakalanı, Ümraniye, Kılıç köyü yakınlarında Hazergrad’dır. Balçık’ın bugünkü adı Karvuna’dır.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Balçık kasabasını şöyle anlatır.
“Balçık Varna’nın kuzeyinde, Karadeniz kıyısında bir Deliorman kasabasıdır. Yalçın kayalı bir yüksek dağın eteğindedir. 500 hanedir. Gemiler girer çıkar.”
Geçmişte Hıristiyanlaşmış bir Türk ailesinden gelen Balık Bey bu bölgede Gagavuz Devleti kurmuş, Balçık (Karvuna) şehrini de devletin başkenti yapmıştır. Resmi dini Hıristiyanlık idi.
Balığı temizleyip pişecek hale getirme işi.
Sülük, solucan, suyun içinde güneşte şişmiş buğday tanesi, yengeç, bilhassa yumuşak yengeç, kerevit, ekmek içi, dut, danaburnudur. Sudak balığının göle atılmasından sonra kendi etiyle avlanmıştır. Daha sonraları susam, haşhaş küspesiyle çapak da avlanmıştır.
Bir Roma askeri garnizonu olarak kurulduğu ifade edilir. Antik adı Parlais’tir. Bedre köyü yakınlarda Prostanna ile Parlais’in sınırlarını belli eden bir yazı vardır. Yerleşimin eskiliği bakımından önemlidir. Toprağı verimsiz olduğu için insanları Ankara’da, İstanbul’da çoğu tuhafiye, konfeksiyon, tekstil üzerine iş kurmuşlardır. Dışa açılışlarının tarihi eskidir. Değerli ilim adamları yetiştirmiştir.
İstanbul’da bir zamanlar bir yerde bir kişiyle karşılaştım;
“Nerelisin?” dedi.
“Eğirdirliyim.” dedim.
“Barlalı değilsin ya..” dedi.
Ben: “ Değilim..” dedim.
“Aman Barlalı olma..” dedi.
“Neden ?” dedim. “Barlalılar iyi insanlardır.”
“Elbette..” dedi. “Kim ki Isparta’nın Eğirdir’in Barla’sından, cin eker, şeytan biçer tarlasından..” diye ekledi. Herhalde o kişi bana Barlalıların ticari başarılarını anlatmak istedi.
Üzüm, ceviz, badem toplandıktan sonra asmada, ağaçta kalanlara denir. Bunları toplamak hırsızlık sayılmazdı. Bu toplama işini daha çok çocuklar yapardı.
Aniden titreyeni Azrail yoklamış demektir.
Ateşin üstüne işenmez, şeytan çarpar.
Ateşle oynayan çocuk yatağa işer.
Avın kanı silaha sürülürse avcının şansı açık olur.
Ayağını sürüyerek gidersen gittiğin yere ardından misafir gelir.
Ayak üstünden atlanırsa ayak sahibinin boyu kısa kalır.
Başının tepesinde iki saç dönemeci olan iki kez evlenir.
Bir kişinin kulağı çınlarsa biri onu anıyor demektir.
Birbirine soğuk su serpenin araları da soğur.
Bir şeyi ters giyenin işi de ters gider.
Çocuğun düşen göbeği evin içine saklanırsa çocuk evine düşkün olur.
Çocuk apalarsa misafir gelir.
Çok esneyene nazar değmiş demektir.
Damda karga öterse eve haber var demektir.
Düşünde diş çektirenin evinden ölü çıkar.
Ebemkuşağının altından isteyerek geçen kızsa erkek, erkekse kız olur.
Ekmeğin yanığını yiyenin nişanlısı güzel olur.
Eller göğüste bağlanırsa baht bağlanır.
Evin çevresinde bir köpek uzun uzun ulursa o evden ölü çıkar.
Evin damında baykuş öterse o evden ölü çıkar.
Gece sakız çiğnemek ölü eti çiğnemektir.
Gece tırnak kesmek uğursuzluk getirir.
Geceleri aynaya bakmak günahtır.
Gök gözlüden hayır gelmez.
Göle taş atılırsa ahirette kirpikle çıkarılır.
Islık çalarsan şeytanlar başına toplanır.
İlk yağan kar kurtlu olur, yenmez.
Kapı eşiğinde oturanı şeytan çarpar.
Kedi eliyle yüzünü yıkarken kulağından aşırırsa eve misafir gelir.
Kediyi öldüren yedi cami yapsa günahını ödeyemez.
Kırk perşembe çamaşır yıkayan ev sahibi olur.
Kurbağaya dokunursan elin siğil olur.
Kuyuya eğilip bakarsan şeytanlar çeker.
Küçük çocuk bacaklarının arasından bakarsa misafir gelir.
Mavi boncuk takılan çocuğa nazar değmez.
Meyva vermeyen ağaçlar balta ile korkutulursa meyva verirler.
Odun ocakta yanarken alevli bir tıslama yaparsa onu biri anıyor
demektir.
Ölünün karnının üstüne demir konursa ölü şişmez.
Ön dişlerinin arası açık olan şanslı olur.
Sabahları soldan kalkanın işi rast gitmez.
Sabun elden alınırsa kavga olur. Bir yere konulup ordan alınmalıdır.
Sağ gözün seyremesi sağlık, sol gözün seyremesi varlıktır.
Sakız çiğneyen erkeğin bıyığı eğri biter.
Satış yaparken ilk müşterinin parası yere atılıp alınır ya da sakala
sıvazlanırsa o günün satışı iyi olur.
Sıcak küle su dökersen şeytanlar çarpar.
Sigara yandan yanarsa yolculuk var demektir.
Sofrada dize ekmek koymak günahtır.
Sofrada elindeki ekmeği bitirmezsen ayağını köpek kapar.
Soğan kabuğu çöpe atılmaz,şeytanların parasıdır.
Tava dibi sıyıranın düğününde kar yağar.
Tırnakta aklık olursa bir kısmet var demektir.
Tütsü nazarı engeller.
Vızıltılı iri bir kara böcek eve girerse müjde var demektir.
Yemek üstü geleni kaynanası seviyor demektir.
Yemekten sonra bulaşıklar çok bekletilirse şeytanlar yalar.
Yılanın ayağını gören cennetlik olur.
Yılanın kuyruğu yıldız görünceye kadar ölmez.
Yıldız kayarken dilek tutarsan dileğin olur.
Yolcunun ardından su dökülürse su gibi kayar gider.
Eğirdir gölü kuzeyinde bulunan, yeri tam saptanamayan bir ilk çağ köyü.
Konnebucağı’ndan Konya yoluna çıkarken solda kalan yarımadaya denir. Eğirdirli ve pek çok kişiler konum olarak buranın yeni bir yerleşim yeri olabileceğini düşünmektedirler. Doğal durumu, anayol üstü, elektrik enerjisine yakınlığı, Konnesuyu’na yakınlığı, kanalizasyon sorununun kolay çözülecek şekilde olması böyle bir düşüncenin doğmasına sebep olmuştur. Yakın geçmişte Orman Bakanlığı burayı ağaçlandırdı.
Bazlama demektir. Sac üstünde pişirilen bir parmak kalınlığında yuvarlak ekmek. Mayalı olur. Hamuru da, iyi pişmesi için biraz cıvık olur.
Keklik avlamak için yapılan bir çeşit tuzak. Bir dikdörtgen çerçeveye iki parçalı kapak yapılır. Kıl ip arasına alınarak burkulur. Üzerine basıldığında kapak aşağı açılır. Basan kuş içine düşünce burkulmuş ipin özelliğiyle kapak kapanır. Bu düzenek kekliklerin geçtiği yerlere, su başlarına kazılan bir çukurun üzerine yerleştirilir, av yapılır.
Eğirdir gölünün batısında bir köydür. Şimdi adı Gökçeköy oldu. Eskiden karpuzuyla meşhurdu. Yolu kötü olduğu için karpuzu kayıkla getirirlerdi. Biz çocuklar da elden ele birkaç karpuz karşılığı Pazar yerine aktarırdık.
Sorumsuzca, serserice yaşayanlara denir. Harun Reşit zamanında yaşamış bir Behlül Dane vardır. Bizim Nasrettin Hoca’ya benzer... Sanıyorum bu söz, bu kültürün halk diline girmiş biçimidir. Tarikata kendini vermiş, dünyayı umursamayan, hiçbir şeyi olmayanlara da denir.
1939 yılında Eğirdir’de doğdu. İlk ve ortaokulu Eğirdir'de okudu. Liseyi İzmir Atatürk Lisesi'nde yatılı okuyarak bitirdi. İTÜ Maden Fakültesi'nden 1963 de Maden Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu. 1965-1970 yılları arasında Diyarbakır'da, DSİ X. Bölge Müdürlüğü emrinde Sondaj Teknik Şefi ve Şube Başmühendisi olarak görev yaptı. 1970 de MKE Kurumu, Kırıkkale Çelik Fabrikası'nda Şef Mühendis olarak göreve başladı. Değişik bölüm ve kademelerde çalışarak 1979 yılında fabrika müdürlüğüne getirildi.
Eylül 1980 de MKEK Genel Müdürlüğü emrine tayin oldu. Teknik Başmüfettişlik, Pazarlama ve İhracat Dairesi Başkanlığı, Proje Yöneticiliği, MKEK bağlı ortaklıklarından Hurdasan A.Ş. ve Elroksan A.Ş.'de Genel Müdürlük ve Yönetim Kurulu Başkanlıklarında bulundu. Genel Müdür Müşaviri iken 2001 yılında kendi isteğiyle emekli oldu. Halen İSVAK Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalışmaktadır.
1908 yılında Eğirdir’de doğdu. Kale mahallesindeki Şavkular sülalesindendir. Şevki Efendi ve Adile hanımın çocuğudur. İzmir Öğretmen Okulunu bitirip 1929 yılında öğretmen oldu. Otuz yedi yıl çalıştı. 1972 yılında Isparta’da öldü. Şiirlerinden ikisi aşağıdadır;
Gün Batarken
Enginde bir güzel can atıyorken
Ölümü düşünmek günah mı bilmem
Suları bir hançer kanatıyorken,
Gönlüme çökecek bin ah mı bilmem
Hicran havasıyla estikçe yeller
Akıyor sulara ölgün emeller
Sarışın başından uzanan teller
Gözüme bir hazin nigâh mı bilmem
Ufuklar bir derin hayale daldı
Enginde yükselen dağlar alçaldı
Gözlerim kararan vadide kaldı
Gönüller arası penah mı bilmem
Çekildi ufkumdan o sevinç kızı
Akıyor içime bir siyah sızı
Görmesin göklerde gönül yıldızı
Gözler de gönül de siyah mı bilmem
Dalgalar
Dalgalar gölde saklı
Bir mavi tülde saklı
Rüzgârlar estirince
Başından gider aklı
Dalgalar kabarmada
Esinti var havada
Hücuma uğradı bak
Canada Yeşilada
Dalgalar arka arka
Gelirler düşe kalka
Kumlara çakıllara
Bu çalım bu fiyaka
Dalgalar dalgalanır
Çalkanır havalanır
Korkmayın çekinmeyin
Dalgalar bizi tanır
Dalgalar coşar gelir
Ufuklar aşar gelir
Hırslanır öfkelenir
Sahile hep serilir
Kale kapısından girince Devran Dededen sonraki sağ boşluğa denirdi. Kale mahallesinin güney yönü doldurulduktan sonra bu ad kullanılmaz oldu. Bu mahallenin çocuğu olduğum için oyunlarımızın çoğunu orda oynardık. Çünkü mahallede ordan geniş yer yoktu. “Belik” kelimesi Divanü-Lügat-it-Türk’te “Armağan” anlamındadır.
Eski yazla yolunun en yüksek yerinden yazla tarafına inerken sol taraftaki dik kayaların altında odamsı bir boşluk vardır. Buraya Beltaşı denirdi. Beli ağrıyanlar yerden birkaç çöp alıp kırar, bu boşluğun bir köşesine koyar, arkaya doğru yatar, belini birkaç kez zorlardı. Böyle yapıldığı zaman bel ağrılarının geçeceğine inanılırdı. Şimdi yol doldurulunca bu boşluk nerdeyse yol hizasıyla olmuştur.
Armağan. Örneğin; “Arkadaşıma bir benek verdim.” Divanü -Lügat-it-Türk’te “Belék” olarak geçiyor.
Karçınzade Süleyman Şükrü’nün Seyahat-ı Kübra adlı eserinde verdiği bilgiye göre Bereket Dede mevlevidir. Şehir içinde türbesi vardır. Nerede olduğu tesbit edilemedi. Salih Şapçı'nın bilgisine göre yeri Medrese'nin güneybatı civarındadır.
Pekmez belirli bir ölçüde daha kaynatılarak koyulaştırılırsa Pestil olur. Şırası pekmez toprağıyla işlem gören tatlı besdel, toprak katılmayan ise ekşi besdel olur. Ekşi besdel eritilerek pilav yerken, benzer durumlarda komposto gibi içilir.
Besdel ve pekmez baş parmakla işaret parmağı birleştirilerek bir leğende döğülürse rengi bal rengine döner. Bunun için besdel ve pekmez yapıldıktan sonra leğenlere konur, akşamları keliflerde komşu hısım böylece döğülür, bal rengi aldırılırdı.
Çok güçlü, iyi niyetli bir adamdı. Yoksuldu. Evinin geçimini sağlamak için en ağır yükleri taşırdı. Sırtından yük semeri eksik olmazdı. Ramazanlarda da davul çalardı. Ritmi çok güzel, başarılıydı. Tok sesiyle manileri türküleştirerek söylerdi. Hemşehriler, ondan sonra ramazanda davul çalanların hiçbirinin onun yerini tutamadığını söylerler. Onun aklımda kalan manilerinden ikisini yazıyorum.
Şekerim var ezilecek
Has dülbentten süzülecek
Çok bekletme güzel beyim
Çok yerim var gezilecek
Aşağı cami direk ister
Söylemeye yürek ister.
Benim karnım toktur amma
Arkadaşım börek ister
Taştepe'nin güneyindeki yöreye denir. Taştepe Kızılçubuk'un güneyidir. Yakın zamanda toplu konut alanı olarak değerlendirilmiştir.
Bir dilek, bir hastalık nedeniyle dileğin kabul olunması için su başlarına, kutsal yerlere ve yakınındaki ağaçlara bez bağlanır. Şamanizm inancına göre onların ruhlarına saygı duyup, onlardan yardım dilemek amacı taşır. Türkler Müslüman olduktan sonra bu geleneklerini bırakmamışlardır. Pınar pazarındaki pınarın üstünde bulunan ağaçlara, Eğirdir ve Yazla’daki türbelere bez parçası bağlanırdı. Şimdilerde böyle bir durum yoktur.
El ve ayakta derilerin yarılarak kan çıkma durumlarına denir.
Geniş yapraklı uzun çayıra benzeyen bir ottur. Nemli ve sulak yerlerde bulunur. Dört beş yaprak birleştirilerek bükülür, hasır ipi haline getirilir, hasır dokumada kullanılır. Dikkat edilmezse eli jilet gibi keser.
Bilimsel adı Preissensia polymorpha’dır. Gıcırgan da derler. Su içindeki kayaların üzerinde olurdu. Küçük tatlı su midyeleridir. Dikkat etmediğimizde yürürken ayaklarımızı keserlerdi. Balıkların besin kaynağı idi. Deterjan olayından sonra gölde görünmez oldular. Balıklar da...
Çocukluğumdan hatırlıyorum. Giyimine, temizliğine dikkat etmeyen dilenen yaşlı, kirli bir kadındı. Öyle olanlara adı deyim olarak kalmıştır. Hatta kız çocuklarını seven yaşlılar “Biddak” diye severlerdi. Nedeni, çocuğa övücü sözler söylenirse nazar değeceğine inanılır. Hâlâ çocukları “Çirkin” diye severler.
Çocukluk günlerimde kış gecelerinde birbirimize sorduğumuz bilmecelerden aklımda kalanlarını yazıyorum.
Het dedim
Hüt dedim
Kapı ardına yat dedim. Süpürge
Dağdan attım ölmedi
Taştan attım ölmedi
Suya attım ölüverdi Kağıt
Hep hepi içinde
Kafası dışında Çivi
Dam başında
Bir top bezim var Yuvga taşı
Melemez melemez
Ocak başına gelemez Sadeyağ
Kapı ardında pekmez
Süpürürüm süpürürüm gitmez Güneş
İbici
Burnu eğrici Tahra
Dağdan gelir taştan gelir
Ardı açık enişten gelir Keçi
Kayada kalbur aslı Kulak
Yedi delikli tokmak
Bunu bilmeyen ahmak Kafa
Sarıdır safran gibi
Okunur Kur’an gibi
Ya bunu bileceksin
Ya bu gece öleceksin Altın
Ben giderim o gider
Para para iz eder Baston
Anasını sattığımın gâvuru
Kulağına bassam bağırır Tüfek
Mavi atlas
Makas kesmez
Terzi dikmez Gökyüzü
Minderde yapışır
Yastıkta yapışmaz Dudak
Altı mermer üstü mermer
İçinde bir gelin oynar Ağız ve Dil
Biz biz idik
Otuz iki kız idik
Ezildik büzüldük
Bir sıraya dizildik Dişler
Çarşı fırınından çıkan sıcak bir ekmeğin karnı yarılır; içine ovularak tahin helvası konur, tekrar fırına verilir. Helva eriyip ekmeğe sindikten sonra fırından çıkarılır, yenir. Eski Eğirdir geleneklerinden biridir.
Orta büyüklükte kalın yuvarlak bir hamurun kızgın bol yağda kızartılmasıyla yapılan mayalı bir çeşit börektir.
Bişi hayırlı işlerin ardından, ölenlerin ardından, kazalardan sonra Tanrı’ya şükran sunmak için yapılır. Kişi seçmeden gelen geçen uzak yakın herkese dağıtılır.
Geçmişte Eğirdir'de yaşamış, kirliliğiyle ünlü bir kadınmış. Öyle olanlara böyle söylenildiği olur.
Kemik Hastalıkları Hastanesi ile Kapılar arasının gölden yana olan büklüme denir. Eskiden burada dağdan yuvarlanmış 30-40 tonluk taşlar vardı. O zamanlar bağlara yürüyerek sabahleyin gidilir, ikindin yürüyerek dönülürdü. Ne hikmetse sabah giderken ve ikindin dönerken çoğu kişiler göl kıyısındaki bu taşların ardında abdest bozarlardı. O mevki de bu nedenle bu adla anılır.
Olmuş işi bozmaya çalışana denir. Bazen olayda doğru davranan kişiye, işine gelmeyenler kötülemek için de söylerler.
Çok iri olduğu halde kartlaşmaz, çekirdeği süt kalır. Süt ve tereyağla pişerse çok lezzetli olur. Sanırım kültürü Türkmenistan’dan gelmedir. Anadolunun çok yerini gezdim, bu kabak türünü görmedim.
Bugünkü adı Büyükgökçeli olan Findos’un doğu tepesinin ardında bacak kalınlığında bir su çıkar. Pınarın alt tarafında çok yaşlı bir karadut ağacı ve tapınak denebilecek kalıntılar vardır. 1850 lerden sonra bu mevki Eğirdirli Rıza Efendinin çiftliği olmuştur. 1873 te Eğirdir’de Rüştiyenin açılmasında bu kişinin yardımları olmuştur. Çiftlik evi tapınak kalıntısının üstüne yapılmıştır. 458 tarihli kilise kayıtlarında Findos’ta bir piskoposluk olduğu yazılıdır. Bu kalıntının bununla ilgili olduğu, Boyalı adının da resimli kiliseden kaldığı akla geliyor.
Ayrıca Aristov'un "Türk Halklarının Etnik Yapısı" kitabında Kırgızlar arasında "Bayulı" boyu geçer. Barla yakınlarındaki "Boyalı" mevkisinin "Bayulı" kelimesiyle ilgili olabileceğini düşündürüyor. İlama Boyalı'nın yakınlarındadır. Kırgız destanı olan Manas'ın kahramanlarından birinin adının İlama olması tarihsel açıdan da düşünmeye değer.
Rızaefendi çiftliğinin yerinin adının da Boyalı olması burda bir kültür odağı olduğunu gösteriyor.
Şimdi mahalle olmuş eski bir çiftlik adıdır.
“Boğazova”nın bozulmuş şeklidir. Boğaz sözcüğü genelde bileşik kelime olduğu zaman “Boz “ şekline dönüşüyor. Boğazın önü’nün “Bozanönü” olduğu gibi.
Boğazova ‘nın çevresinde 6-7 bin yıllık yerleşim izleri vardır. Bilhassa Konnebucağı, Meseyin, Pınarpazarı, Sarıcıkarası dolaylarında görülür. İki üç metre toprak altında Roma dönemi kalıntılarına da raslanır. Verimli bir toprak olduğu için tarih öncesi ve tarih boyunca yararlanılmıştır. Göl kıyısında üç dört yerde büyük yapıların temelleri vardır. Zamanla dolan göl tabanının sonucu suların yüselmesiyle Boğazova sular altında kalmış, tarım yapılamaz hale gelmiştir. Boğazova’yı bu durumdan kurtarmak için bazı teşebbüsler yapılmıştır. Bu teşebbüslerden bilinen ilki 1567 yılında olmuştur. Ama sonuçsuz kalmıştır. İkinci meşrutiyette Eğirdir’den mebus seçilen Hacı Burhan 1910 larda bataklığı kurutmak için bir teşebbüste bulunduysa da sonuç alınamamıştır. 1952 yılında kanal açılıp “Irmak” kontrol altına alınmıştır.
Böcekler ve kurtlar demektir. Burada kurt sözüyle kelebek larvaları anlatılır. Eski Türk dilinde Börte; kurt anlamında kullanılır.
Dikilecek asma türünün güçlülerinden 60-70cm kadar uzunlukta kesilir. Bir demet yapılır. Bir çuvala ya da hasıra sarılıp bir çukura gözlerinin yönü aşağı gelecek şekilde gömülür, kümbet yapılır. Bir süre sonra köklenince asma çukuruna dikilir.
Yazla hamamı da denirdi. Şimdiki yangın evlerinin olduğu yerdeydi. Biraz üstünde bilek kalınlığında buz gibi bir su akan pınar vardı. 1480 lerden sonraki kayıtlarda Burcu Bey Zaviyesinin Burcu Hamamı olarak adı geçiyor. Kullanıldığını bilen yoktur. 1430 lardan sonra yapıldığını sanıyorum. Orta büyüklükte tuğla ve harçla yapılmış bir hamamdı. 1970 lerde yıkıldı. Yangın evleri yapıldı.
Karçınzade Süleyman Şükrü eserinde bu hamamdan bakımsız, işlemez durumda diye bahseder. Buna göre 1880 yılından önce işlemez olduğu anlaşılıyor.
Bazı kaynaklarda “Buzcu” diye yazıyorsa da biz çocukluğumuzdan beri bu zaviyenin olduğu evde oturanlara “Burcular” deriz.
Eğirdir, Osmanlı yönetimine geçtikten sonra birçok yöneticiler gelmiştir. Bu yöneticilerden biri Hızır Bey ya da Hızır Ağa dır. Bu Hızır Bey, Şeyhülislam Berdai’yi Hacda Eğirdir’e davet eden kişidir. Burcu Bey de Hızır Beyin çevresindeki kumandanlardan biri olabilir. Ün dergisinde Turan Dağlıoğlu‘nun “Hızır Bey Vakfiyesi” adlı yazısında Burcu Beyin adı geçer.
Hızır Bey 1429 tarihli vakfiyede birçok mallarını Şeyhülislam Berdai zaviyesinin o günkü mütevellisi olan Pir Muhammet Hoyi ve evlatlarına vakfettikten sonra imzalayanların arasında Burcu Beyin de adı vardır.
Burcu beyin yazlada Hangah altında bir evin bahçesinde basit bir türbesi vardı. Evde oturanlara da “Burcular” denirdi. Sanıyorum bu ev Burcu Bey zaviyesinin kalıntısı idi. Burcu Bey bir zaviye kurmuş; bu zaviyenin üzerine de Gönen’deki Kavacık köyü, Avşar’daki Suluköy, Sevinçbey’deki bazı bağlarını vakfetmiştir. Ayrıca Burcu Bey hamamından hisse aldığı yazılıdır. Bu hamamdan Zorti Baba için eski kayıtlarda “Burcu Bey hamamından pay alıyor.” sözü geçiyor. Bir Burcu mescidi de olduğu kayıtlarda vardır. Bu mescide Burdur’da on dükkan bağışlıydı.
Burcu Bey vakfiyesinden kalan binalar 1970 lerde kaldırılarak Belediye yangın evleri yapıldı. Burcu hamamı 1945 lerde harap halde idi. İçinde oynardık. Bol kireç harçlı ve tuğlayla yapılmış orta büyüklükte bir hamamdı.
Şimdi Burcu Bey türbesi yarı yıkık, perişan bir durumdadır. Altı yüz yıllık tarihi olan bu türbeyle umarım ilgililer ilgilenir.
Kıpçak boylarından birinin adı "Burcoğlı" dır. İlgisi düşünülmeye değer. (N.A. Aristov)
Türklerin bir bölümü, başta Uygurlar Müslüman olmadan önce Budist idiler. Din etkisiyle çocuklarına Buda’nın adını koyarlardı. Türk‘lere Buda adı, ”Burhan” şeklinde geçmiştir. Hazreti Muhammed adının Mehmet, Ahmet, Mahmut, Mahmat olarak geçmesi gibi.
Bazı yıllar göl 40-50cm donar. Marta doğru erimeye başlayınca parçalanan buzlar dalgalarla kıyılara yığılır. Öyle olur ki setler haline gelir, muazzam bir güç oluştururlar. Kıyıdaki büyük ağaçları bile kökünden kazır, çatmaları parçalarlar. Buna buz sürmesi denir.1949 yılındaki böyle bir donda buz sürmesi sonucu çok büyük çınar ağaçları zarar gördü.
Göl kalın donduğu zamanlarda kullanılan bir araçtır. Bir insanın bağdaş kurup ya da diz üstü oturabileceği büyüklükte alçak bir iskemledir. Ön tarafı yukarıya meyillidir. En altına buzda süratle kayması için kemik yerleştirilir. Söylenilene göre en iyi kemik köpek kemiği imiş. Üzerine oturulduktan sonra uçları sivri demirli iki değnekle –ki buna “mizmile” derler– itilerek, buz üstünde süratle gidilir. Bunun biraz daha büyüğü yapılarak karşı dağ kıyılarından odun getirildiği olur.1949 yılındaki büyük donda bu olayları gördüm.
Ortaasyadaki Hakas Türkleri bölgesinde benzer şekilde buzlu arazide gittikleri Radlof’un "Sibirya'dan" adlı kitabında bahsedilmektedir.
Ziyafet ve düğün yemeğidir. Büyük bir sahandaki bulgur pilavı üzerine 3-4 kg kadar, büyük parçalar halinde haşlanmış erkeç ya da keçi eti konur. Pilavla beraber yenir. Pilav da et suyuyla pişirilir. Et bir taşım kaynatılır. Etler çıkarılır. Soğuk suyla yıkanır. Kaynayan su dökülür. Yeniden su koyup pişirilir.
Geçmişte büyü yaşamda çok yer tutardı. Çocukluğumda çevremde yapılan, duyduğum büyülerden birkaçını yazıyorum.
- Bir kişi başka kişinin kendini sevmesini istiyorsa bir demirin bir tarafına kendi, diğer tarafına sevmesini istediği kişinin adını yazar, ocağa gömer. Ateş yanıp demir ısındıkça sevmeyen kişi onu severmiş.
- Bir düşmanın adını sabunun üstüne yazar, iğne batırıp kuyuya ya da derin bir suya atarsan sabun eridikçe düşman da erir ölürmüş.