ÇAKAL ERİĞİ

 

    Dağ eriği de denir. Geç olgunlaşan, ekşi, biraz acımsı olan yabani bir eriktir. Olgunlaştıktan sonra ezilip bez üstünde kurutularak sırımı yapılırdı.

 

 

ÇAKAL KAYASI

 

    Poyraz mahallesinde eski Isparta yolunun solundaki yüksek kayalıktır.

 

 

ÇAKAL MASALI

 

    “Hayvanlar kendilerine bir kral seçmek istemişler. Çakal da bunu duyunca değişik boya küplerine girerek kendini boyamış, meydana çıkmış. Bütün hayvanlar bakmışlar ki çok değişik bir hayvan bu, aslanı kaplanı bırakıp onu kral seçmişler. Ama bir zaman sonra bir yağmur yağmış, bir yağmur yağmış, çakal da yağmur altında kalmış, bütün boyaları akmış, çakal olduğu meydana çıkmış. Ormandan sürmüş çıkarmışlar çakalı. Aslanı kral yapmışlar.”

    Bu masalı babam bana anlattı, torunlarına anlattı. Ona da dedesi anlatmış. Dedesi Veziroğlu Ahmet Efendi 1828 doğumlu. O da büyüklerinden dinlemiştir.

    Benim burda asıl söylemek istediğim Fransızcadan tercüme edilmiş “Tilkinin Masalı” adındaki bir kitapta aynı masala rastlamamdır. Yalnız orada bizim çakal, tilki olmuş. Dünya kültürünün birbirleriyle ilgisi bakımından belirtmek istedim.

 

ÇAKALBOKU

 

    Haşhaş helvasına derler. Soğuk kış gecelerinde haşhaş, nişasta, pekmezle pişirilirdi. Avuç içinde tereyağla kavrulmuş unla muamele edilerek uzun köfte biçiminde yapılır, soğukta dondurulur, öyle yenirdi. Eğirdir’den Bursa’ya giden bir arkadaşım bana şöyle bir anısını anlattı;

    Babasının  tayini  dolayısıyla  Bursa’ya giden arkadaşım ilkokul üçüncü sınıfa kaydoluyor. “Kışın Neler Yeriz?” konulu hayat bilgisi dersinde öğretmen arkadaşıma söz verince yenenleri saydıktan sonra “Çakalboku da yeriz.” demiş. Öğretmen ve arkadaşları gülüşmüşler. Öğretmen onun nasıl bir şey olduğunu sorunca o da haşhaş helvasını anlatmış.

    Daha sonra arkadaşları hep ona, “Siz kışın ne yersiniz?” diye takılıp durmuşlar.

ÇAKIRLAR

 

    Aristov'un  "Türk Halklarının Etnik Yapısı" kitabında "Çakırlar" geçer. Onlar hakkında şöyle bir not vardır.

    "Türkiye'deki  Çakırlar, muhtemelen Moğolların Türk kabileleriyle birlikte Horasan ve İran üzerinden Anadolu'ya sığınmış Türkmenlerdir."

 

ÇALI AĞACI

 

    Şeyhülislam Berdai türbesinin doğu tarafında 80-90 cm çapında, 15  metre kadar  yüksekliği olan  bir çalı ağacı vardı. Özellikle korunmuş olsa ki öyle büyük bir çalı ağacı olmuş. 1985 lerden sonra ansızın ortadan kalktı. Sordum, soruşturdum, izini bulamadım.

    Büyük dedem Veziroğlu Ahmet Efendi bu ağacın altında gömülü idi. Bu mezarlığın taş duvarlarını da o çevirtmişti.

 

ÇAMÇAK

 

    Faraşa benzeyen ağaçtan yapılan bir araçtır. Kayıklardan su boşaltmaya yarardı. Gavinne satılırken ölçü olarak kullanılırdı. “Bir çamçağı üç kuruş, beş kuruş...” diye bağırırlardı.

 

 

ÇAMURA GÖMÜLME

 

    Romatizma, siyatik, kireçlenme ağrılarından kurtulmak için hastalar Altınkum’a 1-10 Ağustos tarihleri arasında gidip kuma gömüldükleri gibi, yazın sıcak zamanlarında da Bağlara gidip çamura gömülürler, bir tedavi yöntemi olarak uygularlardı. Önce mezar boyutunda derince bir yer kazılır. İçinde uzun süre ateş yakılır.Toprak iyice kızdıktan sonra küller alınır, kaynar su dökülür.Önemli miktarda tuz konularak toprak iyice çamur haline getirildikten sonra tedavi olacak kişi çamurun içine yatar. Her tarafı çamura gömüldükten sonra terlemesi için dayanabildiği kadar durur. Güneş varsa başına gölge yapılır.Terlemesi bittikten sonra çamurdan çıkar, iyice sıcak suyla yıkanır, yatağa yatar. 3-4 saat kadar bekler, sonra giyinir. Bu işlemi uygulayanların çoğu o kışı ağrısız geçirdiklerini söylerlerdi.

 

 

ÇAMYOL

 

    Eğirdir Aksu arasında, Eğirdir’e 12 km. uzaklıkta Orman Bakanlığının bir mesire yeridir. Çam ormanı içindedir.

 

 

ÇAPAK DOLDURMASI

 

    Eğirdir’e özel bir yemektir. Ziyafetlerde en çok tercih edilendir. Her çapak doldurulmaz. Yağlı, havyarlı, genç irisi 4-5 kg ağırlığında olanı en uygundur. Balık eylenir. Başı alınır. Kuyruktan da bir miktar kesilir. Karın, bol naneyle ve havyarla pişmiş bulgur pilavıyla doldurulur. Evde ya da çarşı fırınında pişirilir. Pilavın kalanı da yanına konularak soğanla yenir.

 

 

ÇAPAK GÖMMESİ

 

    Bol köze iri bir çapağın karnı alındıktan sonra –Havyar varsa durur– iyice gömülür. Bir buçuk saat kadar bekletilir, pişmişse közden çıkarılır, tuza banarak yenir. Avcılar çapağın en lezzetli bu şekilde yenildiğini söylerler.

 

 

ÇAPAK

 

    Sazan...Bilimsel adı Cyprimus carpio. Eğirdirlilerin en çok sevdiği balıktır. Kızartması, dolması, ekşilemesi, gömmesi, hatta salamurası yapılır. Gölün en iri balığıdır. 13-15 kiloya kadar rastlanır. 1945 yılında yakalanan 22kg.lık bir çapağın askeriyeye satıldığı söylenir. Karçınzade Süleyman Şükrü Seyahat-ı Kübra adlı eserinde  “Otuz kilolusu dahi bulunduğu rivayet olunur.” der.

 

 

ÇARIK

 

    Bütün bir gön alınır. Alanlar aralarında şöyle paylaşırlar.

        Çok parası olanlar baş gönünü,

        Daha az olanlar sırt gönünü,

        Daha az olanlar yan gönleri,

        Fakirler karın tarafı gönünü alırlar, usulüne uygun çarık yaparlardı.

 

 

ÇARNA

 

    Kale mahallesinin güneyinde, aşağı mahalle kale duvarındadır. Alttan delinen kale duvarından giren su iki ev duvarı arasında havuz gibiydi. İçinde balıklar oynaşırdı. Aşağı mahallede oturanlar ihtiyaçları olan suyu ordan alırlardı. Mahallede söylenilene göre Devran Dede burayı delerek kalenin içine girmiş. Savaşarak şehit olmuş, kendisinin kale kapısının ağzına gömülmesini vasiyet etmiş.

 

 

ÇATANA

 

    Esirler için Canada’ya baraka ve odalar yaptıran zamanın mutasarrıfı Cemal Bey karşı kıyılarla ulaşımı hızlı yapmak için bir çatana getirip mavnaları sıra sıra dizerek Hüyük iskelesine istasyon altından yolcu ve askerin taşınmasını sağlamıştır. Ayrıca Hüyüğe de ambar ve yolcu odaları yaptırmıştır. Çocukluğumda Yeniceköy’deki akrabalarımıza giderken bu odalarda çok kaldım.

    Kurtuluş Savaşında bu mavnaları çatanalar çekerek göl üzerinden Akşehir’e çok asker ve malzeme taşınmıştır. Akşehir’den de Afyon cephesi desteklenmiştir.

 

 

ÇATMA

 

    Göl içine kazıklar çakılır, üzeri direklerle birleştirilir, onların da üstüne tahta çakılıp küçük bir iskele durumuna getirilirdi.

    Üzerinden oltayla balık avlanır, basma ağ basılırdı. Daha çok çatmalar lodos tarafında olurdu. Poyraz tarafında pek rastlanmazdı.

 

 

ÇAVLAN

 

    Çağlan da denir. Dağın yüksek yerlerinden zamanla parçalanıp düşen taşların oluşturduğu birikinti konisi. Olukluca’nın iki tarafında da çavlan vardır. Güney tarafındaki çavlanlar gölü doldurup arsa çıkarmak için taşınıp yukardan düşen taşları serbest hale getirmiştir. Şehir planında heyelan bölgesi olmasına rağmen kazanılan arsaya konut yapılmıştır.

 

 

ÇAY

 

    Havutlu ve Çay köyü’nden gelen sel suları yatağı Boğazova’yı ikiye böler. Yağışlarda ve bahar başlarında buradan gelen su Meseyin ve Çaybaşı’ndan geçip ırmağa karışırdı. 1950'lerde kanal açılınca dolmaması için suyun akışı Çay köyü altından yönlendirilerek göle verildi. Bizim çocukluğumuzda çay zaman zaman taşar, bağ arasını seller kaplardı. Baharda ırmaktan çıkan balıklar çay köyüne kadar giderdi. Çaydan elle, serpme ağla çok balık avlardık. Şimdi Bağarası'nda kuru bir yatak halindedir. Çok yerleri de doldurulmuştur. Çay aktığı zamanlar iki yanında çok büyük ceviz ağaçları, badem  ağaçları da vardı.

 

 

ÇAYBAŞI KARAAĞACI

 

 Çok ulu bir ağaçtı. Tahmini iki yüz yaşında vardı. Çaybaşı’nın simgesi olmuştu. 1970 lerde tüm dünyada karaağaçlarda  görülen bir hastalık nedeniyle kuruduğu için kesilmiştir.

 

 

ÇAYBAŞI

 

    Bağlar denilen 17.000 dekarlık alanın merkezidir. Geçmişte bağlarda kalındığı sürece küçük kapaklı dükkanlarıyla küçük çarşı olurdu. Burada yılda bir kez deve kesilir, etinden yalnız köfte yapılırdı. Yiyenler etinin biraz ekşi olduğunu söylerlerdi. “Namlının Kahvesi” vardı. Akşamları erkekler orda toplanırlardı. Namlı Çanakkale savaşında kahramanlık göstermiş, ödül vermişler. Verilen ödülle o yeri almış, iki katlı ahşap binayı yaptırmış. Bağ süresi dışında bekçiler burada kalırlardı. Şimdi günümüz şartlarına göre sürekli oturulan bir yer durumuna gelmiştir. Süpermarket bile açılmıştır.

 

 

ÇAYIRALANI

 

    Anamasların en büyük yaylasıdır. Karakoyunlu aşiretinin yaylağıdır. İdari yönden Karaağaç’a bağlıdır.

 

 

ÇAYIR KEBABI

 

    Sırazdan yapılırdı. Sırazlar çok yağlı bir balıktı. 4-5 kg kadar irileri olurdu. Karnından çıkan yağla etini kızartırdık. Sac ya da köz üzerinde pişirildiğinde çok lezzetli olurdu. Bağlara giderken köprüden sıraz alınır, bağda saç ya da teneke üzerinde pişirilir, yenirdi. 1980 den sonra gölde hemen hemen sıraza hiç rastlanmamıştır.

 

 

ÇEKİRGE

 

    1914'lerde Eğirdir bir çekirge  afetine uğramıştır. Açlık  sebebi olmuştur. Kadınların yazmalarını dahi başları üzerindeyken yediğini söylerler. Yerel yönetimce çekirge yumurtaları halka toplattırılmış, imha edilmiştir. Çekirge türküsü bile yakılmıştır.

 

 

ÇELEBİZADE MÜDERRİS MUSTAFA EFENDİ

 

    1877 de Hamam mahallesinde doğdu. Rüştiyeyi bitirdikten sonra Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa Medresesine girerek Kuşzade Mustafa Efendi’den ders aldı. 1906 yılında müderris oldu. 1916 yılında vefat etti.

 

 

ÇENESİZ DEĞİRMENİ

 

    Sahibi olan kişi Çanakkale savaşında yaralandığı için bu adla anılırdı. Kale’nin poyraz tarafının sonunda yüksek bir duvar olarak sur kalıntısı vardı. 1945 lerde değirmenin üstüne yıkıldı. Sanıyorum sürekli titreşimin sonucu çökme olsa gerek. Ağalar’ın değirmeninde, bir de burada buğdayımızı öğütürdük.

 

 

ÇENGEL

 

    Bir çember üzerinde sıralı üçlü çengellere daha küçük birer üçlü hareketli çengel takılarak yapılan bir alettir. Eskiden içme, kullanma sularının çoğu Eğirdir’de ve bağlarda kuyulardan çekilerek sağlandığı için sık sık kovalar, bakraçlar kuyulara düşerdi. Çengeli onları çıkarmak için kullanırdık. Çengel iple kuyuya sarkıtılır, kuyunun tabanı taranır, takılan bakraç, kova kuyudan çıkarılırdı.

 

 

ÇERKEN

 

    Uçurtma. Bahar başlarında kalenin üstünden, Yellibelen’den uçurtma uçururduk. Günümüzde görmüyorum. Uçurtmaları da kendimiz yapardık. Altı kenarlı olduğu için bu ad verilmiş olsa gerek. Farsça cıhar (altı) demektir.

 

 

ÇETALİ

 

    Halep dokuması ipekli kumaş. ”Çetari” de derler.

 

 

ÇEVİRGEÇ

 

    Börek, yufka, bazlamayı sac üzerinde çevirmek için kullanılan 40-50 cm uzunluğunda bir tahta cetveldir.

 

 

ÇİÇEK BALIĞI

 

    Bilimsel adı Acanthorutilis handlirschi’dir. Kaynakların  bol olduğu Eğirdir gölünün kuzeydoğusundaki Karaot dolaylarında, Hoyran taraflarında bulunurdu. Soğuk suyu sever. Gölün en lezzetli balığıydı. 300-500gr ağırlığında alabalığa benzeyen gümüşi bir balıktı. Salamurası çok güzel olduğu için tercih edilirdi. Sudağın atılmasından sonra o da yok oldu.

 

 

ÇİÇEKLİ KAYA

 

    Konnebucağı pınarına varmadan Boğazova’ya doğru çıkmış güney tarafta yüksek bir kayalık vardır. O yöreye denilir. Ne hikmetse o kayanın çevresinde her zaman çeşitli çiçekler açar.

 

 

ÇIRAK HAKKI

 

    Eskiden mahalle fırınları vardı. O fırınlarda ev ekmeği pişirilirdi. Fırıncı çırakları parçalara bölünmüş ekmek hamurlarının konulduğu göz göz olan “Miniyet” denilen uzun tahtayı dağıtır, vakti gelince fırına götürürlerdi. Bu çıraklara fırıncı para ödemez, iş gördüğü kişiler bedel olarak miniyete bir parça hamur koyarlardı. Ona “Çırak Hakkı” denirdi. Çırak da kendi için verilen hamurları ekmek yapar; ya satar, ya da evine götürürdü. "Miniyet" e Tokat dolaylarında "Menevit" derler.

 

 

ÇITILGA

 

    Asmaların budanmış çubuklarına denir. Elma ağaçlarından önce tüm Boğazova bağlarla kaplıydı. Bugün de elma bahçeleriyle kaplı olduğu halde “Bağlar” adıyla anılmaktadır. Nisan başında asmalar budanır, çubukları düzenli olarak toplanır, yakmak için bir yere yığılırdı. Pekmez kaynatırken, bazı geceler keyif için, soğuk günlerde ocakta yakılırdı.

 

 

ÇITLIK

 

    Çitlembik ağacına denir. Yazla’yı çok seven özel bir ağaçtır. Sonbaharda salkım halinde nişastalı, tatlımsı, nohut iriliğinde meyvası vardır. Bağ göçünden sonra meyvalar olgunlaşınca bu ağaçların altına mesireye giderlerdi. Ağaçlar daha çok Şeyhülislam Berdai zaviyesinin batısında idi. Yılın bu son mesiresine  “Çıtlık Yazlası” derlerdi.

    Avşar Yenice köyde çitlembik ağacına  “Dahan Ağacı”  derler.

 

ÇITLIK YAZLASI

 

    Sonbaharda Yazla’daki çitlembik ağaçları altına sahraya gidildiği için bu adla anılırdı.

 

 

ÇOBANİSA

 

    Hem Sütçüler ilçesinde, hem Sevinçbey yakınlarında Davras'a çıkarken bu adla çevremizde iki köy vardır. Türkiye'nin birçok yerinde bu adla köyler var. Düşündürücü... İncelenmesi gerekir.

 

 

ÇOĞULA

 

    Balığı sudan almak için saplı,elips şeklinde bir dala yerleştirilmiş bir ağdır. Divanü-Lügat-it Türk’de  “Çovlu” diye bir söz vardır. Çovlu, bir Türk yemeği olan Tutmaç’ın süzgeçidir. Taze dallardan kepçe gibi örülerek yapılır. Pişen hamuru sıcak suyun içinden süzerek almaya yarar.  “Sirpuş” da derler.

 

 

ÇOKAL

 

    Eski ahşap evlerin ara bölmelerine denir. Bu bölmelerin özelliği, destek için ardıç ağaçlar çakıldıktan sonra iki tarafına bağdadi denen çıtalar çakılır, iki yüzü de samanlı çamurla sıvanırdı. Soğuğu engellediği gibi, yalıtımı da sağlamış olurdu. Bazı kişiler de yalıtımı daha iyi sağlamak için bağdadi boşluklarına saman doldururlardı. Bazı evlerde bu boşluklara kalın çam kabukları konulduğunu gördüm.

 

 

ÇOMUDAN

 

    Kulak kepçesinin toplu halde bağlanmış olmasına denir. Biz çocukken büyüklerimiz kulağımızı toplayıp iple bağlarlar, “Çomudan yaptım.” derlerdi. Çona da kesik kulak demektir. En eski şamanlıkta koruyucu ruhun koruyuculuğunu kazanmak için çocuğun kulağı kesilirmiş. Sonraları bu adet yerine küpe takmak geçmiştir.

 

 

ÇOR

 

    Ağaçlarlarda külleme hastalığıdır. Bilhassa genç ağaçlarda, yeni sürgünlerde olur.

 

 

ÇÖKELEK TOPAĞI

 

    Yazın çökelek bol olduğun zaman bolca alınır, tuzlanır, avuç içinde topaklar yapılır, bez bir kesenin içine konularak güneşte kurutulur, havadar bir yerde kışa saklanırdı. Kışın bu topağın biri hafifçe ıslatılınca yumuşar, içine bir küçük baş soğan çentilir, biraz da zeytinyağı konularak karıştırılır, ekmeğe katık olurdu.

 

 

ÇÖMÇE

 

    Kaşığa benzer,tahtadan iri ucu toplu bir kepçedir. Pestil çömleği içine konur, arada bir karıştırılırdı.

 

 

ÇÖRTÜK OTU

 

    Genellikle buğday, arpa ekilen tarlalarda olan bir çeşit kokulu ottur. Turşuların üzerine konulur, nefasetini artırır. Eski Türk dilinde  “Çörte”  turşu demektir. Halen  Bitlis-Ahlat yöresinde turşu yerine çörte sözcüğü kullanılmaktadır.

 

 

ÇÖZETİ

 

    Kesilen davarın bağırsakları sağımla alındıktan sonra geride kalan kas grubudur. “Uykuluk” da denilir. Söylenildiğine göre yendiğinde insana uyku verirmiş.