HACELİ

 

    Çocuk felci geçirmiş bir kişiydi. Boynuna astığı tablasına koyduğu iğne, iplik, düğme, tarak, lastik, çıtçıt, makara, toka gibi şeyleri gezerek satış yapardı. Ama öyle ki Eğirdir’in bütün mahallelerini programa bağlamıştı. Her  gün  hangi  mahalleden,hangi sokaktan, saat kaçta geçeceği belli idi. Mesela bizim sokaktan Perşembe günleri saat dokuzla dokuz on beş arası geçerdi. Otuz yıl bu saat şaşmadı. Ev hanımları bu gibi ihtiyaçlarını hep Haceli’den alırlardı, onun saatini beklerlerdi. Veresiye de verir, bir küçük deftere yazardı. Onun geldiğini “ El bakireleri... Saç tokalari... Kulak küpeleri...” seslerinden anlarlardı. 1985 lerde Hakkın rahmetine kavuştu. Beden ve göz kusurlarına rağmen kimseye muhtaç olmadan bu disiplinle yaşayan Haceli’yi saygıyla anıyorum.

 

 

HACI EŞREF AĞA

 

    Etem Kartal Hacı Eşref Ağayı Gölsesi gazetesinde şöyle anlatır.

    “Cami mahallesinde doğdu. Burhanoğullarından Hacı Murat Ağanın oğludur. İbtidai ve rüştiye tahsillerini Eğirdir’de yaptı. Medrese tahsili de gördü. Mahkeme ve kaza idare azalıklarında bulundu, Padişah Abdülhamit tarafından Fahri Paşalıkla taltif edildi.

    1908 de 2. Meşrutiyetin ilanında Isparta sancağı iki mebus çıkarmıştı. Bu mebuslardan biri Isparta’dan Böcüzade Süleyman Sami Efendi, diğeri de Eğirdir’den Hacı Eşref Ağa idi. Birkaç devre mebusluk yaptı. Mebusluğu müddetince Eğirdir’in kalkınması için çok çalıştı. Halka örnek, memlekette iş sahaları açılması gayesiyle birçok tesisler kurdu. Kurudere kanalının açılması için yirmi bin lira tahsisat aldı. Eğirdir’e gülcülüğü o getirdi. Kervansaray ve Pınarpazarı’nda  dut ağaçları dikerek ipekböceği yetiştirdi. Boğazovanın iyi korunması için altı silahlı bekçiden oluşan koruma teşkilatı kurdu. 1910 yılında Eğirdir’e otomobili ilk getiren odur. En  son  sistem un fabrikasının Eğirdir’de kurulmasını sağladı. Çevrede başka fabrika olmadığından komşu iller unlarını buradan tedarik ederlerdi. Cumhuriyet devrinde İl Genel Meclisi  üyeliğine  seçildi. Her  yıl  Daimi  Encümende görevlendirilirdi. Vefat edinceye kadar Isparta’da bu görevde kaldı . Eğirdir’de öldü.”

    Yalnız Milli Mücadelede karşı tarafta olduğu için 1920 de bir süre tutuklu kalarak  Isparta’ya gelen İstiklal Mahkemesine verilmiş, açık yargılama sonunda Eğirdir’e dönmesi Mutasarrıfın oy ve takdirine bırakılmış, arkadaşlarının belirli bir süre hapsine karar verilmiştir. Küçük kardeşi Hacı İsmail Ağayı Demirci Efe Eğirdir’e geldiğinde asmıştır.

 

 

HACI HIZIR BİNGÖL BEYİ

 

    Eğirdir 1391 de Osmanlı yönetimine geçtikten sonra Eğirdir’de görev yapmış Osmanlı komutanıdır. Hac’da Şehülislam Berdai’yi Eğirdir’e davet eden kişidir. 1429 da yaptığı vakıfta Felekabad’daki bazı arazilerini ve bahçelerini, Yazla’daki bağlarını, bazı köylerdeki tarlalarını, Burdur’daki Lala Balaban hamamını Şehülislam Berdai zaviyesine vakfetmiştir.

    Ağa camisinin de 1412 de mescit olarak yapılmasının onun tarafından olduğu kabul edilir.

 

 

HACI KEMAL

 

    Cami-ün Nezair adlı kitabın yazarıdır. Bu kitapta 1490 öncesi pek çok şairin, hatta kayıtlarda rastlanmayan şairlerin bile şiirleri vardır. Türk edebiyatının önemli bir kaynağıdır. 268 şairin 425 şiiri vardır. Yunus Emre’nin bilinmeyen şiirleri bu kitapta bulunmuştur. Hacı Kemal eserini 1512 de bitirmiştir. Kendi el yazısıyla yazdığı kitabı İstanbul Kütüphane-i Umumi’dedir. Bir nüshası da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih –Coğrafya Fakültesindedir. İki cilt halinde ve eksiktir.

    1514 tarihinde yazdığı Adab-ı Mülük, Nesayih adlı eserleri de bulunmaktadır. Şiirle de uğraşmıştır. Şiirlerinde Kemali mahlasını kullanır. Ölüm tarihi bilinmemektedir.

   Prof.Fuat Köprülü Türk Edebiyatında İlk  Mutasavvuflar adlı  eserinde Hacı Kemal’in Eğirdirli olduğunu bildirir, ondan önemle söz eder. Dilerim 500 yıldır uyuyan bu şiir kitabı Eğirdir’e hizmet etmek isteyen kişi veya kurumlarca basılıp Türk Edebiyatına kazandırılır. Yüzyıllar ötesinden bize kimlik veren Hacı Kemal’in ruhu şad olsun.

 

 

HACI MEMİŞ AĞAZADE MUSTAFA EFENDİ

 

    Isparta’da kurulan Padişah taraftarı Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın Kurucu üyelerindendir.

 

 

HACI NURİ EVİ 

 

    1890 larda yapılmış son dönem Osmanlı mimarisinin yağlıboya işlemeli çok güzel örneklerinden biriydi. 1994 yılında elektrik kontağından yandı denildi. Miras sonucu çeşitli bölünmelere uğramıştı.

   Günümüzde tarihi evler nedense hep durgun havada, çatının ortasından, elektrik kontağından yanıyor.

 

 

HAFIZ İBRAHİM DEMİRALAY

 

    1883 te Isparta’da doğdu. Yılanlızade Tahir Paşanın oğludur. 1902 de İstanbul’a giderek Fatih medresesinde yedi yıl eğitim gördü. Müderrislik icazeti aldı. Memleketine dönüşünde babasından kalan Avşar’daki arazide tarımla meşgul oldu. İzmir’in 15 Mayıs 1919 da Yunanlılar tarafından işgali üzerine Isparta Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurarak  ilçe ve köyleri örgütledi. Daha sonra Milli ordunun içinde yer alarak “Demiralay” adıyla Yunanlılara karşı direndi. Ölümüne kadar T.B.M.M. de yer aldı.

    29 Mart 1939 da öldü. İstiklal Madalyası sahibi, dört çocuk babasıdır. Evlatlarından Kemal Demiralay birkaç dönem Isparta milletvekili seçilmiştir.

 

 

HAFIZ SABRİ

 

    Hafız Sabri, Tığlıoğullarından Hacı Osman’ın oğludur. Tahsilini Eğirdir’de yapmıştır. Rüştiyeye hoca olmuş, yazı ve Türkçe dersleri vermiştir. 1906 yılında Çelebizade Mustafa Efendi, Vezirzade Nuri Efendi’yle beraber icazet verip Müderris olmuştur. Şeriye Başkatipliği, Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa  medresesinde hocalık gibi görevlerde bulunmuştur. Başlangıcında Müdafa-i Hukuk Cemiyetini desteklemiş, sonra karşısında olmuştur. 1920 de Demirci Mehmet Efe’nin astığı dört kişi arasında Hafız Sabri de vardır.

 

 

HALICILIK

 

    Eğirdir’de halı dokuma geleneği çok eskidir. XV. Yüzyılın sonları ve XVI. Yüzyıl gümrük kayıtlarında bu yörede dokunan Türkmen–Yörük halılarının Karadeniz ülkeleri, Mısır, Doğu ve Orta Avrupa, İtalya’ya kadar ticareti yapıldığı görülür.

    Geniş çapta bilinen halı dokumacılığı 1891 de Mutasarrıf Babanzade Mustafa Zihni Paşa zamanında şirketleşerek üretime başlamıştır. Şark Halı Kumpanyası da Eğirdir’de tezgâh açmıştır. Zamanla Eğirdir’de tezgâh sayısı iki bine çıkmıştır. 1960 lardan sonra geriye düşmüş, 1980 lerden sonra ticari tezgâh kalmamıştır.

 

HALİL AĞA EVİ

 

    1900 lerde yapılmış çok güzel bir sivil mimari örneğidir. Tavan, dolap, oyma kapı, lambalık işlemeleri görülmeye değer. Evi yaptıran  Barla–Boyalı çiftliği sahibi İsmail Ağa’dır. 1944 te 81 yaşında ölmüştür. Halen torunu Kemal Çelik mülkiyetinde olan ev, oğlu  İnşaat Yüksek Mühendisi Levent Çelik tarafından restore edilerek Türk kültürüne kazandırılmıştır. Ev Kemal Çelik’in dedesinin babası Halil Ağa’nın adıyla anılır. Bağlar’da yaptırdığı iki katlı bağevi de 1995 lerde yanmıştır.

 

 

HALİL ÜSTÜN

 

    Eğirdir’in ekonomik hayatında devrim yapan bu örnek kişinin kendi anlatımlarıyla soyu ve hayatı şöyledir.

    “Dip dedem Kerkük Türklerinden Hacı Aziz’dir. Oğlu Hacı Halil Karaağaç’a gelir, helvacılık yapar, orada ölür. Oğlu Hacı İbrahim de 1850 lerde Eğirdir’e gelir, babasının helvacılık sanatını devam ettirir. Bu nedenle sülalenin adı Helvacı Hacı İbrahimler diye anılır. Sonradan babamdan dolayı Hacı Azizler olmuştur. Hacı İbrahim, Çal’dan susam alıp iş yaptığı susam tüccarının  kızı Şehriban’la evlenir. Şehriban genç yaşta ölünce, Şehriban’ın kardeşi Ümmühan’ı alır. Ondan üç çocuğu olur. Halil, Fatma, Mustafa. Babam bu Mustafa’dır. Hacı İbrahim ikinci gidişinde Hac’da kalır. Halil de 1917 Gazze savaşında ölür. Babam Hacı Aziz Mustafa’nın doğumu 1890 dır. Yıldız Balmumcu Jandarma Mektebinden Küçük Zabit olarak mezundur. Çok başarılı olduğu için Divan-ı Harp Mustantıklığında bulunmuş, on yedi yıl hizmet etmiştir. Çanakkale, Gazze, Kurtuluş Savaşlarına katılmıştır. Çanakkale’de yaralanmıştır. Birinci dereceden gaziliği vardır. Askerden sonra kendini ilme vermiştir. 27 Aralık 1959 da Eğirdir’de vefat etmiştir. Ben 1925 te doğdum. İzmir Bornova Ziraat Okulundan mezun oldum. Bir süre görev yaptıktan sonra 1954  yılında Eğirdir’de ilk elma bahçesini kurup, üretime başladım. Sonra ihracat işleriyle uğraştım. I. Dünya Meyvecilik kongresine katıldım. Kardeşlerim İbrahim, Nuriye, Aziz’dir.”

 

 

HALK ÇEŞMESİ

 

    Çakalkayası’na  yaslı, Kurtaylar evinin önden doğu köşesinin olduğu yerdeydi. Şimdi oradan ince bir merdiven Çakalkayası’na çıkan yolu eski Isparta yoluna bağlar.

 

 

HALKEVİ

 

    Eğirdir’in kültürüne Halkevi çalışmaları çok şey katmıştır. 1945 lerde verilen bir rapor bu çalışmaları aydınlığa çıkarmaktadır. Üzülerek söylüyorum ki 1950 lerden sonra Halkevleri kapanınca Eğirdir’de düzenli kültür çalışmaları olmamıştır. Günümüzde bile bu ölülük devam etmektedir. Ün dergisinden aldığım bu raporu olduğu gibi, düşünenlere sunuyorum..

 

Dil ve Edebiyat kolumuz:

    Halkımızın her bakımdan bilgisini artırmak, dolayısıyla arkadaşlarımızın iyi söz söylemelerini temin etmek maksadıyla çeşitli konular üzerinden konferanslar verdirilmiştir.

 

Temsil:

    Temsil Kolumuz bilhassa milli bayramlarımızda çeşitli konular üzerinden halka parasız temsiller vermiş, İlkokul öğrencilerinden de faydalanmıştır. Aynı zamanda gezgin temsil heyetlerinden istifade edilerek Halkevimize de gelir temin edilmiştir. Kış ve ilkbahar mevsimlerinde de kolumuz köylere giderek köylünün anlayacağı konular üzerinde istifadeli piyesler temsil etmişlerdir.

 

Spor:

    Eğirdir, deniz sporlarına çok elverişli gölün kıyısındadır. Yaz ve bahar mevsimlerinde gençlerimiz yüzme, atlama, kürek çekme sporları yapmış, arada sırada müsabakalar tertip etmişlerdir. Çok iyi neticeler alınmıştır. Aynı zamanda ilçemizdeki Dağ Talimgah kursundan faydalanarak kışın dağ sporları yapılmış, tecrübelerinde iyi neticeler alınmıştır. Muhitimiz geniş ve çeşitli av sporuna elverişlidir. Gölde su kuşları, dağda geyik avı yapılmıştır. Ayrıca Halkevine bağlı bir Avcılık Kulübü kurulmuştur

    Her Pazar sürek avları yapılmaktadır.

 

Sosyal yardım ve garnizon:

    Halkevi salonunda haftada iki defa Hükümet doktorlarından istifade edilerek fakir kimselere poliklinikler yapılmakta, ilaçları da Kızılay’dan temin edilmektedir. Kızılay’la temasa geçilerek yoksul yavrulara sıcak yemek verdirilmiştir.

 

Halk Dersaneleri ve Kursları:

    Kış geceleri İlkokul öğretmenlerinden faydalanılarak halka okuma kursları yapılmış, yeni terimleri de yaymaya çalışılmıştır.

 

Kütüphane ve Yayım:

    Halk ve bilhassa gençlerimiz her gün kütüphanemizden kitaplar alarak okumakta, gazete ve mecmuaları takip etmektedir.

 

Köycülük:

    Köycülük kolumuz ayrı ayrı mevsimlerde köylere geziler tertip etmiş, bu vesile ile de istifadeli konferanslar vermiş, hekimler tarafından parasız muayeneler yapılmıştır.

 

HAMAMLAR     

 

    Kale mahallesinde üç tane hamam bilinir. Kaleburnu hamamı, Aşağı mahalle hamamı, Vezirler evi önündeki hamam... Kaleburnu hamamı, Kaleburnu'nun güney tarafındadır. Terslik olarak kullanılırken 1950 lerde Belediyece satılmış, üstüne ev yapılmıştır. Ev kale duvarı ile, tonoz kubbenin üzerindedir. Doğu tarafta, göl seviyesinde bir tonoz kubbeli yer daha vardır.

    Hamamın devamı mıdır, kayıkhane midir, incelenmesi gerekir. Benim çocukluğumda hayrat olarak kullanılıyordu. Mahalleli gölden yararlanarak çamaşırlarını orada yıkardı. Kendileri de yıkanırdı. Bu yıkık hamamın doğusunda da bir hayrat vardı. Büyük bir ihtimalle hamamın girişi onun olduğu yerdi.

    Kale mahallesindeki aşağı hamam da 1950 lerde kullanılmaz halde iken satıldı, temizlenerek yerine ev yapıldı.1930 larda çalışır durumda olduğunu çevremden duydum. Şimdiki Ballılar evinin yerindeydi.

    Vezirler evi önündeki hamamın da çok eski bir hamam olduğu yıkıntılarından bellidir. Bu hamamın üst taraftaki 80 metrekare kadar kısmını dedem Veziroğlu Müderris Süleyman Nuri Efendi 1903 yılında Belediyeden tapulu olarak satın almıştır. Şu anda o yer halen onun vereseleri üzerindedir. Çocukluğumda hamamın kapalı bölümleri vardı. Zaman içinde gölün etkisiyle yıkıldılar. Kapladığı alandan büyük bir hamam olduğu anlaşılıyor.

   Aşağı hamam da denen çarşı hamamı halen kullanılmaktadır. Hakkında geniş bilgi maddesinde  verilmiştir.

   Yukarı  hamam 1960 larda kapanmış,halen  kullanılmaz  durumdadır.

   Demirkapı hamamı da çok eski bir hamam kalıntısıdır. Hakkında geniş bilgi maddesinde verilmiştir.

   Yazladaki Burcu hamamı da Osmanlı komutanı olan Burcu Bey tarafından büyük olasılıkla 1430 lardan sonra yapılmıştır. Kullanıldığını bilen yoktur.

   Ada'da bir küçük hamam bulunmaktadır. Hamamın ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Şimdi kullanılmaz haldedir. İçinde 1952 yılında onarıldığı yazılıdır.

 

 

HAMİD BEY

 

     Hamidoğulları Beyliğine adını veren kişidir. Kimliği tam aydınlanmış değildir. Yalnız Karamanoğlu’nun Şikari tarihinde Hamid Beyle ilgili aşağıdaki bilgiler vardır. Tabi  bu  bilgileri değerlendirirken  Şikari’nin  Karamanoğlu  taraflısı  olduğunu da  unutmamak gerekir.

    Şikari kitabının aslı olan Yarcani’den naklen şöyle yazar;

    “Şam emirlerinden  olan Hamid Bey bir sebepten Şam’ı terk ederek Anadolu’ya gelir. Zamanın Selçuklu sultanının iltifatına mazhar olur. Silahşörlükte mahir olduğundan yanında kaldığı sürece sultanın evlat ve kölelerine silahşörlük öğretir. Sonra yanında bin kişi olduğu halde Sultanın yanından ayrılıp Sivas’taki Karaman’ın yanına gider. Ertene’ye de silahşörlük talim ettirir. Karamanoğlu Mehmet Beyle savaşlara katılır. Mehmet Bey Konya’yı alınca, birlikte savaştıkları yerlerden bu yöreleri Hamid Beye verir. Mehmet Beyin öldürülmesi üzerine Hamid Bey serbest kalır.”

      Beylik yapmış tüm Hamidoğlu Beyleri gibi mezarının  nerede olduğu belli değildir.

 

 

HAMİDOĞLU HIZIR BEY

 

    Dündar Beyin üç oğlundan biri  olan Hızır Bey, İlhanlı valisi Demirtaş’ın babasını Antalya’da öldürmesinden, Demirtaş’ın da Mısır’da öldürülmesinden sonra Beyliğin başına geçmiş, dağılmayı önlemiştir. 1327-1328 yılları arası bir yıl Beyliğin başında bulunmuştur. Babası Dündar Bey’in öldürülmesinden sonra Mısır sultanına hak aramak için sığınan kardeşi İshak Bey gelince  Beyliği ona  bırakmıştır. Başta  kaldığı süre içinde Demirtaş’ın yakıp yıktığı camiyi yeni baştan yaptırmıştır. Onun için Ulu Caminin bir adı da Hızır Bey Camisidir.

   1328 yılında Beyliği kardeşi İshak’a verdikten sonra Hızır Bey hakkında kaynaklarda hiçbir bilgiye rastlanmamıştır. Hızır’ın İshak’ın oğlu olduğu iddiası vardır. Yılmaz Öztuna’nın Türkiye Tarihi kitabında Hızır Beyin Muizeddin İbrahim Bey adında bir oğlu olduğu, 1370 sıralarında Şuhud Beyi iken öldüğü yazılıdır.

     "Isparta Tarihi" yazarı Böcüzade Süleyman Sami'nin yazdığına göre ; Hızır Bey, Isparta'daki Hızırbey Camisini yaptırmıştır. Aynı yerde hamam, medrese de yaptırmışsa da, hamam bir şahsın mülkiyetine geçmiş, medrese de harap olmuştur.

 

 

HAMİDOĞLU SARAYI

 

    Zafer İlkokulunda okurken o zaman Ün dergisinde yazıları çıkan Öğretmen  Ali Rıza Yürükoğlu  Hamidoğullarının  sarayının  Kaleönünde olduğunu söyledi. Bize toprak üzerindeki saray duvarlarının kalıntılarını gösterdi. Kale kapısından minare altına doğru elli metre kadar gidilirse duvar kalıntılarına rastlanır. 1947 lerde Belediye çevre düzenlemesi yaparken sarayın sıvalı, pembe badanalı duvarlarını, iki insan iskeleti çıktığını gördüm.

    Sonradan edindiğim bilgilerle değerlendirdiğimde bu iskeletlerin Karamanoğlu Alaaddin  Bey’in Eğirdir’i yakıp yıktığı zamandan kalabileceği ihtimalini düşündüm. 1990 larda kanalizasyon için hafriyat yapılırken minare altından Kale’ye doğru, biri bir metre kadar, ikincisi bir buçuk metreden fazla derinlikte iki künk gördüm. Bunlar su künkleriydi. Üstteki künkün Ağaların evine gittiği belliydi. Çünkü Ağalar evinin iç avlusunda taştan, işlemeli çok güzel çeşme vardı. Buğday öğütmeye gittiğimizde görürdük. Alttaki ikinci künkün de Hamidoğlu  sarayına gittiğini sanıyorum.

 

 

HAMİDOĞULLARI BEYLİĞİ

 

    Selçuklu devleti gücünü yitirmesinden sonra Anadoluda birer birer beylikler görülmeye başladı. Bu arada Eğirdir merkez olmak üzere Hamidoğulları da tarih sahnesine çıktılar. Hamidoğulları Beyliğini Dündar Bey kurmuştur ama öncesi hakkında bilinenleri hatırlamakta yarar var.

    Beyliğe adını veren Hamid Beyin Türkmen beyi olarak Türkistan’dan  Anadolu’ya geldiğini  söyleyenler vardır. Karamanoğlu tarihçisi Şikari de tarihinde Hamid Bey için, Mısır ve  Suriye’de komutanken bin kadar atlıyla Selçuklu Sultanının yanına geldiğini, adamlarına ve şehzadelerine silahşörlük öğrettiğini, sonra Sivas’a Karaman’ın  yanına  gittiğini, Ertene Beye silahşörlük öğrettiğini, Karamanoğlu Mehmet Beyle birlikte yaptığı birçok savaşlardan sonra Mehmet Bey Konya’yı ele geçirince bu yöreleri Hamid Beye verdiğini, onun öldürülmesi üzerine de Hamid Beyin serbest kaldığını yazar.

    Bazı kaynaklar Hamid Beyin oğlu, Dündar Beyin babası İlyas Beyin 1280-1300 arası beylik ettiğini yazıyorsa da bu tarihler arasında İlyas Beyle ilgili bir siyasi iradeyi gösteren belge şimdiye kadar bulunamamıştır.

    Dündar Beyin 1301 yılında Beyliği kuran kişi olarak kabul edilmesinin gerekçesi, bu tarihte Medreseyi yaptırıp iç eyvanının alnı üzerine kimliğini yazdırmasıdır.

    Dündar Bey Uluborlu’da kurduğu Beyliği sonradan Eğirdir’e taşıyıp burasını merkez yaptı. On beş bin yaya, on beş bin atlıdan bir ordu kurup, kardeşi Yunus’la beraber sınırlarını Akdeniz’e kadar genişletti. Eğirdir’i de kısa zamanda bayındır hale getirdi. Bu arada Anadolu'yu tehdit altında tutan İlhanlılara bağlılığını göstermek için onlar adına para bastırıp 1314 te Emir Çoban’ın ayağına Erzincan’a kadar gitti. 1316 yılından sonra İlhanlı devleti içinde karışıklıklar başlayınca Dündar Bey sınırlarını genişletip Antalya’yı aldı, kardeşi Yunus’u oraya Bey yaptı. Aydın, Saruhan, Menteşe Beylerini de himayesi altına alıp kendini Sultan ilan etti. Bu durum İlhanlıların hoşuna gitmedi. Diğer Beyliklerden de rahatsız olan Emir Çoban, oğlu Demirtaş’ı Anadolu üzerine gönderdi. Demirtaş Eşrefoğlu Süleyman Beyi öldürüp Dündar Beyin üzerine geldi. Dündar Bey onun gücü karşısında duramayacağını anlayınca ölen kardeşi Yunus Beyin oğlu, yeğeni Mahmut Beyin yanına gittiyse de, Mahmut Bey kendini kurtarmak için amcası Dündar Beyi Demirtaş’a teslim etti. Demirtaş 1324 tarihinde Dündar Beyi öldürdü. Dündar Beyin mezarının nerde olduğu bilinmemektedir.

    Dündar Bey oğulları Hızır, İshak, Mehmet bu olaylardan canlarını kurtardılar. İshak yardım ve destek için Mısır Sultanı Melik Nasır’a sığındı. Bir nedenle Demirtaş’ın babası Vezir Emir Çoban öldürülünce, Demirtaş da Anadolu'da tutunamayıp Mısır Sultanına  sığındı. Karamanoğulları ve İlhanlıların baskısıyla Demirtaş 1327 tarihinde Mısır’da öldürülünce İshak  Bey de  Eğirdir’e döndü.

    Demirtaş Mısır’dayken Hızır Bey Beyliğin başına geçti, Hamidoğlu Beyliğinin dağılmasını önledi. 1327-1328 yılları arasında Beylik yapan Hızır Bey bu arada yıkım gören Ulu Camiyi yeni baştan onartmıştır. Ondan sonra da caminin adı “Hızır Bey” camisi olarak kalmıştır. Kardeşi İshak’ın Mısır’dan dönmesinden sonra beyliği ona vermiştir. Daha sonraki zamanlarda Hızır Bey hakkında herhangi bir kayıt yoktur.

    1328 yılında Beyliğin başına geçen İshak Bey, Beyşehir, Seydişehir, Akşehir’i Beyliğinin sınırlarına kattı. Küçük kardeşi Mehmet’i de Gölhisar’a Bey yaptı. 1336 yılında da şimdi yıkılmış olan zamanın en büyük tekkesi ve yoksullar evi Hankah’ı  Yazla’da yaptırdı. Seyyah İbni Batuta İshak Bey zamanında Eğirdir’e gelmiş, şimdi Ada’da türbesi olan Şeyh Müderris Musluhiddin karşılamış, Dündar Bey Medresesinde de misafir etmiştir.

    İshak Beyin ölümünden sonra yerine Gölhisar’a Bey yaptığı kardeşi Mehmet Beyin Oğlu Mustafa Bey Hamidoğullarının başına geçti. Mustafa Bey döneminde Hamidoğullarıyla ilgili kaynaklarda bilgi yoktur. 1355 de Mustafa Beyden sonra oğlu II.İlyas Bey Hamidoğulları Beyliğinin başına geçmiştir.

    Baba Sultan Zaviyesi 1357 yılında Şeyh İsa Deduki tarafından yaptırılmıştır. İlyas Bey de katkıda bulunup Yazla’daki Katranlar korusunu zaviyeye vakfetmiştir.

   Öteden beri sınır anlaşmazlıkları olan Karanmanoğlu Alaaddin Bey, Hamidoğullarını ortadan kaldırmak için İlyas Beyin üzerine geldi. Eğirdir’de müthiş bir katliam yaptı ve Eğirdir’i baştan başa yaktı. İlyas Bey yardım için Kütahya’daki Germiyanoğlu’na sığındı. İlyas Bey daha sonra Germiyanoğlu’nun yardımıyla topraklarını ele geçirip beyliğinin  başına döndü. 1370 de ölümünden sonra yerine Hüseyin Bey geçti.

    Hüseyin Bey  zamanında da Karamanoğulları, Hamidoğlu Beyliğini sürekli rahatsız  ettiler. Germiyanoğlu Süleyman Bey kızı Devlet Hatun’u  I.Murat’ın oğlu Bayazit’e verince Osmanlılar daha güçlenip Hüseyin Beye topraklarını satması için zorlayıcı bir teklifte bulundular. Hüseyin Bey hem Osmanlıların hem Karamanlıların baskısına karşı kendini savunamayacağını anlayınca 80 bin altın karşılığı Yalvaç, Akşehir, Ş. Karaağaç, Beyşehir, Seydişehir, Isparta şehirlerini 1374 de Osmanlı devletine sattı. Bu toprak satışının içinde Eğirdir yoktu. Hüseyin Bey de Gönen’e çekilip kalan topraklarını yönetti. Bazı kaynaklara göre de Uluborlu’dan yönetmiştir.

    Hüseyin Beyin oğlu Mustafa Bey 1389 da yapılan I.Kosova savaşına okçu ve öncü birlik olarak  bin kişilik bir kuvvetle katıldı.

    1391 de Hüseyin Beyin ölümünden sonra Hamidoğulları Beyliği son bulmuştur.

   Arap Tarih ve Coğrafya bilgini İbni Fazlillahi Ömeri’ye göre 1332 yılında Hamidoğlu Beyliği  nüfusu 300.000 dir.

 

 

HAMUR DOLMASI

 

    Kalın bir yufka açılır. İki parmak genişliğinde şeritler halinde kesilir. Soğanla kavrulmuş kıyma bu şeritlere konularak rulo yapılır. Lokma lokma kesilir. Kaynar suya atılarak pişirilir. Sonra üzerine kızarmış tereyağ konur. Bir çeşit mantıdır.

 

 

HANKAH

 

    Arapça tekke demektir. 1337 yılında Hamidoğlu İshak Bey tarafından yaptırılmıştır. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı 1929 yılında kitabeleri incelemek için Eğirdir’e geldiğinde Hankah civarında bulduğu bir kitabede yukarıdaki bilgiyi okumuştur.

    Karçınzade Süleyman Şükrü  Seyahat-ı Kübra adlı eserinde 1875 lerde gördüğü Hankahı söyle anlatır:

    “Yarım metre eninde, bir metre boyunda kesme taşlar ile Mevlevi dergahları tarzında ve büyük bir camii şerif heybetinde bina olunmuştur. Bir dağ misali Hankahın geniş semahanesi karşısında neyzenlere mahsus yüksek bir mahvel ve etrafında çilekeşler için yapılmış müteahhit hücreler, gayet geniş olan meydanın ortasında yuvarlak bir şadırvan olup yükseldikçe  tedricen darlaşan kubbesi, takriben elli metre yüksekliğinde, hava ve ışık almak üzere bırakılan tepesindeki delik on metrekare kadardır.”

    Etem Kartal da Hankah hakkında şu bilgileri verir:

    “Hankaha bitişik Tez Murat türbesi vardı. Binanın batısında bir müderris, bir de mütevelli evi bulunuyordu. Ayrıca yine batı tarafındaki aşevinden her perşembe fakirlere yemek dağıtılırdı.

    Hankahın tabanı tamamen mermer döşeli idi.

    Dağ talimgâhının kışla binası yapımında taşları kullanılmak üzere yıktırılmıştır. Sağlamlığı dolayısıyla yıkmak çok zor oldu.”

    Bazı kimseler de Hankahın taşlarının Camiliyayla’daki erat hamamı yapımında kullanıldığını söylerler.

    Hankahın olduğu yere Kale mahallesi yangınından sonra evi yananlar için ev yaptırılmıştır. O yöre şimdi “Yangın evleri” diye anılır.

    2009 yılında kazıya benzer bir çalışma yapılmıştır.

 

 

HANLAR

 

    Eğirdir’de bilinen üç  büyük han vardır. Hayriye hanı, Saffet’in hanı, Pamukhanı. Üçü de ahşaptı. Hayriye hanını Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa yaptırmıştır. 23 oda, bir dükkan idi. Kaleönü’ndeki medresesine vakfetmiştir. Han 1800 lerde yapılmıştır. 1950 lerde yıkılmıştır. Saffet’in hanı hakkında bir kayıta rastlamadım, sözlü bir bilgi de duymadım. 1950 lerde yıkıldı. Pamukhanı da eski bir bedesten üzerine yapılmış tek katlı bir bina idi. Bugünkü Belediye İşhanının olduğu yerdeydi.

 

HARPIŞTA

 

    Bağ zamanı pekmez kaynatma, kışlık hazırlama işlerinin yapıldığı, kısmen açık, kapısız, üstü kiremit kapalı bir mekandır. Bir köşesinde üzümlerin içinde ezildiği suluk bulunurdu.

 

 

HASAN KARABEY (Jandarma Mülazımı Hasan Bey)

 

    17.9.1919 da Hafız İbrahim Demiralay'la beraber Eğirdir'de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına devlet dairelerini işgal edip idareye el koydu. Cumhuriyet kurulduktan sonra da uzun süre Eğirdir Askerlik Şube Reisi olarak görev yaptı.

    Birinci Dünya Savaşında Filistin'de, Şam'da, Mustafa Kemal'le birlikte Çanakkale'de, Galiçya'da savaştı.

    1897 yılında İstanbul'da doğmuş, (1967?) yılında vefat etmiştir.

    Atatürk'ün yanında bulunmuş, Karabey soyadını da Atatürk vermiştir. (Yusuf Yavuz)

 

 

HAŞGEŞLİ EKMEK

 

    15 Eylülde bağ göçü başlamadan yapılırdı. Bağa araba ya da eşek yüküyle göçüldüğü günün akşamı haşgeşli ekmekle üzüm yenirdi. Denebilir ki bu bir kuraldı. Haşgeş kelimesinin haşhaş olduğu sanırım anlaşılmıştır.

 

 

HATİCE OYA KUZGUN

 

    Eğirdir’de doğdu. Öğretmen okulunu Isparta'da tamamladı. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümünden lisans diploması aldı. Sınavla İlköğretim Müfettişliğini kazandı. Güllükte Akşam, Ödünç Umutlar, Islıklı Yalanlar, Hazreti Meryem'in Adaçayı, Aynada Zamanlar, Gündüz Düşleri adlarında öykü kitapları vardır.

 

 

HAVUTLU

 

    Bir kaynakta 1580 lerde “Hacı Davut ve Çay köyünden” diye bir not geçiyor. Havutlu’nun Çay köyüne yakın olması nedeniyle bu ismin “Hacı Davut”tan mı geldiğini düşündürüyor. Gölün kuzeyinde de böyle bir yer adı var. Böyle bir yer ismine Söke dolaylarında ve Adana'da da rastladım.

 

 

HAYDAR

 

    Baba Sultan türbesinin batı tarafındaki alandır.1950 lerde göl şişince su bastığı için imeceyle dolduruldu. 17. yüzyıl eşkıyalarından Haydaroğlu'nun haraç istemek için bir süre kaldığı yer olması ihtimaliyle oraya bu ismin verilmiş olabileceği akla geliyor. Isparta’ya da haraç için böyle bir zorlama yapmıştır. Eşkıya Haydaroğlu Uluborlu’nun İlegüp köyündendir. Hoyran dolaylarındaki geniş düzlüğe de “Haydar ovası” derler.

 

 

HAYDAROĞLU

 

   1640 lardan sonra  Osmanlı devletini  uğraştırmış azılı eşkiyalardandır. Uluborlu’nun İlegüp köyündendir. Naima tarihinde uzun uzun söz edilir. Söğüt dağına yurt edinmiş, Afyon, Ilgın, Eskişehir dolaylarında eşkiyalık yapmıştır. On bin kişilik Ahmet Paşa kuvvetlerini  Sandıklı  dolaylarında  yenmiş, Ahmet  Paşayı öldürmüştür. Ardından Afyon, Manisa illerini soyup Isparta’ya gelmiştir. Karşı konulmuş, bir baskında yaralanıp kaçmıştır. Uluborlu Veli Baba tekkesinde yatarken bastırılmış, teslim olmak zorunda kalmıştır. Sonra İstanbul’a gönderilmiş, orada idam edilmiştir. Eşkıya  Katırcıoğlu bunun yanında yetişmiştir.

    Baba Sultan’ın batısındaki düzlük “Haydar” diye anılır. İhtimal Eğirdir’e baskın verip bir süre orda kalmışsa o yöre bu adla adlandırılmış olabilir.

 

 

HAYRAT

 

    Kadınların ortak kullandıkları, çamaşır yıkadıkları göl kıyısındaki barakalardı. Herkes odununu, kazanını götürür, gölden aldıkları suyu ısıtırlar çamaşır yıkarlar, sonra da kendileri yıkanırlardı. Kale mahallesinde üçü lodos, biri poyraz tarafında dört tane hayrat vardı. Kale mahallesi dışında Demirkapı mahallesinde de bir hayrat vardı.

 

 

HELİKLİ PEKMEZ

 

    Pekmezin içine ayva, eren (kızılcık), kabak katılarak kaynatılır. Aslında bir pekmez reçelidir.

 

 

HENDEK OTU

 

    Geçmişte Oluklacı’dan havanın, suyun durgun olduğu zaman Eğirdir’in güney tarafına bakıldığında,Tersikbaşı’ndan Kaleburnuna kadar hat halinde gölde bir otlanma uzantısı görülürdü. Bu otlara Hendek otu derlerdi. Yüzerken arasından geçmememizi, ayağımıza, kolumuza dolanarak boğulmamıza sebep olabileceğini söylerlerdi. Kaleyi ve şehri savunmak için gölün seviyesi düşük olduğu zamanlarda hendek atılıp içine su verildiği bellidir. Daha sonra erozyonla göl tabanının yükselmesi sonucu göl şişince sular altında kalan bu hendeğin otlanması doğaldır. Kale mahallesinin güneyinde kale duvarı ile hendek otları arası 8-10m. kadardı. Sonradan kıyılar doldurulduğu için dolgu altında kaldı.

    Eğirdir kalesinin önce bir şehir suru olmadığı, askeri kale olduğu açıktır. Cami ve medresenin yaslandığı duvarın dış sur duvarı olduğu bellidir. Ondan sonra Demirkapı mahallesinin göl kıyısından Yellibelen’e kadar bir kale olduğu da bilinmektedir. Eskihisar adı ile anılan bu kale şehir büyüdükçe ortadan kalkmış, Eğirdir’in gelişme alanı Kapılar’a kadar uzanmıştır. Kapılar Akpınar yolunun başıdır. Kapılar’ın  duvar kalıntısı şu anda fay yüzeyinde görülmektedir.

   Bizim çocukluğumuzda hemen onun altında mezbaha vardı. Kapılar’ın duvar kalıntıları üzerindeydi. Hendek otunun şehrin güneyinde boydan boya yer almasının nedeni besbelli savunma için kazılan hendektir. Cami ile Kalenin güney burcunun arasında bir sur kalıntısı olduğunu biliyorum. Çocukluğumda buralarda çok balık avlardım. Taşlara takılan oltaları çıkarmak için çok daldım. Bu kalın koruma duvarlarının kalıntılarını çok gördüm. Hatta kanalizasyon hafriyatı yapılırken bu duvarların taban temeli caminin doğu iç köşesinin hizasında idi.

 

 

HIDIRELLEZ  MAĞARASI

 

    Tersikbaşı, Demirciler üstündedir. Fazla derin bir mağara değildir. Ama burdan giren bir horozun Yazla tarafındaki Kerim Kızı Mağarasından çıktığı söylenir. Bu olayın gerçek olması düşünülemez. Bazı amaçlarla adak adayıp, mum yakarlar. Söylentilere göre eskiden orada kucağında çocuklu bir taş heykel varmış. Ana yufka pişiriyormuş, çocuğu çok ağlamış, altını değiştirmek gerekmiş. Bez bulamamış, bir yufka bağlayıvermiş. Allah da her ikisini taş etmiş... Sanırım Hıristiyanlar o mağarayı kutsallaştırıp kucağında İsa olan Meryem heykelini oraya koymuş olabilirler.

    Karçınzade Süleyman Şükrü Seyehat-ı Kübra adlı eserinde 1880 lerde bu mağarada bir put olduğunu, birçok yerlerinden zedelenmiş olduğunu, sıtmadan kurtulmak için mağarada asılı urgana paçavra bağlandığını, tavandan damlayıp taş çukurlarına biriken suyu, sütü gelmesi için kadınların içtiğini, eski kaşıklar toplanarak  sevap  kastıyla  heykelin  karşısına konduğunu üzülerek yazar.

 

 

HIZIR BEY CAMİSİ

 

    Hızır Bey camisi, “Ulu Cami” diye de anılır. Caminin ne zaman yapıldığı konusuna gelince, tarihi  gerçekler  ve belgeler göz önüne alınarak şöyle değerlendirmek mümkündür.

    Eğirdir Selçukluların yönetimine kesin olarak 1204 tarihinde geçmiştir. Cami iç kalenin dış duvarından yararlanarak şehrin merkezinde yapıldığına göre, Selçuklu yönetiminin ilk zamanlarında yapıldığı akla en yakın ihtimaldir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya göre Hızırbey camisi Selçuklu binası olup Hızır Bey tarafından tamir edilip düzenlenmiştir. Dündar bey 1301 yılında Medreseyi yaptırmıştır. Bu durumda da caminin varlığını kabul etmek durumundayız. İlhanlı valisi Demirtaş  1324 te  Hamidoğlu Beyliğini ortadan kaldırmak için Eğirdir’e geldiğinde Dündar Beyi bulamayıp, ardından Antalya’ya kadar gidip onu öldürmüştür. Eğirdir ve camide tahribat yapmış olsa ki, cami 1328 yılında Hızır Bey tarafından yeniden yapılırcasına onarılmıştır. Bu nedenle  de Hızır Bey camisi adıyla anılmaya başlamıştır.

    Cami Hüsamettin İlyas Bey zamanında Eğirdir’i yakıp yıkan Karamanoğlu Alaaddin  tarafından da bir yangın görmüştür. Karamanoğlu tarihçisi Şikari bu olayı şöyle anlatır.

    “İnsanları davar kırar gibi kırdılar. Hülasa Hamid diyarını şöyle harap eylediler ki, dünya dünya olalı böyle zulüm olmamıştır. Farukul Azam namında yanan Cami-i Şerifin dünyada benzeri yoktu.”  Dikkatle incelenirse caminin çok onarım gördüğü bellidir. Bu yangından sonra da cami elbette yeniden yapılmıştır. Cami 1814 te de büyük bir yangın geçirmiş, nerdeyse tümüyle yanmıştır. Vakıf gelirleri, halktan toplanan paralar, Burdurlu bir hayırseverin serveti onarıma yetmemiş, Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa’nın desteğiyle 1820 tarihinde ibadete açılmıştır. Baba Sultan Zaviyesine ait katran (sedir)  koruluğundan müftüden fetva alınarak yeteri kadar ağaç kestirilmiştir.

    1884 tarihinde de Ağalardan Hacı Murat öncülüğünde yeniden bir onarımdan geçmiştir. Daha önce üstü dam olduğu için karı kürümek amacıyla ortası açık, altında kar kuyusu olan toprak çatı, kiremit çatı haline getirilmiştir. Üstüne sekizgen bir cihannüma yapılmıştır.

    1914 Isparta depreminde de minarenin alemi düşmüş, onarılmıştır. Cami 30-35 m. boyutunda, 3000 kişi alacak büyüklüktedir. Minare iki metre kutrunda, otuz iki metre yüksekliğindedir. Minarenin ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekte ise de tarzına göre 14. yüzyılın sonlarına doğru yapıldığı bazı kaynaklarda yazılıdır. Altından yol geçmesiyle tek sayılıyorsa da Diyarbakır'da buna benzer bir minare vardır.

    Caminin bir kitaplığı olduğu, fakat ne olduğu, antik halılarının ne olduğu konusunda bilgi edinilememiştir.

    1480 den sonraki kayıtlarda Ulu Caminin başlıca gelirleri olarak dükkan kiraları, Bağ, Sevinçbey, Dadıl (Ertokuş hanı yöresi), köylerdeki yerlerden sağlandığı yazılıdır.

    Caminin Medreseye bakan bir ana kapısı, bir de batıya açılan ikinci kapısı vardır. Caminin batı kapısı 1879 yılında cami onarımdan geçerken açılmıştır. Kapının üstünde bir kitabe vardır. Kitabe kapının açılmasıyla ilgili ve yardımcı olan o günün kaymakamı Mustafa Lütfi’den bahseder, tarih verir. Cemal Tosun’a göre Türkçesi şöyledir:

 

 Hızırbey pek güzel ve süslü bir şekilde tamir oldu

 Allahın inayetiyle çok güzel ve mübarek oldu

 Mustafa Lütfi kul da onun ikinci yaptırıcısı oldu

 Hızırbey cami bakımcıya ve yardımcıya kavuştu

 Allahtan olacak bir de katip gelip ulaştı

 Yapılan onarıma Mevlanın izniyle o bir tarih düştü

 Geliş geçiş bu güzellikten elbette şan ve şeref payını alacak

 Cami onarımında hizmet edenlerin cümlesi

 Mahşer gününde mübarek olacak

 Açıldı Cennet incisi gibi parlayan yeni kapı

 

    Hızırbey  camisinin  büyük  giriş kapısının üstünde Tevbe suresinin 18. ayeti yazılıdır. Anlamı şöyledir.

    “Allahın mescidlerini sadece Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve ancak Allah’tan korkan kimseler imar ederler. İşte bunların doğru yola ermişlerden olmaları umulur.”

    Onun altındaki yazı da bir ayettir.

    “Ey Muhammed! Doğrusu  biz  sana  apaçık bir zafer sağlamışızdır.”

(İbrahim Yıldırım’ın sempozyum kitabındaki yazısından.)

    Caminin çevresi yol nedeniyle iki metre kadar dolduruldu. Daha da doldurulacak gibi görülüyor. Cami kapısının eşiğiyle medrese kapısının eşiği değerlendirildiğinde ne derece dolgu olduğu ortaya çıkar. Bu durum yapıların güzelliğini ve geleceğini tehdit etmektedir. Bu dolgunun alınması, yolun eski haline getirilmesi gereği vardır.

    Devlet yolu caminin çevresinden geçtiği için 30 - 40 tonluk araçların yaptığı titreşimden etkilenmekte, vatan tapumuzun mührü olan cami, medrese ve minare etkilenmekte, geleceği tehlikeye düşmektedir. Zaman geçmeden bunun bir çözümüne gidilmesi dileğimizdir.

     Zira güneybatı köşesinde uzun bir çatlak vardır.

 

 

HIZIRNAME

 

    Şeyhülislam Berdai’nin torunu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan’ın bir Divan’ıdır. Fuat Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı kitabında önemle bahseder.

 

 

HOBANOĞLU

     Ada'nın tanınmış ailelerindendir. Geçmiş zamanlarda büyük kayıklarla göl taşımacılığı yapmışlardır. Göle düşen uçak iki Hobanoğlu kayığı arasında kıyıya getirildi. Bazı şeylerin büyüklüğünü anlatmak için "Hobanoğlu kayığı" gibi denir. Aileden iş adamı Mustafa Hobanoğlu Has Su Ürünleri sahibi, Türkiye Su Ürünleri Vakfı Başkanıdır.

      Hoban kelimesinin üstünde de durmak istiyorum.

   Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nin 7. cildi 155. sayfasında Macaristan'da Türk yer adları olarak "Hodan" kelimesi geçer. (Türkiye'nin Etnik Yapısı - Ali Tayyar Önder,  sayfa 241 )

     Akdes Nimet Kunat'ın Peçenek Tarihi kitabında yer ve oymak adı olarak "Hopan" kelimesi geçer. Malatya, Balıkesir, Hopa, Rize yörelerinde bu adla köyler olduğu yazılıdır. (Türkiye'nin Etnik Yapısı - Ali Tayyar Önder,  sayfa 242 )

    Muslihiddin Dede'nin başucunda, öğretmen Ali Rıza Yürükoğlu'nun "Hoçendi" şeklinde bir yazı olduğunu, okuduğunu Ün dergisinde yazar. Semerkant yakınlarında Hokant adında bir Türk şehri vardır. Hokant, Hoçend şeklinde de söylenir.

     Ayrıca "Huban" Farsça, "kadın ve erkek güzeller" demektir. "Hoban" a da dönme ihtimali düşünülebilir.

     Hoban kelimesinin bu bilgiler ışığında değerlendirilmesinde yarar vardır.

          

 

HODULLU

 

     Ağılköy’ün üstündeki dağa verilen addır.

 

 

HOMANADLAR

 

    Psidya’nın dağlık bölgelerinde yaşayan kanun bilmez insanlara denir. Roma İmparatorluğunun güçlü döneminde bile zor kontrol altına alınmıştır.

 

 

HOPA

 

    Sığ kıyılarda oluşan kamışların kökleri göl seviyesinin yükselmesiyle adacıklar halinde kopar, kuzeyden güneye doğru gelirlerdi. Biz çocuklara büyük bir kayık, sandal görevi gören bu adacıkların üzerine çıkar, yüzer oynardık. Kamış köklerinin oluşturduğu yüzen adacıklara hopa denirdi.

 

 

HORASAN ERLERİ

 

    Eğirdir’e gelip yerleşen ilk din ulularına “Horasan Erleri” derler. Anlatılana göre Horasan Erleri Anadolu'ya gelmek istemişler. ”Bir ok atalım, nereye düşerse oraya yerleşelim.” demişler. Horasan’dan bir ok atmışlar, o da gelmiş Yazla’daki katranlardan birinin üstüne düşmüş ve ağacı biraz yakmış. Onlar da gelip Yazla’ya yerleşmişler. Katranların Eğirdir tarafında sanırım yıldırım düşmesiyle yanık almış bir katran ağacı vardı. Sözlerine şahit olarak gösterirlerdi. O katran ağacı 1950 lerde yok oldu.

 

 

HOYRAN  

 

    Eğirdir gölünün tam kuzeyindeki bölümü. Beyşehir gölünün batısındaki yerleşim yerinin adı da Hoyrandır. “Türkiye’deki Tarihsel Adlar” kitabında Bilge Umar, Luvi diline göre, “Yüce Ana Tanrıça Ülkesi” anlamı taşıyabilir diyor. Karamuk gölü bir düdenle sularını Hoyran gölü kuzeyindeki Tırtar altında bir yerden boşaltır.

 

 

HÖŞMERİM

 

    Un, yağla kavrulur. Yavaş yavaş su dökülerek hamur kıvamına getirilir. Ortasına bir yer açıp pekmez konulur. Yağla kavrulmuş unun hamurundan bir parça alınıp, pekmeze batırılarak yenir.

 

 

HÜSEYİN BEY

 

    Hamidoğlu Hüseyin Bey  II.İlyas Beyin oğludur. 1370-1391 yılları arasında beyliğin başında kalmıştır. Takma adı Kemaleddin’dir. Karamanoğullarının sürekli taciz etmesi sonucu önce Germiyanoğullarına, Osmanlılar güçlenince, onlara sığınmıştır. Germiyanoğlu Süleyman Bey kızı Devlet Hatun’u Osmanoğlu Beyazıt’la nişanlarken değerli  hediyeler, atlar göndermiştir. Düğün için hazırlıklar yapılınca Hüseyin Bey Osmanoğlu Murat’ın üzerine geleceğini sanarak daha önce teklif aldığı kaleleri satabileceğini bildirmiştir. Bir anlaşmayla Hüseyin Bey Isparta, Yalvaç, Ş.Karaağaç, Beyşehir, Seydişehir, Akşehir’i 80.000 altına I. Murat’a satmıştır. Bazı kaynaklara göre Gönen, bazı kaynaklara göre Uluborlu’ya çekilerek mülkünün geri kalanını 1391 yılında ölünceye kadar idare etmiştir. Oğlu Mustafa Bey I.Kosova savaşına bin atlıyla katılmıştır. Yıldırım Beyazıt Timur’a esir olduğu  zaman  Mustafa Bey yanından ayrılmamıştır, ölünceye kadar yanında kalmıştır.