Göktaş dolaylarında 34 bin ton rezervli arsenik bulunmaktadır. Havutlu, Koçular, Bağıllı dolaylarında da bir miktar manganez mevcuttur.
Çarşı fırınlarının dışında mahalle fırınları da vardı. Kale mahallesinde Pembe Alimesi'nin fırını, Yukarı mahallede Saylamaz’ın fırını, Çete’nin fırınının adı geçerdi. Bağlarda da Mütevelli mevkiinde Softaoğlu fırını vardı.
Kayıtlara geçen Eğirdir’in en eski 1480 den sonraki mahalle adları şöyledir:
Beydim Mescid-i Feryas
Çukur Mescid (Katip)
Hacı Ahmet Mescidi (Namı diğer Kapılı)
Kale-i Mescid-i Fediği
Mahalle-i Yazla (1558 den sonraki kayıtlarda geçmektedir.)
Mecid-i Cami Şemseddin Bey
Mescid-i Ağa
Mescid-i Demirkapı
Mescid-i Hacı
Mescid-i İmaret
Mescid-i Kethüda
Mescid-i Kurdoğlu (Namı diğer Silahtar)
Mescid-i Nasuhoğlu
Müselman-ı Nis
Zaviye-i Mevlana Abdi
Zımmiyan-ı Nis
Hayvanların ahırda yem yedikleri özel yer. Bir sofrada aynı kaptan herkes önünden yemek yerken bir başkasının önüne kaşık uzatan olursa, “Mahanadan ye..” diye takılırlardı.
Konya yolu üzerinde bir yerleşim yeridir. Sebzesi ile ünlüdür. 300-400 yıllık karadut ağaçları buradadır. Mahmat adı Hazreti Muhammed’in adının Türkler arasında değişmiş halidir.
Muhammed adı Türk boyları arasında Mehemmet, Mehmet, Mahmat, Mahmut, Ahmet şekillerinde söylenmiştir. Türkiye’nin 7-8 yerleşim yerinde Mahmat adına rastlanır. Karçınzade Süleyman Şükrü Mahmatların eski adının “Gököz” olduğunu yazsa da, 1566 dan sonraki evkaf defterlerinde “Mahmatlar” olarak adı geçer.
Gelincik. Fareleri yediği için öyle derler. Eskiden ahşap evlerde çok rastlanırdı.
Sarıidris civarında küçük antik yerleşim yeridir. Hellenistik ve Roma devrine ait yıkıntılar vardır. M.Ö. I. Yüzyıldan itibaren sikke bastırılmıştır. Sikkelerin bir yüzünde imparator, diğer yüzünde Herakles sopası görülür.
I. derece arkeolojik sit alanıdır.
Eğirdir’de bir soydur. Teleüt’lerin bir hükümdarının adı olarak geçmektedir. Teleütler Orta Asya'da bir boydur.
Geçmişte ısınma daha çok ocakla olurdu. Ocakta meşe kütükleri yanar, közü mangallara alınır, herkes mangalda eli ısındığı zaman kendinin de ısındığını sanırdı. Mangal aynı zamanda ekmek kızartmada, yemek pişirmede kullanılırdı. Üstünde kıyma ısıtır, külüne patates, ayva soğan gömer yerdik.
Eğirdir kültürü mani bakımından çok zengindir. Kafiyeli konuşmayı severler. Her Eğirdirli biraz şairdir desem yanlış olmaz. Maniler başlıbaşına bir inceleme konusu olduğu için en az yüz yıl önce kayda geçmiş manilerden beş adet örnek veriyorum. Dedem Veziroğlu Müderris Nuri Efendiye ait cönkten Salih Şapçı tarafından okunup Akın gazetesinde yayınlanmıştır.
Niye gönlüm dar benim
Halim sormaz yar benim
Hazreti Eyup muyum
Nice sabrım var benim
O zalimin ocağında
Mum yanıyor bucağında
Allah emanetin alsın
Şu yavrunun kucağında
İlet güzel kuleden
Bir taş geldi kuleden
Seni sevdiğim için yakmış
Beni sana kul eden
Eyle güzel yare naz
Fitil çek yare sızlar
Çeken bilir yareyi
Ne bilir yaresizler
Eyle güzel güle naz
Bülbül ağlar gülen az
Al yanaktan verirler
Bal dudaktan veren az
Manisa Tarzanı dağlara tırmanmak için Eğirdir'e iki kez gelmiştir. Dağ ve Komando Okulu'nda kalmıştır. Eğirdirli hanımlar onu görmek istemiş, bir evliya gibi karşılamışlardır.
Poyraz mahallesinde 1875 yılında doğdu. İptidai tahsilini bitirince Hafız, Medreseyi bitirince Seydim mahallesine imam oldu. Akşamları imamlık yapar, gündüzleri Şeyh Ali Ağa mektebinde çocuk okuturdu. Daha sonra Hacı Nuri Efendi mektebine muallim oldu. Hafız Osman’ın ölümü ile Hızır Bey camisine imam tayin olundu. Ölümüne kadar burada hem imamlık, hem hatiplik yaptı. Hoşsohbetliliği, güler yüzlülüğü, hazırcevaplılığı, nüktedanlığı ile meşhurdu. 1950 yılında Eğirdir’de öldü.
Kurtuluş Savaşı yıllarında Müdafa-i Hukuk Cemiyetinin muhasebe işlerini de yürütmüştür.
Poyraz mahallesinde Hacı Nuri evinin bitişiğinde idi. Maşacıoğlu Mehmet Efendi hocalık yaptığı için sevgisinden onun adıyla anılmıştır.
Geçmişte delikanlılar, hovardalar halkın Eğirdir'de olduğu zamanlarda Bağlar'daki keliflerden birini sahibinden habersiz açarlar, yerler, içerler, kadın oynatırlardı. Kelife bir zarar vermeden çıkar giderlerdi. Kelif sahibi bilse de bu kişilere bir şey söylemez, hoş görürdü.
Demirköprü’nün arkasındaki koya ve çevresine denir.
İnsanların aya tanrı gözüyle bakıp taptıkları zamanlarda ay tanrısı Men için tapınaklar yapmışlardır. Men Anadolu'nun bir gök tanrısı aynı zamanda sağlık, iffet, kehanet tanrısıdır. M. Ö. 3000 yılından beri Anadolu’da görülmektedir. Mezarların koruyucusudur. Tanrı Men külahlı, yüksek kemerli, gömlek, manto ve tozluk giymiş olarak tasvir edilir. Sakalsız, omuzlara kadar uzun saçlı bir genç adam olarak gösterilmiştir. Talip Karakaya’nın verdiği bilgilere göre Prostanna sikkelerinde tasviri görülür. Bununla ilgili bölgemizde en önemli kalıntı Yalvaç’a 7 kilometre uzaklıkta Gemen korusunda bir tapınak kalıntısı vardır. M.Ö. 500 yılına tarihlendirilmektedir. Bu inanç Eğirdir gölü çevresinde Hristiyanlığın yayılmasına kadar yaşamıştır.
Şeyhülislam Berdai Zaviyesinden gelen geçen öndeki kişilerin hayatlarını dini açıdan anlatan bir elyazması kitaptır.
Bulgurla mercimek karıştırılarak pişirilen bir aştır. Üzerine soğanlı sadeyağ kızartılır, dökülür. Daha çok işçi aşıdır. Bağda, bahçede soğanı kırarak yemenin tadı başka olur. Bağlar Martta bellenirken öğle yemeği olarak verilirdi. Üzerine de ekmekle pekmez yenirdi. Güç verdiğinden olsa gerek mercimek aşının mesel haline gelmiş sözü bile vardır.
“Bulmeş, dam ardını doleş.
Aş, Ardeşlerde şaş.
Mercimek aşı, Eğirdir’den bağa, bağdan Eğirdir’e yük taşı. ”
Eskiden Boğazova’da görülürdü. İri kertenkele büyüklüğünde, yeşil renkte bir hayvandı. “Yılan zehirini ondan alır.” derlerdi. Kimseye bir zarar verdiğini duymadım. Kırk yıldır görmüyorum.
Değişen ekolojik denge sanırım hayvanı yok etti. Atlas dergisi Ağustos 2005 te İstanbul Uskumruköy dolaylarında bu kertenkelenin aynı adla yaşadığını yazdı. Bilimsel adı ( Lacerta Trilineata ).
Aslında “Mahkemeönü” dür. Dündar Bey Medresesinin batı yönündeki bir ahşap bina mahkeme olarak kullanılırdı. 1922 lerde Kurtuluş Savaşı sonu yanmıştır. Bazı yaşlılar, bazı belgeleri ortadan kaldırmak isteyenlerin mahkeme binasını el altından yaktırdıklarını ifade etmişlerdir. Eğirdir Gölü Merakibi Bahriyesi motorunun işine gelmeyenlerce İstasyon altında batırıldığı gibi.
Ramsey Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası adlı kitabında “Hoyran gölünün kuzeydoğu sahilinde, Gaziri denilen yerde Meryem’e mahsus bir küçük kilise vardır ki Psidya ve Lakoniya Hıristiyanlarının ziyaretgahıdır.” der. Bu konuyla ilgili olarak Yeşilada Hıristiyanlarının, Isparta, Denizli, Antalya dahil o çevrelerden gelen Hıristiyanların 15 Temmuzdan sonra toplanıp oraya ziyarete gittiklerini ana babalarımızdan duyduk. 2000 yılı Temmuzunda burayı ziyaretimde bu küçük kiliseyi gördüm. 20 metrekare kadar büyüklükte idi. Kayalara oyulmuş beşik tavanlı bir kiliseydi. İsa’nın tavanda yıpranmış bir tasviri vardı. Kapısının ön sol girişinde 1865 tarihli duvara yazılmış düzgün yazılar görülüyordu. Kilisenin içi ve çevresi kazılmış, kaya mezarları da kısmen tahrip edilmişti. Şartlara göre çekebildiğimiz fotoğraf sunulmuştur.
Buraya özel bir not düşmek istiyorum.
Avşar’ın Yenice köyünde kulağıma “Kilise Burnu” diye bir söz geldi. Yerini göstermelerini istedim. Gösterdiler. Gazire’nin birkaç kilometre güneyinde, Yenice korusunun göle doğru uzantı yaptığı bir yerdi. “Kilise nerde? ” dedim. “Kilise yok. Öyle bir kalıntı da yok.” dediler.
Daha sonraki araştırmalarımda Kilise Burnundan 1.500 metre kadar güneyde, köyün batı açıklarında 500 metre kadar gölün içinde bazı kalıntılar olduğunu öğrendim. O yöreler Yalvaç’tan gelen Akçay’ın birikintisiyle dolduğu için sığ sayılırlar. Durgun bir havada kalıntıyı inceleme fırsatı buldum. 1995 yılına göre iki metre derinlikteki kalıntıları gördüm. Tahminle doğu batı yönünde 45 metre, kuzey güney yönünde 25 metre uzunluğunda bir kalıntı tespit ettim. Dağın kıyısından bir kilometre kadar açıkta bir yer. Oralardan tunç tabaklar, haç bulduklarını söylediler. Zamanına göre göl kıyısında ve açıkta olan bu tapınağın Men kültüyle ilgisi olabileceği, sonradan kiliseye dönüşebileceği aklıma geldi. Gölün içinde kalması da zaman bakımından eskiliğini düşündürdü.
Herkes Kemal’i tanır. Bir zamanların meşhuru Mesci Mehmet’in oğludur. Kıyafetine, tıraşına çok dikkat eder. Erkek modasından ceketi çıkarmıştır. En büyük merakı gölü taşla doldurmaktır. Sokağa, çevreye çöp atanlara çok kızar. Her Perşembe parasını toplar. Vermezseniz “Haftaya ver.” der, geçer. Şimdi ona “IMF Kemal” diyorlar.
Temizliği çok sever. Ama yalnız elini yüzünü yıkar. Yürümek nedir bilmez, her yere koşarak gider. 1500 metre mesafeye kahveyi soğutmadan götürdüğü söylenir. Hastanenin altındaki arsaların kendine ait olduğunu iddia eder. Yumrutaş’taki 40-50 tonluk kayaları oraya indiriverseler, ev yapmayı düşünmektedir. Yağmurda ıslandığı zaman kurunmak için poyraza karşı durmayı pek sever. Küfürden hoşlanmaz.
Pınarpazarı dağına dik gelen kuzeyindeki dağın, bu dağın batısındaki bağların bulunduğu yöreye denir. Bu yörede dedesinden kalma toprağı olan Etem Kartal’ın anlattığına göre, Musa Hüseyin adında bir bekçi varmış. Adı verilen dağa çıkar, bütün bağarasını oradan izlermiş. Kim kimin bağından bir salkım üzüm koparırsa o kadar uzaktan görür, tanırmış. Bu nedenle de onun bekçilik yaptığı süre içinde hiç hırsızlık olmamış. Onun sürekli o dağdan Boğazova’yı izlemesinden dağın adı da Musa Hüseyin olarak kalmış. Zamanla da bozularak Meseyin olmuş. Daha sonra da yöre adı olarak dilimize yerleşmiş.
Kubbeli mahallesinde idi. Buradan diploma alanlar Rüştiyeye kaydedilirdi.
Fatih Sultan Mehmet döneminde Eğirdir’de paşalık yapmıştır. O zaman Hamid sancağının merkezi Eğirdir idi. Mesih Paşa 1480 de Rodos’u almak istemiş, alamamıştır. Onun Eğirdir’e yaptırdığı okul 1920 lere kadar devam etmiştir.
Mevlevihane’de türbesi olana “Seyfullah Dede” derler. Mevlana Celaleddin Rumi’nin yeğeni olduğu söylenir. Bilinen kayıtların verilerine göre 1310 larda Sultan Veled tarafından gönderilmiş olabileceği sanılmaktadır. 1480 den sonraki evkaf kayıtlarında “Zaviye-i Mevlevihane” olarak geçmektedir. Kayda göre Çomaklar köyünün bütünü, Gönen’deki Akmescit köyünün yarısı buranın vakfı idi. Diğer yarısı da Yazla’daki Hankah’ın vakıfları arasındaydı. Ayrıca Mevlevihane’nin Vakıfları arasında değirmen, ev, dükkanların kiraları da vardır.
I.Dünya Savaşı Mücahiddin-i Mevleviyye alayına son şeyhlerden Şeyh Osman Nuri de iki dervişiyle katılmıştır. 1917 de diğer dervişlerle birlikte Halepte çekilmiş bir fotoğrafı vardır. Bugün torunu Mehmet Ünsal’dadır.
Eğirdir’de bir soydur. 1910 da bir kolu Kale mahallesinden Manisa’ya göç etmiştir. Yalvaç’ta bir Meydanoğlu mezrası olduğu 1500 yılarındaki kayıtlarda geçiyor.
Şeyhülislam Berdai Türbesi ve çevresine denir.
Tarih boyunca Eğirdir'de bilinen mezarlıklar şunlardır.
Yazla'daki Şeyh Berdai çevresi, Baba Sultan çevresi, İnek Denizi, Kapılar yöresi, Ardıçlar, Kervansaray, Pınar, Kızılçubuk, Konne Bucağı, Yeşilada, Demirköprü altı, Eskihisar'dır.
Kıyma tekerinden alınan kıyma üzerine, yumurta kırılarak yapılan pratik bir yemektir.
Hacı Eşref Ağa (Osmanlı dönemi)
Tevfik Tığlı
Mustafa Raşit Cesur
İbrahim Yaman
Nuri Okutan
Bu konuyu anlatırken o günlerin tanığı Öğretmen Etem Kartal’ın anılarıyla giriyorum:
“Sevr antlaşmasından sonra Eğirdir’e halkın galeyan göstermemesi için II.Abdülhamit’in oğullarından Şehzade Abdurrahim Efendi’nin başkanlığında “Uslu durun...” demeye bir nasihat heyeti geldi. Tabi yalnız değildi. Etrafında bir yığın mebuslar, paşalar, müftüler vardı. 9 Mayıs 1919 günü Eğirdir’deydiler. Eski Mebus Burhanzade Hacı Eşref Ağa hepsini konağında misafir etti. Ertesi gün yanan Hükümet konağının önünde Eğirdirliler toplandı. Heyet azasından Ali Rıza Paşa Devlete sadık kalmamız ve güvenmemiz hakkında bir nutuk söyledi. Sonra hükümet binasına çıkıldı. Hacı Eşref Ağa başta Kaymakam Nedim Bey, bütün memurları Şehzade Abdürrahim’e takdim etti. Hükümetin salonuna oturuldu. Müftü vekili Recep Efendi’nin yanına Yeşilada Papazı oturdu. Konuşmalardan sonra o gün Avşar üzerinden Konya’ya geçtiler. Birkaç gün sonra 15 Mayısta Yunanlılar İzmir’e çıkıp işgale başlayınca Aydın Sultaniye Tarih muallimi Ahmet Fevzi, Nazilli Posta Telgraf Müdürü Hüsamettin beyler Eğirdir’e geldiler. Ege’de kurulan Reddi İlhak Cemiyetinin Eğirdir’de de kurulmasını istediler. Bir Cuma namazından sonra İzmir’in işgalinin sonuçları üzerine konuştular. Yapılan katliamın ve zulümü anlattılar. Hacı Abdürrezzak oğlu Şükrü Efendi coşarak ayağa kalktı. “Vatanını sevenler Nazilli cephesine, sevmeyenler karılarının koynuna...” diye bağırdı. Zaten İzmir’in işgalinden bir hafta sonra 22 Mayısta Eğirdir’de 700 kişilik bir mücahit kuvveti oluşturulmuştu. Sonra bu kuvvet benim komutamda Balyambol, Ödemiş cephesinde savaştı.
Ahmet Fevzi Beyler gittikten sonra o zaman Şarki Karaağaçta Jandarma kumandanı olan Hasan Karabey ve Veziroğlu Mustafa çavuş bir müfreze askerle Eğirdir’i kuşattılar. Tığlıoğlu Hakkı Efendi’nin başkanlığında, Sarıboyacıoğlu Hacı Abdullah, Serçeoğlu İbrahim, Tığlıoğlu Müftü Hüseyin, Hatipoğlu Nuri ve kardeşi Rıfat, Hacı Mustafa Efendioğlu, Hazım Efendi’lerle Posta telgraf Müdürü Selami, Duyunu Umumiye Memuru Kerim Beylerden müteşekkil “Eğirdir Müdafa-i Milliye” heyeti kuruldu. Bu sırada Nazilli’de Selanikli avukat Ömer Lutfi Beyin başkanlığında “Nazilli Heyeti Merkeziyesi” faaliyete geçti. Eğirdir’den de buraya Süleymanağa oğullarından Hacı Ahmet Efendi seçilerek gönderildi. Nazilli Heyeti Merkeziyesi’nce hicri 1300-1310 arası doğumlulardan gönüllü asker alınmasına karar verildi. Askere alınacakların masrafı Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nce sağlanacaktı. 1300-1302 doğumlular Dörtyol, Balyambol, Keles cephesinde üç ay savaştıktan sonra terhis edilecek, 1303 –1304 doğumlular onların yerine gidecek, böylece devam edecekti.
Dörtyol kumandanı Yörük Ali Efe, Balyambol cephesi kumandanı Kamalı Efe, Keles cephesi kumandanı Gökçen Efe, Umum Kuvaiye tedibi Kumandanı Demirci Mehmet Efe idi.
Bu savaş Yunanlıların daha içerilere girmemesi için veriliyordu. Bu sıralarda Sütçüler tarafında Kosat adlı bir eşkıya çıktı. Hatta Eğirdir’e baskın yapacağı, halkı soyacağı, Milliyetçileri ortadan kaldıracağı söylentisi yayıldı. Bu nedenle Demirci Mehmet Efe Umumi Kuvayi Tedibiye Kumandanı olarak Kosat’ı ve avanesini ortadan kaldırmak için Eğirdir’e geldi. Herkes Bağlarda idi. Demirci Mehmet Efe söylentilerin doğruluğunu araştırmadan kendisine verilen listedeki kişilerden kaçma gereği duymayan dört kişiyi çınara astı. Bunlar, Kuşzade Müderris Mustafa Efendi, Tığlıoğullarından Hacı Osman Oğlu Hafız Sabri, Sarıboyacıoğlu Hacı Abdullah, Burhanoğullarından Hacı İsmail Ağa’dır. Kaçanlar sonradan affedilerek idamdan kurtulmuşlardır. Asılanlardan Müderris Kuşzade Mustafa Efendi; çok bilgili, sedası güzel, Şeyh Ali Ağa medresesinde Müderris, çok talebe yetiştirmiş, çevrede nam salmış bir hoca idi. Hafız Sabri ise uzun müddet Rüştiye mektebi yazı ve Türkçe muallimliğinde sonra Şeriye Başkatipliğinde bulunmuş güçlü bir zattı. Hacı Abdullah memleketin zenginlerindendi. Hacı İsmail Ağa memleketin eşrafındandı, Padişah tarafından verilmiş fahri paşalık ünvanı vardı.
Demirci Mehmet Efe daha sonra Sütçüler civarındaki Kosat’ı yakaladı ve avanesini dağıttı. Kosat da Isparta hapishanesine kapatıldı. Hapishane duvarını delip kaçmak isterken Yakaavşarlı mahkum Topçu tarafından öldürüldü. Topçu sonra affedildi. Milli orduya geçilince İğdecik köyüne yerleşen Demirci Mehmet Efe ve çevresindekiler Refet Paşa tarafından dağıtıldı.
Kurtuluş Savaşı başlarken bir Binbaşının kumandasında ve bir miktar askerle Eğirdir gölünde askeri ulaşımı sağlamak için “Eğirdir Gölü Merakibi Bahriyesi” adı altında bir teşkilat kuruldu. Üç motor sekiz adet mavnası vardı. Bu motor ve mavnalar Kurtuluş Savaşı bitene kadar İstasyon altındaki iskeleden Avşar Hüyük’üne asker ve erzak taşıdı. Savaş bittikten sonra Hazine namına Eğirdir Maliyesine devir edildi. Sonradan “Eğirdir Yedek Subay Yardımlaşma Cemiyeti’ne verildiyse de Motor kasıtla İstasyon altındaki iskelesinde batırıldı.”
Hafız İbrahim Demiralay da Eğirdir ve Çevresindeki Milli Mücadele örgütlenmesini, gelişmesini anılarında şöyle anlatır:
“Sivas’taki Mustafa Kemal’le ilişki kurduktan sonra Şarki Karaağaç Jandarma Mülazımı Hasan Bey Avşar’ın Yaka köyüne on süvari ile gelmiş. Yakalı Musa Çavuş, Mehmet Pehlivan’ı acele bana göndermiş. Yeniceköy’de yatağımdan kaldırdılar. Emri okudum. Ben ve Mülazım Hasan Bey’den Eğirdir ve Isparta’daki resmi dairelere el koymamız isteniyor. Gerçi vazife ağırdır. Lakin vatani olduğundan mukaddestir, fikrime de uygundur. Hemen yola çıktım. Hasan Beyle müzakere yaptık. Esaslı anahatları çizdik.
Gelendost ve civar köylerimizin fedakar mücahitleriyle 16 Eylül 1919 Cuma günü ikindi vakti yola çıktık. Efradımızı Hüyük iskelesinden kayıklara bindirdik, Canada’ya çıkmalarını söyledik. Biz de Hasan Bey ve Süvari candarmalarla Karabağlar’a gece geldik. Bağbozumu mevsimiydi. Eğirdir’e girip çıkanı kontrol etmek için süvarileri Köprübaşı’na yolladık. Biz Karabağlar’dan Canada’ya çıktık. Hücum kollarını dörde ayırdık. İstasyon yöresine Isparta yolunu ve İstasyon haberleşmesini kesmesi için Gelendostlu Mestan Ağa müfrezesini koyduk. Tersikbaşı’na bir müfreze koyduk ki Köprübaşı’ndan gelebilecek kuvvetleri Eğirdir’e sokmasın. Jandarma Mülazımı Hasan Bey de resmi daireleri işgal edecek, güvenliği sağlayacaktı. Diğerleri benim yanımda kalacaktı. Öyle de yapıldı. Güneş doğarken işgal bitti. Hiçbir olay olmadı. Biraz sonra da ben geldim. Hükümete çıktım. Şüpheli olanlar evlerinde tevkif edildi. Telgrafhaneyi işgal edip Konya ve Isparta ile de haberleşmeyi kestik.
Eğirdir halkını Hükümet meydanında toplayarak direkte olan bayrağı indirttim, tekrar direğe çektirdim. Olayı halka şu şekilde açıkladım:
“Ey ahali... İndirilen bayrak Osmanlı bayrağıdır. Tekrar çekilen bayrak Kuva-yı Milliye bayrağıdır. Endişe etmeyiniz. İş ve gücünüzle meşgul olunuz. Yalnız milli hareketi kabul ve takviye ediniz...” 17 Eylül cumartesi günü bu iş tamamlandı.”
Hafız İbrahim Demiralay, Demirci Mehmet Efe’nin Eğirdir’e gelme nedenini şöyle anlatıyor;
“Eğirdir kazamızda ikilik ruhunun önünü bir türlü alamadık. Belediye’ye iki tarafı çağırırım, uzlaştırmak için uzun nasihatler ederim, el ele vererek barıştırırım. Bir saat sonra her şey altüst olmuştur. Bu garaz dededen, babadan kalmış olsa da, konu vatan olunca geri kalmalıydı. Sözünü ettiğim Ağalar’la, Tığlızade’ler. İki tarafın hısım ve akrabası birbirinin yardımcısıydı. Hacı Eşref Ağa Meşrutiyetin ilanında Mebuslukla İstanbul’a gitmiş, her şeyi karanlık görme yaratılışta biri. Kalbinde saflık varsa da inat ve bilgisizliği çok defa kendisini tehlikeye sokmuştur. Biraderi Hacı İsmail Ağa ağabeysi namına söz söyler, devlete millete ısrarla müdahale ederdi. Halk ile Hükümet arasına aracılığı şeref sayardı. Saf kalpli lakin hırsa yönelikti. Doğru söylediğine de şahit oldum. Bir gün Nazilli Kongresine Eğirdir’den iki aza göndermek gerekti. Bizzat bulundum. Hepsini Belediye’de topladım. Müftü Hüseyin Efendiyi aday gösterdim. Diğerini de onlara bıraktım. Maksadım ikilik olmaması için Ağalar tarafının da aday göstermesi idi. Onlar da Çulcu Hacı Ahmet Efendiyi aday gösterdiler. Pekala uygundu. Müftü ise yalandan bahanelerle bu işten kaçınıyordu. Hacı İsmail Ağa ortaya atıldı.
“Efendiler... Bu işi tutacak isek dört ucundan birlikte tutalım. Tersi gelirse birimiz diğerimizi tenkit edemeyiz, sorumlu tutamayız.” diye ısrar etti. Sorun da bitti. Tığlızadeler, Hakkı Efendi, ilk zamanda inkılaba canıyla hizmet etmiş şahsiyettir. Yalnız asabi ve hissiyatına mağluptur. Müftü ise mutedil ve ihtiyatlıdır. Müspet, menfi iki burcun çarpışması Kazanın ahengini daima bozuyor, ahali de rahatsız oluyordu. İyilikle idareye çok uğraştık.
Dağlarda Samut ve Kosat eşkiyası, Sütçüler’de Alaaddin isimli emekli zabit sarp dağlara sığınmış fesat kaynatıyor. Eğirdir Delibaş’ın tehdidi altında, Yunanlılar Dinar’ı tehdit ediyor, Eğirdir sallanıyor... Ben mebusum. Sert hareketlere şahsım ve siyasi durumum elverişli değil. Bu işin bir celladı olmalıdır. O da Demirci Mehmet Efe’dir. Öyle de oldu.
Çal cephesi takviye edilerek Demirci isyanı söndürmeye memur oldu. Bizim Mahmut Efe de beraberindedir. Hacı Eşref Ağa’yı Isparta’dan arkasına takarak Eğirdir’e gelişinin akşamı yirmi kadar kişi hapsedilerek sabahleyin dört tanesi Hükümet önündeki çınara asıldı. Hacı İsmail Ağa, Hacı Abdullah, Kuş Hoca Mustafa, Hafız Sabri Efendiler... Hacı Abdullah ilk zamanda Kuva-yi Milliye azası iken şahsi nefretle ayrılmış, servet ve ifratkarlığı hayatına malolmuştur. Kuş Hoca muhitin alimi ise de Ağalar’la sıkı teması kendisini yoketmiştir. Hafız Sabri genç, zeki, fakat Konyalı Zeynel Abidin ile gizli teması duyulmuştur. Bazıları da kaçarak idamdan kurtuldular. Sonra affedildiler. İdamları hakkında Tığlızadelerin Demirci Mehmet Efeye mazbata verdikleri söyleniyorsa da ne derece doğru olduğunu kestiremedim. Bu sırada ağır hasta olmasa idim, şiddetli icraatı belki yumuşatmaya muvaffak olurdum.”
Hafız İbrahim Demiralay Denizli Rumlarının Eğirdir Canada’ya sevkini de şöyle anlatır.
“Bizimkiler Rumları gece çıkarmışlar, hazırlanan trenle Eğirdir’e acele hareket etmesini bildirmişler. Dikbaşlı Rumlar önce aldırmamışlar. İki papaz ve ileri gelenlerden on beş kişinin sokak ortasında cansız serildiklerini görünce akılları başlarına gelmiş, bir solukta istasyona boylamışlar. Treni izdihamla doldurarak Eğirdir’e can atmışlar.”
Eğirdir’de bir de Şarki Karaağaçlı Hasan Hüseyin Efe’nin öldürülmesi olayı olmuştur. Başlangıçta cepheye giden Hasan Hüseyin Efe zamanla olumsuzlaşmış, kaçmaya, bahane aramaya başlamıştır. Geri dönerken Eğirdir’de cezalandırılmasına karar verilmiştir. Hafız İbrahim Demiralay hatıralarında bu olayı özetle şöyle anlatır.
“Refet Paşa’nın özel treniyle Jandarma Kumandanını da alarak üçümüz Eğirdir’e gittik. Tedbirden sonra Refet Paşa Burdur’a döndü. Bulunduğumuz eve Kaymakam, Jandarma Bölük Kumandanı, Şube Reisini davet edip nasıl tedbir alacağımızı konuştuk. Ş.Karaağaçlı Hasan Hüseyin Efe’yi istasyonda karşılayıp adamlarını ayrı ayrı hanlara yerleştirmeyi, Hasan Hüseyin Efe’yi de Hükümetin yanındaki hana yerleştirme kararı aldık. Gece tren geldi. Konuştuğumuz üzere adamlar hanlara yerleştirildi. Sabaha doğru hükümet önünde adamlarımızı topladık. Efe ve kuvvetlerini abluka altına aldık. Hasan Hüseyin Efe “Teslim ol” ihtarımıza silah ve bombalarla karşılık verdi. Biz de silah kullandık. Bir buçuk saat devam eden şiddetli çarpışmalardan sonra dört ölü üç yaralı oldu. Kabahatsızların silahlarını alıp, serbest bıraktık. Hasan Hüseyin Efe ve çevresini tevkif ederek 25 Şubat 1920 günü Isparta’ya gönderdik.”
Hasan Hüseyin Efe’nin kaldığı yer Yılanlılı Şeyh Ali Ağa’nın yaptırdığı Hayriye Hanı’dır.
“Milli Mücadelede Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları” adlı kitabında Nuri Köstüklü o günlere dair Eğirdir’le ilgili bilgiler verir. Tekrara düşmeden kitaptan bazı alıntılar yapıyorum.
“Denizli’de kurulan Reddi İlhak Cemiyeti 7 Temmuz 1919 da Eğirdir’e Müftüzade Fevzi, Helvacızade Mehmet, Kızılhisarlızade Tevfik’ten oluşan bir heyet göndererek, milli mücadeleye katılınmasını istediler.
26 Mayıs 1919 da İtalyan temsilcisi, yanındaki askeri maiyeti ve tercümanı Isparta ve Eğirdir’e geldiler. Ağustos 1919 ortalarında 8000 kişilik bir protesto yapılınca Antalya’ya geri döndüler.
22 Mayıs 1919 da Eğirdir’de Yunanlılara karşı 700 kişilik bir mücahit kuvveti oluşturuldu. Alman Tüfekleri Suriye cephesinden geri çekilirken Akşehir, Konya dolaylarında el altından halka satılmıştı. O günlerde bir tüfek üç yüz fişeğiyle 4-5 liradan satın alınıyordu.” (Buraya özel bir not düşmek istiyorum. Suriye cephesinde de savaşan babam Süvari Başçavuş Veziroğlu Rıza’nın anlattığına göre İngilizlerin Yafa Hayfa çıkartmasından sonra Osmanlı ordusu geri çekilirken trenler dolusu mühimmat da cephe gerisine, Karaman’a, Konya’ya taşınmıştır. Sarı Paşa’dan gelen bir uyarıya göre bu silahların halkın eline geçecek şekilde satılması söylenmiştir. Sarı Paşa, Mustafa Kemal’in asker arasındaki adıdır. Bunun üzerine silahların Halep’ten sonra yollardaki istasyon boyunca halka satıldığını anılarında anlattı. Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa direnişlerinde bu olayın etkili olduğunu düşünüyorum.)
“Büyük Taarruz öncesi günlerde güney ve güneybatıdan gelen askerlerin toplanma yeri Kaleönü’ndeki Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa Medresesi idi. İbrahim ve Yüzbaşı Arap Nuri adındaki subaylar her gün gelen askerlerin listesini yaparak mavnalara bindirirler, Hüyük iskelesine, oradan da Akşehir’e sevk edilirlerdi. Kaleönü’ne toplanıp Şeyh Ali Ağa Medresesinde giydirip, silahlandırılan askerler günde en az iki üç sefer yapan 50-60 kişi alan motorun çektiği mavnalarla, cephe gerisine götürülürlerdi.
Ağustos 1920 de Delibaş çetesine katılanlar Karabağlar’a kadar gelerek Eğirdir’deki bazı kişilerle ilişki kurdular. Demirci Mehmet Efe de 12 Ekim 1920 akşamı 300 piyade, 300 süvari, bir top, bir makinalı tüfekle Eğirdir’e geldi. Refet Paşa’nın ifadesine göre de Demirci Mehmet Efe’nin 1500 atlı kuvveti vardı. Demirci Eğirdir’deki işini gördükten sonra Ş.Karaağaç üzerinden Beyşehir’e geçti.” (Dayım Hasan da Demirci’nin kızanıydı.)
Isparta’ya gelen İstiklal Mahkemesi Bursa mebusu Muhiddin Baha (Pars), Mebus Hacim Muhiddin (Çarıklı), Yusuf Bey’den oluşuyordu.
Kurtuluş Savaşında yalnız Eğirdir’den 150 kişi şehit olmuştur.
Sütçü İmam’ın müdahalesiyle başlayan Maraş Milli Mücadelesine Eğirdir’den yardım olarak 200 lira gönderilmiştir. Isparta da Vilayet olarak 200 lira göndermiştir.
Son olarak o günlerle ilgili annem Zübeyde Güngör’den duyduğum bir anıyı da buraya eklemek istiyorum.
Annemin Amcasının oğlu Hacı Hafız Mehmet Efendi’nin kızıl üzümle beslediği bir atı varmış. Demirci Mehmet Efe’nin kulağına bu atın şöhreti gitmiş. Atı ahırından aldırıp Hacı Hafız Mehmet Efendi’yi de Hükümet binasına çağırmış. O da diğerleri gibi asılacağını sanmış. Yaşaroğlu Hacı Hafız Mehmet Efendi, Demirci Mehmet Efe’nin huzuruna çıkınca Demirci:
“Yaşaroğlu... Senin bir atın varmış. Bana kaça satarsın?” demiş.
Yaşaroğlu Hacı Hafız da:
“Anamın ak sütü gibi helal olsun Efe Hazretleri, anamın ak sütü gibi helal olsun..” deyince Demirci Mehmet Efe de:
“Madem öyle ...Hadi git...” demiş.
Hacı Hafız Hükümet binasının merdivenlerinden üçer beşer nasıl indiğini bilememiş. Yine de korkusundan Demirci, Eğirdir’den gidinceye kadar tanıdığı birinin samanları arasına saklanmış.
Ne yazık ki, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı’ndan yüzlerce Gazisi olan Eğirdir evlatlarının anılarını geç kalarak tarihe geçiremeden onları sonsuzluğa uğurladık..
Eğirdir’de Tığlıoğlu Hakkı Efendi’nin başkanlığında Milli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin Kurtuluş savaşı boyunca çok başarılı bir çalışması olmuştur. Bu örgütlenmenin listesi şöyledir.
Birinci isimler Reis, sonrakiler Aza’dır.
Eğirdir Kazası (Merkez)
Tığlızade Hakkı Efendi
Müftü Hüseyin Hüsnü Efendi
Hacıosmanzade İbrahim Efendi
Hatıpzade Nuri Efendi
Telgraf Müdürü Selami Bey
Hatıpzade Rifat Efendi
Hafızağazade Ömer Efendi
İmam Hafız Abdurrahman Efendi
Saatçizade Ahmet Efendi
Hacı Kelahmetoğlu Ahmet Ağa
Burhanzade İsmail Efendi
Bestelcizade Osman Efendi
Hacı Burhanzade Hacı Ali Ağa
Sarıboyacızade Hacı Abdullah Efendi
Semercizade Hüseyin Efendi
Şeyh Kadir Efendi
Hatıpzade Hacı Behçet Efendi
Tığlıoğlu Hacı Şevki Ağa
Mollaosmanzade Ahmet Ağa
Sipahizade Şakir Efendi
Yaşarzade Hacı Hafız Efendi(Annemin anısını anlattığı kişi)
Sarıboyacızade Ali Ağa
Kale İmamzade Hafız Ali Efendi
Kuburzade Hafız Süleyman Efendi
Çömezzade Hacı Ali Ağa
Maşacızade Hacı Hafız Efendi
Yaşarzade Ömer Efendi(Annemin babası, Yaşarzade Hacı Hafız’ın amcası. O zaman 90 yaşında. (1829-1931)
Hacı İncezade Hacı Hafız Hasan Efendi
Hacı Kelahmetoğlu Tahir Ağa
Boyacıoğlu İbrahim Efendi
Müslim Mahallesi İdare Heyeti(Ada)
Hacı Hafız Salih Efendi
Hacı Şerifoğlu Halil Efendi
Kavasoğlu Süleyman Efendi
İmam Murat Efendi
Ayvazoğlu Hafız Efendi
Kadiroğlu Abdullah Ağa
Hüseyin Efendi
Şapçızade Mevlüt Efendi
Şanişoğlu Ömer Efendi
Çevre bucak ve köylerinin listesi buraya alınmamıştır.
Öğretmen Cemal Tosun’un okuyuşuna göre yazının Türkçesi şöyledir. “Müslümanların ve İslamın Sultanı, Sultan Muhammed Han Ekridur yakın bağlarının vergisini bağışladı. Allah onu ve mülkünü daim eylesin. Her kim bu hükme uymazsa Allah ve Resulünün lanetine uğrasın.” Yazının altında tarih yoktur.
Timur’dan sonra Anadolunun birleşmesi sağlanırken, Şeyhülislam Berdai Zaviyesi Mehmet Çelebi Sultan’ı desteklediği için Eğirdir’e gelmiş, karşılık olarak bu vergiyi bağışlamıştır. Bu olay böyle değerlendirilmektedir.
Birinci kitabenin üstünde girift bir Selçuklu sülüsü ile yazılmış bir kitabe daha vardır. İbrahim Yıldırım’ın okumasına göre “Biz sana (Kur’an’ı) indirdik...” ayetidir
Mahalle fırınlarına ekmek hamuru taşımak için 10-12 bölümlü uzun genişçe bir keresteden yapılmış araçtır. Tokat dolaylarında aynı araca "Menevit" derler.
Eğirdir'de miras sorunu çoğu zaman anlaşmazlıkla biter. Bunun sosyal gerçeklerini sosyologlar incelesin, biz olaylara bakalım. Bu konuda iki olayı anlatacağım.
Bir miras paylaşımında dört mirasçı anlaşamadığı için bir yorganı dörde bölüp paylaşmışlardır. Bu da bir şey mi, minder yapmışlardır diyeceksiniz. Ya şuna ne dersiniz ?
Bir miras paylaşımında iki kişi bir kayığı eşit olması için uzunlamasına ortadan, suluğu ise enlemesine ortadan paylaşmışlardır.
Eğirdir Isparta yolundan Sevinçbey ovasına geçen sırta Miskinler Yokuşu denir. Cüzzam (Lepra) hastalığına halk arasın da “Miskin hastalığı” denirdi. Geçmiş zamanda çok bulaşıcı bir hastalık gibi görüldüğü için bu hastalığa yakalananlar toplum dışına çıkarılır, ihtiyaçları karşılanırdı. Sanırım Eğirdir’de cüzzam hastalığına yakalananları uzaklaştırıp Miskinler Yokuşu dolaylarında tuttukları için o yöreye Miskinler Yokuşu denilmiş olabilir. Karçınzade Süleyman Şükrü cüzzamlıları (miskinleri) bakmak için imaretler olduğunu yazar.
Cüzzam hastalığında parmak, burun, kulak düşmeleriyle insan çok sevimsiz görünüşte olabilirdi.
Bursa’da miskinler mahallesi olduğunu Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde yazar.
Buzatına binenin ileri hareketini sağlayan ucu sivri demirli değnek. Dizengeç de derler.
Bağarası'nda Mütevelli, Çiçeklikaya, Konne Bucağı, Meseyin yörelerinde çok olurdu. Şimdilerde görünmez oldular. Mart ortalarında toplar, top top bağlar, kokusuyla mutlu olurduk. Al menekşe bu kadar güzel kokmaz.
Muşilli oyununun cevizden iri büyüklükte taşıdır.
Hacı Şeyh mahallesinde, Eskihisar mezarlığının güneyinde idi. Eğitim Birliği kanunundan sonra diğer mahalle mektepleri gibi burası da satılarak parasıyla Zafer İlkokulu yapıldı.
Eski ahşap evlerde yüklük, dolap, gusulhanenin tavanla arasına bir boşluk bırakılır, mutfak kapları konurdu. Bu bölüme musandıra denirdi.
Müderris, alim, fazıl, fakıh, Hacı, Mısır ve Şam’da okumuş bir kişidir. Seyyah İbni Batuta 1333 de Eğirdir’e uğradığında onu ağırlayan Müderris Musluhiddin’den böyle överek söz eder.
Öğretmen Ali Rıza Yürükoğlu’nun verdiği bilgiye göre Türkistan’ın Hoçend şehrinden gelmiştir. Ada’da bulunan türbesinin sandukasının başucundaki levhada bunu okuduğunu söyler. Doğum ve ölüm tarihleri hakkında, türbesinin niçin Ada’da olduğu hakkında bir bilgi yoktur.
Katip Çelebi Cihannüma’sında azizlerden olduğunu yazar.
1910 yılında Eğirdir’de doğdu. İstanbul Muhabere Küçük Zabit Mektebinden mezundur. 1938 de Halk Kitabevi’ni kurup Eğirdir’e trenle ilk gazeteleri getirip satmıştır. Eğirdir Lisesi kitaplığına da 400 kitap bağışlamıştır. Demokrat Parti’nin örgütlenmesinde Türkiye’de yedinci sırada yer almıştır. Belediye Başkanlığı, İl Genel Meclisi Üyeliği yapmıştır. 7 Ocak 1954 de Demokrat Eğirdir gazetesini kurup vefatına kadar devam etmiştir. Ölüm tarihi 16 Mayıs 1993 tür.
Şimdi Demokrat Eğirdir gazetesini oğlu Altan Kurtay devam ettirmektedir.
Bir taş oyunudur. Çocuklar kadar büyükler de oynardı. Ortaya iri ceviz büyüklüğünde bir taş konulur. Bu taşa “mungilli” denir. Oyuncular ellerine el kadar yassı bir taş alırlar. Bu taşa “Kayrak” denir. Mungilliden iki üç metre uzağa bir çizgi çizilir. Oyuncular elindeki kayraklarla ortadaki taşı vurmaya çalışırlar. Taş vurulup “ebe” yerine koyuncaya kadar herkes attığı kayrağını alıp çizginin ötesine geçebilir. Bu arada geçemeden vurulan ebe olur.
Eğirdir’de kullanılan Mungilli, Muşilli, Curilli kelimelerine benzer Hitit dilinde birçok kral ismi vardır. Hattuşuli, Harapşili, Tahurvaili, Muvatalli, Murşilli gibi... Bu kelimelerin Hititlerin bir kolu olup buralara yerleşen Luvilerle ilgisi araştırılmaya değer.
Curilli, küçük balık yavrularına denir.
Osmanlı döneminde namaz vakitlerini bildirmek için özel bir yapı olurdu.Buna da muvakkithane denirdi. Eğirdir'deki muvakkithanenin Hızırbey camisinin batısında olduğu söylenir. 2010 yılında cami onarımdan geçirilirken, camiyle medrese arası boşaltılarak, ilk seviyeye getirilirken, caminin kuzeybatı köşesinde duvar kalıntıları, yangın izleri görüldü. Sanırım adı geçen muvakkithane burada idi.
Guburzade Hacı Hasan Efendi’nin oğludur. Dündar Bey Medresesinden sonra icazet verip Müderris oldu. Dündar Bey Medresesine de müderris oldu. Hoşsohbet sahibi, neşe kaynağı idi. Medreseye gelen talebe azalınca ticaret hayatına atıldı. 1921 de öldü.
Otabatanoğullarından Saadettin Efendinin oğludur. Rüştiyeyi bitirdikten sonra Dündar Bey Medresesine girdi. Medresede okurken Hızır Bey Camisine müezzin oldu. Sedası çok güzel ve gür idi. O kadar ki sabahları okuduğu ezanların Sorkuncak köyünden duyulduğu söylenir.
I. Dünya savaşında askerliğini Tabur İmamı olarak yaptı. Hacca gitti, orada vefat etti.
Eğirdirli olup İstanbul’da bir tekke Şeyhi olan, Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi’nin bir eseridir.
Konnebucağı ile Meseyin arasında kalan yöredir. Sanırım Bağlar’da ilk gelen atalarımız bu bölgeye yerleşmişlerdir. “Eğirdir’in en eski sülaleleri kimlerdir? ” diye sorulduğunda;
“Kale mahallesinde evi, Mütevelli’de bağı olanlar.” denir.
1945 lerde Zafer İlkokulunun ders aletlerinin de bulunduğu geniş bir salon vardı. O salona “Müze” denirdi. Bu salonda eski yazılı mezar taşları, küçük boyda heykeller görürdük. Bunların ne olduğu konusunda bilgi edinemedim. Bu tarihi eserlerin Zafer İlkokulu’na konulduğu konusunda Ün dergisinde de notlar vardır.