NADİRE HANIM

 

    Çevreci, doğasever bir akanamızdı. 1944 yılında 90 yaşında öldü. Eğirdir'de gidilen mesire yerlerinin günlerini o bildirir, onun söylediği günlerde gidilirdi. Vasiyeti üzerine Yellibelen'in üst sırtına gömülmüştür. Kendi sözüyle ordan Eğirdir gölünü, Sekibağ'ı, Pınarpazarı'nı, Konnebucağı'nı, Irmak'ı görmek istemiştir. Halen mezarı bellidir. Dilerim ki yerel yönetim doğaseverliğin, çevreciliğin simgesi olarak Nadire Akanamızın mezarını anıtlaştırır. Yellibelen'den görünen muhteşem Eğirdir manzarasını görmek isteyenleri oraya çeker, Eğirdir turizmine bir değer kazandırır. 

 

 

NAFİZ PAŞA

 

    Biz Eğirdirliler Nafiz Paşa olarak biliriz ama kaynaklarda  Abdurrahman Nafiz Paşa olarak geçer. Doğum tarihi hakkında bilgi yoktur. Verilen bilgilere göre Nafiz Paşa Eğirdirlidir.

    Yetişmesinde hem Dündar Bey Medresesinde hoca olup hem müftülük yapan Koca Müftü Rafi Efendinin büyük yardımı dokunmuştur. Beş altı defa Maliye Nazırı olmuştur. 1852 de İstanbul’da, Beylerbeyi’ndeki yalısında ölmüştür. Yenikapı Mevlevihanesi civarındaki özel türbesine gömüldü. Mevlevi tarikatına ilgi duyduğu için Mevlevihaneye bir kütüphane yaptırıp buraya çok değerli kitaplar vakfetmiştir. Kızkardeşi şair İzzet Molla’nın eşidir. Konağı Feyziati Lisesi olmuşsa da sonradan yanmıştır. Torunlarından Talat Bey Isparta Sancağı  Aşar  Müdürlüğü  yapmıştır.

    Dil dergisi 33. sayısındaki bir bilgiye göre Türklerin genel Kültür ansiklopedisi niteliğinde olan, bütün Türk dillerinin sözlüğü, dilbilgisi kitabı olma yanında Türk’ün eski tarihini, edebiyatını, yaşayışını, düşünüşünü, coğrafyasını veren Kaşgarlı Mahmut’un DİVANÜ-LUGAT-İT-TÜRK’ün değerini bilerek yıllarca saklamış, yakınlarından bir kadına verirken: “ Bak sana bir kitap veriyorum. İyi sakla. Sıkıldığın zaman kitapçılara götür, altın para otuz lira eder, aşağı verme.” demiştir. Bu kitabın değerini bilerek Ali Emiri Efendi otuz altın lira verip almış, Kilisli Rifat Efendinin katkısıyla eser üç yüz adet olarak, üç cilt halinde yayınlanmıştır. Böylelikle Nafiz Paşa Türk dünyasına çok büyük bir hizmet yapmıştır.

 

 

NAR AĞAÇLARI

 

    Kireçli taşlık yerleri sevdikleri için daha çok Kale mahallesinde olmak üzere Eğirdir’in pek çok yerinde nar ağaçları vardı. Baharda çiçekleri çok hoşumuza gider, oynardık. Eğirdirliler daha çok ekşi narı severlerdi. Ateşli hastalıklarda komşuların olanlarından ilk istenen oydu.

    Evlerde özel saklanırdı. Nar taneleri bir tülbentin içine konur, sıkılır, nar şerbeti yapılırdı.Tane tane de yenirdi. Şimdilerde o nar ağaçları da kayboldu. Dut ağaçlarının kaybolduğu gibi.

 

 

NARAZİTENE

 

    Eğirdir gölü kuzeyinde ve yakınında Gencali köyünde bulunan yazıtta tam yeri saptanamayan bir ilkçağ köyü.

 

 

NAZİFE ERTİK

 

    Eğirdir’in meşhur tefçilerindendi. Muzaffer Sarısözen’e Eğirdir türkülerini söyleyip onun notaya aldığı kişidir. Radyo  repertuarında adı geçer.

 

 

NEAPOLİS

 

     Şarkikaraağaç’ın antik adıdır.

 

 

NEMENAZİK

 

    “Neyime lazım” ın değişmiş şeklidir. “Başkasının davranışlarına karışmam, onlar ne yaparlarsa yapsınlar, ilgisiz kalırım. ” anlamında kullanılır.

 

 

NESLİOĞLU

 

    On altıncı yüzyıl sonlarında bu çevrelerde eşkıyalık yapıp Osmanlı Devletini uğraştıranlardandır. Naima Tarihinde adı geçer. Eğirdir’de  “ Nesliler ” diye halen bir soy vardır.

    Neslioğlu Mehmet Çavuş 1596 da Isparta, Burdur, Denizli köylerinde  4–5 bin leventle soygunlar yapmıştır.

 

 

NEŞ’ET ÇAĞATAY

 

    İslam tarihi profesörlerindendir. Avşar Yenice köyünde 1918 yılında  doğdu. 1940 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi. Fransızca, İngilizce, Farsça, Arapça dillerini bilen Çağatay’ın “İslam Milletler ve Devletleri Tarihi”, “İslamdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı” gibi önemli eserleri vardır.

    2000 Yılında vefat etmiştir.

 

 

NİNE YAPMAK

 

    Oyuncak bebek yapmak demektir. Haç şeklinde iki kazık bağlanır. Çaputla sarılır, doldurulur, üst tarafı baş haline getirilir, insan yüzü çizilir. Günün giysilerine benzetilerek bir şeyler dikilir, giydirilirdi. Kız çocukları bebek oyuncak olarak bununla oynarlar, kucaklarından düşürmezlerdi.

 

 

NİS CAMİSİ

 

    Yeri Hıristiyanlar tarafından Müslümanlara verilmiştir. Daha önce Ada’da Hıristiyanlar otururken Timur 1403 de Eğirdir’i almaya geldiğinde Eğirdir’deki Müslüman halk Nis adasına sığınmıştır. Timur Eğirdir’i aldıktan sonra Ada’ya yönelince Halk Ada’dan kaçmış, Timur da Ada’daki kiliseleri tahrip etmiştir. Timur’dan sonra Ada’ya dönen Müslüman ve Hıristiyan halk birlikte oturmaya başlamışlardır. Hıristiyanlar yıkılan kiliselerden Kız Kilisesi’ni, Müslümanların cami yapmasına izin vermişler, zamanın yöneticileri izin vermeyince mescit yapmışlardır. Cuma ve Bayramlarda zorluk çeken halk Atabey Medresesi Müderrisi Şeyh Mehmet Efendi’den  “Gayrimüslim ahaliye zarar vermemek kaydıyla camiye çevrilmesine” cevaz vermesi üzerine 1618 de Sultan Genç Osman tarafından ferman verilmesiyle cami olarak ibadete açılmıştır. Fermanın Türkçe yazılımı Böcüzade Tarihinde  özetle şöyledir:

    “Siddei saadetime mektuplar gönderip Eğirdir kasabası adasında kızkilisesi adıyla bilinen kilise cami olması uygun olmakla, kendi mallarıyla harap olan yerlerini tamir edip camii şerif olmasını rica ettiklerini bildirdiklerinden cuma ve iki bayram namazı kılınmasına izin verilmiştir.”  ( Hicri 1027  Miladi 1618 )

    Yazar bu fermanın caminin duvarında asılı olduğunu yazar.

    ( Böcüzade  Süleyman   Sami    1851 – 1932 )

 

NİS  

 

    Yeşilada’nın eski adıdır. Eski Helen dilinde ada anlamına gelen “Nesos” dan bozma olabilir. Bir kaynağa göre 1501 yılından önce Nis’te 14 müslüman, 60 hıristiyan, 1550 den sonra  da 25 müslüman, 40 hıristiyan evi bulunmaktadır. Katip Çelebi Nis adasında iki yüz kadar ev olduğunu, yarısının müslüman, yarısının hıristiyan olduğunu, halkının gemicilik ve dokumacılıkla geçindiğini Cihannüması’nda yazar.

    19. yüzyılda adanın nüfusu bin kadardır. 1845 tarihinde 85 müslüman, 100 gayrimüslim hane olduğu kayıtlıdır. 1850 lerde adada bir yangın olmuş, 40-50 hane hıristiyan evi yanmış, çoğu Isparta’ya göç etmiştir.

    Ada’da Rumlara ait bir ilkokul, bir rüştiye vardı. Parası cemaatça karşılanırdı.

    Nis’teki Rumlar için hıristiyanlaşmış Türkler olduğunu iddia edenler de vardır. Bizans yönetimi içinde örnekleri çoktur. Çoğunun adının Türk adı oluşu, yine çoğunun rumca bilmeyip Türkçe konuşması bu savın geçerliliğini  kabul  etmeye zorlamaktadır. Çünkü Nis’te oturan halkla Bizans yönetimi arasında iyi bağlar olmamıştır. Tarihi kayıtlar burada oturanların Bizans yönetiminden nefret ettiğini, Türkleri tercih ettiğini John Comnenus’un bunları yola getirmek için silah bile kullandığını yazıyor.

     Ada'da oturan Rumların çoğunun adı Türk isimleridir. Güzel, Karaman, Kemal, Satı, Ballı, Nasıreddin, Hüsameddin, Armağan, Gülpaşa, Arslan, Seyfettin, Emirdoğan, Murat, Budak, Durmuş, Sinan, Kaplan, Bayram... gibi. Bu durum yalnız Nis'te oturanlara özel değildir. Atabey'de oturan Rumların da adları benzer adlardır. İsmail Hakkı Konyalı'nın Beyşehir Tarihi kitabında,  II. Beyazıt (1481-1512) zamanında yazılan İlyazıcı defterinde Beyşehir çevresinde ve adalarında oturan, Rum denen hıristiyanların adları da aynı Eğirdir'deki gibi Türk adıdır. Kaya, Dağdeviren, Elagöz, Arslan, Durmuş, Karahacı, Bingöl, Bahar, Yusuf, Hoca, Satılmış, Asılbeyi, Hüdaverdi, Emir, Buldu, Karaca, Murat, Evren, Çoban, Bayram, Tursun, Aydoğmuş, Armağan... gibi. Bu durum incelenmeye değer sanırım.

      Yeri gelmişken şu notu da eklemeye yarar var. Rumlar, Doğu Roma İmparatorluğu'nun kalıntılarıdır. Yunanlılarla ilgisi yoktur. Yunanlılar tarihte bugün kurdukları yerin dışında bir büyük devlet kurmamışlardır. Onlar tarihte Yunan, Elen, Grek adlarıyla anılır.  

    Kurtuluş Savaşı 1923 mübadelesinden sonra Selanik yöresinden gelen Türkler, giden Rumların evlerine iskan edilmişlerdir.

    1950 lerde göl seviyesi yükselince Nis’ten birçok aile Eğirdir Belediyesinden yer istemişler, sonuç alamayınca 40–50  hane Isparta ve İstanbul’a göç etmişlerdir. İstanbul’da daha çok trikotaj üzerine iş yapmaktadırlar. 

 

 

NOZUL

 

    100–150  gramlık sıraz yavrularına denirdi. Sudaktan sonra gölün hayatı değişince o da kalmadı.