Demirkapı hamamı kalıntılarına varmadan sağ taraftaki boşluğa denir. Geçmişte başta Akpınar köyü olmak üzere Eğirdir’in odun ihtiyacı eşek ya da katırların getirdiği odunlarla karşılanırdı. Hayvanların sırtlarındaki oduna da “Yük” denirdi. Beş yük, on yük odun alan kişi hayvanlarla evinin önüne kadar götürür, yükünü yıktırır, içeriye taşırdı.
Davet, düğün, mevlütlerde sahibi adına çağırma, davet etme işini yapan kişiye denir. Orhun yazıtlarında “Okı” çağırmak, davet etmek anlamındadır. Eğirdir’de bu işi yapan belirli kişiler vardı. İşi olan kişi listesini yapar, okucu eline verirdi.
Halfeti tarikatına mensup Melami Tasavvufu “Olanlar” (Ermişler) Şeyhi olarak tanınır.1591 yılında Eğirdir’de doğmuş, 1655 yılında İstanbul’da ölmüştür. Tüccar bir aileye mensuptur. Aile mesleğini devam ettirmeyip tasavvufa yöneldi. İstanbul’a giderek Seyyit Seyfullah Efendi halifelerinden Hakikizade Osman Efendi’den halifelik aldı. Daha sonra Olanlar tekkesinin Şeyhi olarak ölümüne kadar devam ettirdi. Tekkesi ve türbesi Aksaray meydanının düzenlenmesi ve Millet caddesinin 1957 de açılması sırasında yıktırılmıştır. Mezarı Murat Paşa cami haziresine nakledilmiştir.
Ordinaryüs Profesör Dr. Fuat Köprülü’nün ‘Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ adlı eserinde Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi’den şöyle bahseder.
“Dil-i Dana, Müfid-i Muhtasar adlı iki manzum, meşhur eseri olan bu zat tasavvufta önemli bir kişidir. Aruz vezniyle yazdığı manzumelerden başka Yunus Emre tarzında, lakin biraz daha sanatlı ve ıstılahlı pek kuvvetli eserleri vardır.” der. Aynı eserde Şeyh Mehmet Çelebi Sultan’ın Hızırname adlı eserinden de bahseder. Böyle büyük ve çok önemli bir eserde iki Eğirdirli şairden söz edilmesi hepimiz için gurur kaynağıdır.
Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi’nin ayrıca “Vahdetname” başlıklı manzum eserleri de vardır. Şiirlerinden örnek vermek istiyorum:
Yayan yerde ne gezersin gel ademe ir bu deme
Hayvan gibi ne yelersin gel ademe ir bu deme
Nusha-i Vahdet ademdir nefha-i kudret bu demdir
Ademden gayrı ademdir gel ademe ir bu deme
Ayine-i Hak ademdir gören görünen bu demdir
Her nefes ismi azamdır gel ademe ir bu deme
—
Bu ilmin beyanını bir kamil insandan sor
Canım can haberini can içinde candan sor
Yarın ne olacağın bugün bilmek istersen
Uykuya vardığında gördüğün seyrandan sor
Yarin zülfü içinde ne başlar oynadığın
Erenler meydanında top ile çevgandan sor
Geçen hod geçti gitti geleceği neylersin
Her nefsin neşesin bu demle bu andan sor
İbrahim’in gönlünün gönklediğini bilmeğe
Can ile talip isen gel Arş-ı Rahmandan sor
—
Alimem dersin amma alemden bihabersin
Bu andan bu nefesten bu demden bihabersin
Söze gelince gerçi eylemişsin kıl gibi
Kalbine Hak’tan olan hemdemden bihabersin
Bu esrarı duymaya gerçekler nazarında
Ariflerin dediği nağmeden bihabersin
Dört kitabı okursan yine bilmiş olmazsın
Benim canım madem ki ademden bihabersin
Atalarımız doğada ibadet etmeyi hep sevmişlerdir.Olukluca’yı da sık sık ziyaret ederek ibadet etmişlerdir. Camili Yayla adına dikkat edilirse, ibadet için yaylada bile cami yaptırmışlardır. Dedegöl dağındaki Karagöl’e kadar giderek on beş gün orda kalıp ibadet ettikleri bilinmektedir.
Şeyh Mehmet Çelebi Sultan için halk arasında bir hikâye anlatılır. O’nun bir katırı varmış. İbadet etmek için Olukluca’ya çıkarken Şeyhin rahat gitmesi için katırın arka ayakları uzarmış. Şeyh inerken rahat inmesi için katırın ön ayakları uzarmış.
Olukluca bir meşe korusudur. Ne yazık ki asırlık meşeler 1911 kışında kesilmiştir. O yıl öyle kış olmuş ki yüz gün gölün buzu kalkmamış. Soğuktan yakacak kalmadığı için korudaki asırlık meşeler, hatta katranlardan bazıları kesilerek Eğirdirli hayatta kalma savaşı vermiştir. Olukluca’daki şimdiki ağaçlar kesilen meşelerin köklerinden ya da yeniden oluşan ağaçlardır.
Asma kütüğü. İssiz yandığı için Pınarpazarı’ndaki kebap fırınlarında omuca yakılırdı.
Bir sohbet arkadaşlığı gurubudur. 3 Mayıs 1959 Cami mahallesi yangınından sonra dağılmıştır.
Pararhodeus niger... 6–8 cm uzunluğundadır. Sarı, pullu, akvaryum balığı gibi bir balıktı. Daha çok hendek otu denen otların arasında yaşardı.
Çocuk ve hastaların eskiden tuvalet için kullandıkları toprak sırçalı kap. Oturmak için yapılan küçük iskemleye de denir.
Nişasta az bir suyla ezilir, sulandırılır. İçine tat verecek ölçüde pekmez, biraz da tereyağı katılır. Ateşe konur, sürekli karıştırılır. Katılaştığında eksıranla sürekli olarak kıyılır. Pilav durumuna geldiğinde ocaktan indirilir.
Hamur az bir unla iki el arasında ovularak ufalanır. Çorbanın malzemesi olarak kullanılır. Kaynar suya atıldıktan sonra çorba pişince üzerine kızarmış sadeyağ konur.