PALAZ BABA

 

    Baba Sultan türbedarlarındandır. Göl tarafında türbesi vardı. Yüz yıl kadar önce yıkılıp yola gitmiş.

    Şeyh Mehmet Çelebi Sultan’ın  1475 de  biten divanı Hızırnamesinde Palas Abdal olarak adı geçen kişi bu olsa gerektir. 1475 yılını  esas alırsak tarih bakımından hayli eski görünüyor.

 

 

PAMUK HANI

 

    Bugünkü Belediye işhanının bulunduğu yerde idi. 1926 da Şapçılar tarafından satın alınıp yerine otel ve iş yerleri yapıldı. 1966 dan sonra Belediye istimlak edip oraya bugünkü işhanını yaptırdı. Daha önce oranın bedesten olduğu bilinir. Şimdi Isparta müzesinde sergilenen Eğirdir Definesi bu işyeri yapılırken bulunmuştur.

    Prof. Dr.M.Akif Erdoğru  XVI.Yüzyılda Eğirdir'de pamuklu bezlerin satıldığı kapalı çarşı (Bezzazistan) olduğunu yazar. Büyük bir olasılıkla bu yer Pamuk Hanı denilen bugünkü Belediye işhanının olduğu yerdi. Eğirdir definesinin de burada bulunması bu olasılığı güçlendirmiyor mu?

 

 

PAMUK

 

    Eski kayıtlarda pamuğun Eğirdir gölü çevresinde ekildiği yazılıdır. Hatta Avşar’dan bahsetmektedir. Benim çocukluğumda Avşar’ın köyü olan Yenice köyde pamuk ekilirdi. Pamuğun o zamanki adı “Penbe” dir. Atabey’in bir köyünün adı da Penbeli’dir. 1480 lerde Bedre köyünde de pamuk ekildiği kayıtlarda geçiyor.

     Kaynaklara göre Anadolu'ya pamuğu Oğuz Türkleri getirmiştir. Çünkü Türkistan pamuklarıyla ünlüdür. Demek ki bu yerlerde pamuk ekimi yörenin fethi olan 1204 ten sonradır.

 

 

PAPURATEŞ TAKIMI

 

    Bir sohbet arkadaşlığı gurubuydu. Papurateş de bu sohbette oynanan bir oyunun adıdır.

 

 

PARLAİS

 

    Bugünkü Barla’nın antik adıdır.

 

 

PASTIRMA

 

    Eğirdir pastırması Kayseri pastırması gibi çemenle yapılmaz. Keçi ya da erkeçin kaburgaları özel olarak ayrılır, bolca tuzlanır. İnce tülbent sarılarak güneşte kurutulur. Etin yağlı olması gerekir. Genelde et tuz yüklü olur. Kışın kaburgalar çubuk halinde kesilir.Ocakta, mangal üzerinde pişirilerek yenir. Yalnız yağlarının boşa akmaması için sık sık iki ekmek arasına konularak yağı alınır. Lezzeti başka tür pastırmalarla kıyaslanmaz.

 

 

PATLAVUK

 

    Ağız civarında ve yüzde kabuklu çıbanlar olurdu. Bu çıbanları iyi etmek için patlavuk kesilirdi. Patlavuk kesen ocak kişisi çıbanlı çocuğa, “Patlavuğunu kesivereyim mi?” diye üç kez sorar, o da üç kez  “Kesiver.” derdi. Genelde iğde ağacı fışkınlarından birkaç dal kesilir, çocuğa verilirdi. O dallar da bacabaşına konulur, onlar kurudukça çıbanların da  kuruyacağına inanılırdı.

 

 

PAZARTAŞI  

 

    Prostanna’dan Akpınar köyüne inerken üste yakın bir düzlüktür. Güneyinde yüksek kayalar vardır. Eski yol Prostanna’nın en alçak yerinden geçip Kervansaray’a indiği için bu yerin de yol üstü olması nedeniyle Pazartaşı olarak anılması dikkate değer.

 

 

PAZAR KAYIĞI

 

    Yeşilada’da oturanların her gün Eğirdir’e gelip gitmek için kullandıkları kayıktı. İki tane olduğunu söylerler.

 

 

PEKMEZ KARMAK

 

    Mart ayında kar diş diş olduğunda üzerine pekmez dökülür yenirdi. Buna pekmez karmak derlerdi.

 

 

PEKMEZ KÖPÜĞÜ

 

    15 Eylül'de Bağlar'a göçülürdü. 22 Eylül'de üzümler yaşına girince pekmez kaynatılır, leğenlere alınırdı. Sıcakken pekmez delikli kepçeyle savrulduğunda üstü köpüklenirdi. Köpükler tabağa alınır, ayva yaprakları kaşık gibi kullanılarak yenilirdi. Komşulara da ikramda bulunulurdu.

 

 

PEKMEZ TOPRAĞI

 

   Marnlı toprak. Üzüm suyundaki asiti giderir, pekmezi tatlandırır. Genelde Banus köyünden getirirlerdi.

 

 

PESKENİA

 

    Eğirdir gölü kuzeyinde bulunan yeri tespit edilememiş bir ilk çağ köyü ya da kasabası.

 

 

PEYNİRLİ PİDE

 

    Eğirdir’e özel bir yemektir. Sekibağ mesiresinin yemeğiydi. Sekibağ mesiresi Mayıs ayının ikinci haftasının Pazar günü yapılırdı. Fırında pide yapılırken taze, tuzsuz, yağlı keçi peyniri harç edilir, pide hamuru üzerine konulurdu. Fırından çıktıktan sonra da parçalara bölünür, tuzsuz tereyağ sürülür, özel tencerelerine konarak üzerine bolca şeker dökülürdü. Sıcakken tencerenin kapağı kapatılır, iyice sarılır, sıcak sıcak öğleyin yenmek üzere, çadırlarda bekleyenlere; oğullar, nişanlılar, babalar  tarafından Sekibağ’a yetiştirilirdi.

    Günümüzde de  yapılıyorsa da  doğru malzeme kullanılmadığından afiyeti olmuyor.

 

 

PINAR PAZARI     

 

    Pınardağı eteklerinde çıkan pınarın düzlüğünde eskiden 15 Eylül-15 Ekim arasında dört Pazar yapılan bir panayırdı. Köyler, ilçeler, tüm yörüklerin ve çevrenin toplanıp mal aldığı, mal sattığı bir pazardı. Şimdilerde ihtiyaç karşılığı 15 Ağustostan başlamak üzere on hafta yapılmaktadır. Ne zaman başladığı bilinmiyor ama 1204 den sonra buraya temelli yerleşen atalarımızın bu olayı başlattıkları kesindir. Çünkü geldiği yerlerdeki geleneklerini de getirmişlerdir.1860 larda Semerkand dolaylarında dolaşan Radlof’un “Sibirya’dan” adlı eserinde böyle bir Pazar yerini anlatmaktadır.

    “Ortada bulunan Pazar yeri umumiyetle geniş, boş bir sahadan ibarettir. Fakat Pazar günü meydan uçsuz bucaksız insan kalabalığı kaynaşır. İhtiyar ve gençler bütün kışlaklardan buraya gelirler. İmkânını bulan herkes pazara gider. Satın alacak, satacak bir şeyi olmasa dahi pazarı kaçırmaz. Rahat bir sükunetle alışveriş yapanlar arasında dolaşır. Burada binlerce ve binlerce erkek, çocuk ve kadınlar sık bir kalabalık halinde kaynaşırlar. Her yer rengarenk olur. En çok göze batan satılık mallar, tarla mahsulleri, ziraat aletleri, çanak çömlek binek takım gibi şeylerdir...” Sanki bizim Pınar pazarını anlatıyor gibi.

     Pınar pazarı ile ilgili bir latife vardır. Bir kişinin Pınar pazarına gidip gitmediğini öğrenmek için :

     "Pınar pazarına gittin mi ?" derler.

     "Gittim." derse :

     "Karpuz kabuğundan su içtin mi ?" diye sorarlar.

     "İçmedim." derse :

     "Sen Pınar pazarına gitmemişsin..." diye takılırlar.

 

 

PINARGÖZÜ

 

    Yenişarbademli şehir merkezine 10 km uzaklıktadır. Dedegöl dağının eteğindedir. Bir mağara ağzından büyük bir su çıkar. Çevresinde antik yerleşim izleri vardır. Uzmanların incelemesine göre mağaranın uzunluğu 15 km.dir. Türkiye’nin en uzun mağarası denilmektedir. Genelde suyu  4 ºC derecedir. Çevresi Orman Bakanlığı tarafından mesire yeri haline getirilmiştir.

    Buradaki  bazı ulu karaçamların 400 yaşında olduğu söylenir. Mağarayı inceleyen uzmanlar içinde şelaleler, yer altı gölü, ırmağı olduğunu, ender rastlanan bir mağara olduğunu belirtmişlerdir. Eğirdir’e Aksu üzerinden 55 kilometredir.

 

 

PİRE KIYISI

 

    Yeşilada’nın güney kıyısıdır. Şimdi doldurulup yol haline getirildi. Poyraz olduğu zamanlarda kayıklar buraya yanaşırdı. Şimdi küt gövdesi kalmış, içi oyuk yaşlı bir çınar ağacı vardır.

     Pire ; Helen dilinde "deniz kıyısı" demektir.

 

 

PİRİNÇLİK

 

    Bugün Dağ ve Komando Okulu’nun eğitim yaptıkları Isparta yolu doğusundaki yamaçtır. Sanırım geçmiş zamanda pirinç ekildiği için bu ad verilmiştir. Burası Şeyh Berdai vakfının içinde idi. Türkistan'da, geldikleri yer olan Semerkand'da pirinç temel gıdadır. Bu nedenle havuçlu Özbek pilavı çok ünlüdür.

 

 

PİŞMANİYE

 

    Kışın havanın çok soğuk olduğu zamanlarda pekmezden pişmaniye yaparlardı. Pekmezden mat yapılır, defalarca  katlanarak muamele edilir. Tereyağla un kavrulur, mat tablanın üzerine çember şeklinde konularak yayılmış un üzerinde üç dört kişi aynı yönde çevirirler, mat işlem sonucu tel tel olurdu. Başarılı olmazsa mat çuvaldız gibi kalın olurdu.

    En soğuk kış günlerinin özel zevklerinin arasında olan pişmaniye, haşhaş helvası, ceviz helvası artık günümüzde unutuldu. İnsan ilişkilerimiz, insan sıcaklığımız kalmadı. Umarım kültürümüzün yaşamasını isteyenler günün birinde bu güzelliklere sahip çıkarlar.

 

 

PREHİSTORİK  KALINTILAR

 

    Konnebucağı pınarının Sivri dağı istikametinde yüz metre kadar batısında  1970 yılında kuyu kazılırken 6 metre derinlikte bir mezar ve iki küp çıktı. Mezar; bir taş döşeme üstüne yatırılmış ölüye, pişmiş topraktan uzunlamasına yarım küp biçiminde bir keramik kapak kapatılmıştı. Konnebucağı pınarının doğu bucağında da dikkate değer keramik kalıntıları görülür.

    Meseyin dağının güneydoğu yönünde, Belen taraflarında prehistorik kalıntılar vardır. Değişik keramiklerin yanısıra obsidiyen, sileks taşlar görülmüştür. Prof. Dr. Sait Özsait’in verdiği bilgilere göre  J. Melaart 1955 lerde Kovada gölü yöresinde incelemeler yapmıştır. Gölün güneybatısında bir yer bulmuştur ki burayı, “Çukurkent tipinde” obsidiyen aletlerin bulunduğu üç yeni yerden biri olarak gösterir. Çatalhöyük (Konya-Çumra), Hacılar (Burdur) ile çağdaş sayar. Bu bakımdan Pınar Pazarı beleninde obsidiyen taşların bulunduğu yerin incelenmesi bize Eğirdir’in geçmişi hakkında bilgi verebilir.

    Yine Meseyin dağının kuzey ucunun hemen doğusunda bir kuyu kazılırken 6 metre kadar derinlikte kol kalınlığında ve iriliğinde yanmış, kömürleşmiş bir odun parçasına rastlanmıştır.

     Bedre plajı açıklarında da göl içinde dikkate değer kalıntılar olduğu ifade edilmiştir.

 

 

PROSTANNA  

            

 

    Sivri ile Camili yayla arasında kalan yüksek tepe Akropolis olarak kurulmuştur. Akropolisle Sivri dağı arasında kalan ve bunun kuzey güney yamaçları da Prostanna’nın yerleştiği alandır. Akpınar’da oturan kişiler batıdaki yüksek dağlardan Akropol’e iki koldan künklerle su geldiğini, bu künklere rastladıklarını söylerler. Prostanna’da kaçak kazılar sık yapılmaktadır. Akpınar köyünde oturanlar yılda 4–5  bin turistin burayı ziyaret ettiklerini söylerler. Şehir geniş bir alana yayılmıştır. 2000 yılında kalıntılar arasında dört saatlik bir gezi yapıldığı halde daha gezemediğimiz yerler vardı.

    1906 da bu bölgede araştırmalar yapan H. Rott Sivri dağına çıkarken kar içinde güzel, düzgün kesme taşlı yapı kalıntıları gördüğünden bahseder.

    Şimdiye kadar Prostanna’da ciddi bir inceleme yapılmamıştır. Tüm çalışmalar yüzeyseldir. O nedenle Prostanna hakkında bilgiler azdır. Hele Sivri dağının tepesine yakın ve Sivri’yi kale haline getiren sur duvarlarından ve bu kalenin içindeki kalıntılardan hiç bahseden  olmamıştır. Bu kalenin içinde uzun süren yaşam olduğunu gösteren şarap veya erzak küplerini, keramik kalıntılarını uzmanların değerlendirilmesinde yarar vardır... Buradaki sarnıç kuyu da dikkate değer.

    Prostanna  M. H. Ballance’a  göre Hellenistik devirden önce kurulmuş, daha çok bir karakol vazifesi görülmüştür. Akropol şehrin yerleşme alanından 200 metre kadar yüksekte, 200 metre kadar çaptadır. Ortasında kareye yakın bir mabet kalıntısının izleri vardır. Akropol bir kale duvarıyla çevrilmiştir. Bazı yerlerde kale duvarlarının kalınlığı iki metreye varır. Akropol’ü koruyan sur duvarlarının sekiz burcu olduğu, ihtimal iki kapıdan girildiği H.Ballance’nin yaptığı topografik bir planda görülmektedir.

    Prostanna, Roma egemenliği altında iken II.Filippos’un onuruna para basmıştır. Arka yüzünde Tioulos çayını simgeleyen tanrının  kabartması konulmuş, tioul biçiminde kısaltılmıştır. Büyük olasılıkla bu çay bizim eski Irmak, bugünkü kanaldır. Bu dönemlerde basılan paralarda da Sivri dağının adı “Viarus” olarak geçer.

   381 yılında İstanbul’da toplanan Piskoposlar kurultayına Prostanna’dan Attalus Prostemensis adlı bir piskoposun katıldığı bilinir.

    6.yüzyıldan sonra Prostanna terkedilmiştir. Şehirde hiçbir Bizans kalıntısına rastlanmamıştır. Prostanna’nın yakınındaki Sagalassos  6. yüzyılda büyük bir depremle yıkılıp yerle  bir  olmuş, şehir de terkedilmiştir. Prostanna’nın da aynı zamanlarda terkedilişi bu büyük  depremin burada da etkisini gösterebileceğini akla getirmektedir.

    “Psidya ve Türkiyedeki Tarihsel Adlar” adında bir eser yazmış olan Bilge Umar Prostanna sözünün yerel Luvi diline göre güçlü bir olasılıkla  “Gür su akıntısı, kenti ” anlamı taşıyabileceğini yazar.

    Eğirdir’in eski adlarıyla Prostanna kelimesinin bir ilgisi olmadığı bilinmelidir.

    İnternette Prostanna paraları kolleksiyonuyla  ilgili şu adres vardır:

    F.J.Wagner Numismatic Art and Antiquities. Tel:(315) 687-0036.E mail:clasant servtech.com Post office box 2 Minoa New-York 13116-0002 USA

    Not : Sivri  ardındaki  Prostanna  antik  kentini  çok  az  Eğirdir’li  bilir.  İlgilerini  çekmek  amacıyla  bolca  fotoğraf  koydum. 

    Ayrıca  burayla  ilgilenip  bazı  değerli  parçaların  Isparta  müzesine  götürülüp  sergilenmesini  sağlayan  Arkeolog  İlhan  Güceren’e  teşekkür  ederim.

             

 

PÜSE

 

    Taban suyu yüksek yerlerde sert çekirdekli ağaçların kabuk dışına attıkları salgının sertleşmesi sonucu olur. Bir yerde özlü şekere benzer. Suda eritildiği zaman yapıştırıcı olur, zamk görevi görür. İlkokulda püseden zamk yapıp kağıtlarımızı yapıştırırdık. Bilge Umar’a göre Luvi dilinde “Pisa” katran anlamı taşır. İki sözün benzerliği düşünülürse Luvi dilinden günümüze gelmiş görünüyor.

    Yakaavşarlılar çamlardan çıkardıkları katranlara püse derler. Geçmişte bunları deri tuluklara doldururlar Konya, Beyşehir, Akşehir gibi yerlere buğdayla değiş tokuş yapmaya giderlerdi.

    Püseden ince katran yapılır; bu sıvı küçükbaş ve büyükbaş  hayvanların tedavisinde kullanılır. İnce katranın döküldüğü yere yılanın gelmediğini söylerler.