SAATÇİ AHMET EFENDİ

 

    Eğirdir’in en eski saat ustalarındandır. Saatçiliği babası Mehmet Efendi’den öğrenmiştir. Ahmet Efendi’nin doğumu tahmini 1870 lerdir. Ölümü de 1930 lardadır. Kurtuluş Savaşında Kale mahallesi Müdafai Hukuk Cemiyeti’nin temsilcisi olmuştur. Kendinden sonra saatçiliği oğlu İzzet Efendi devam ettirmiştir. Ondan da oğlu Hasan Efendi almış, şimdi de oğlu Bülent beşinci nesil olarak aile mesleğini devam ettirmektedir. Soyadları Gürdal’dır.

 

 

SAKARCA

 

  Anında değişik yönlerden ters ve sert esen rüzgâr. Adalı kayıkçılar böyle rüzgârlardan çekinirler. Kayık batma tehlikesi geçirebilir. Böyle rüzgârda birkaç kayığın battığı, boğulmalar olduğu bilinir.

 

 

SAKSAĞAN BEYNİ

 

    Taze yoğurtla pekmez karıştırılarak yapılır, ekmek banarak yenir.

 

 

SALİH ŞAPÇI

 

    Eğirdir’in en eski Şapçılar sülalesindendir.1950 lerden sonra İstanbul’a göçmüşler, orada yaşamışlardır. Buna rağmen Salih Şapçı ömür boyu Eğirdir tarihiyle ilgilenmiştir. Karçınzade Süleyman Şükrü’nün Seyahat-ı Kübra adlı eserini günümüz diline çevirip Gölsesi gazetesinde yayınlanmasını sağlamıştır. Bu konuda derin incelemesi vardır. Seyahat-ı Kübra Eğirdir Belediyesi'nin kültür hizmeti olarak 2005 yılında bastırılmıştır. Ayrıca Eğirdir tarihiyle ilgili yazıları Akın gazetesinde sürekli yayınlanmaktadır. 13.07.1928 tarihinde Eğirdir’de doğmuştur. Babası Ahmet Şapçı’dır. 1892 de Eğirdir’de doğmuş, 03.07.1967 de İstanbul’da ölmüştür. Zincirlikuyu kabristanına gömülmüştür. Dedesi Hacı Salih Efendi 1848 de Eğirdir’de doğmuş, 13.09.1923 de Eğirdir’de ölmüştür.

 

 

SALLASAPAN

 

    Uzağa taş atmak için kullanılan bir çeşit sapandır. Bir oval deri parçası ya da örgünün iki ucuna sağlam bir ip bağlanır. İp boya göre olup biri orta parmağa bağlanır. Taş hazneye konarak ipin iki ucundan tutulup aşağı ya da baş üstünde birkaç defa hızla çevrilerek istenen hedefe yönlendirilir. Sallanma iyice hızlanınca ipin bağlı olmayan ucu bırakılır. Bu şekilde taşı yüz metreden fazla ileri atmak mümkündür. Sallasapan  ateşli silah öncesi savaşlarda bile kullanılmıştır.

 

 

SARAY

 

    Eğirdirliler kiremitle kaplı çatıya saray derler. Önceleri şehirdeki evlerin çoğu damlıydı. Yüksek yöneticiler çatılı kiremitli evlerde oturduğuna, onlara saray denildiğine göre o evlerin özelliğinden kiremitli çatılara saray denilmiş olabilir. Eğirdirli “Çatı akıyor” demez, “Saray akıyor” der. Kiremit aktarmaya da “Saray aktarma” der. Selçukluların Beyşehir gölü kıyısındaki Kubadabad sarayında bizim kiremitlerin daha irileri kullanılmıştır. Kiremitli evlerin onlara  benzerliğinden böyle bir gelişme olabileceğini düşünüyorum.

 

 

SARAYCIKARASI

 

    Meseyin dağının doğu tarafındaki düzlüğe denir. Ağılköy’ün alt düzlüğünde “Saray” denilen bir mevki vardır. Harçlı kalıntılar görülür. Mezar kalıntılarına, iskeletlere de rastlanır. Eğirdirliler sanıyorum geçmişte bu saraydan dolayı o yöreye “Saraycıkarası” demişler. Meseyin dağının kuzeydoğu ucunda kuyu kazan bir vatandaş altı metre kadar derinlikte yanmış bir odun parçasına rastladığını söylemiştir. Meseyin dağının kuzeydoğu yörelerinde de obsidiyen ve sileks taşlara rastlanmıştır. Çalıların arasında duvar kalıntıları, keramik parçaları vardır. Yol hafriyatı yapılırken belenin tepesinde doğuda bir küp mezara da rastlanmıştır.

  

 

SARHOŞLUK

 

     Bütün toplumlarda olduğu gibi Eğirdir'de de alkol kullanılır. Bağlar varken çoğu kişi şarap ve rakısını gizli olarak kendi yapardı. Sarhoşlar genelde ne demekse  "Estek !.." diye nara atarlardı. "Var mı bana yan bakan ?!.. Yan bakana dik çakarım..." diye bağırırlardı. Bazı kişiler de "Harç gördürecek var mı ?.." diye nara atarak eve gelirlerdi. Bunun anlamı o evin harcını gören erkek o evdeki kadının sahibi olur. Ama böyle bir olaya rastlanmamıştır. Çok eskilerden kalan bir söz olsa gerek.

 

 

SARI TUĞLA

 

    Sarı tuğlalar Anadolu Beylikler döneminin çok önemli özelliklerinden biridir. Hızır Bey camisinin batı-kuzey köşesinde bu tuğlalardan kullanılmıştır.

 

 

SEKİBAĞ ÇADIRI

 

    Mayıs ayının ikinci haftasının pazar günü gidilen mesire yerine bir gün önceden çadır kurulurdu. Çadırlar genelde kıl iplikten dokunan çullar kullanılarak yapılırdı. Kıl çadırların özelliği yağmur yağsa da suyun süzülerek uçlardan akması, çadırın içini ıslatmamasıdır.

 

 

SELAMİ

 

    Eğirdir’de doğdu. Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Asıl adı Molla Sinan’dır. Müderristir. Yusuf ve Züleyha mesnevisi vardır.

 

 

SELEUCİA SİDERA

 

    Atabey yakınlarında Bayat mevkisindedir. M.Ö. 3. yüzyılda kurulmuştur. Bugün görünen kalıntıları çok azdır. Tiyatro girişi, kaya ve oda mezarları, sur kalıntıları, bazı bina temelleri vardır. Zaman içinde çok tahrip görmüştür. Atabey’deki Ertokuş medresesi yapılırken buranın taşlarından yararlanılmıştır. Medresede açıkça izleri görülür.

 

 

SEN THEODOROS  

 

    1907 nin 29 Nisanda Ada’ya uğrayan Gertrude Bell adında bir hanım gezgin Ayastefanos kilisesinin kuzeyinde olan 11–12. yüzyıldan kaldığı sanılan eski yıkılmış kilisenin adının sen Theodoros olduğunu yazar. Bu isme yalnız bu kaynakta rastladım. Bilinen bu eski kilisenin adına şimdiye kadar hiçbir kaynakta rastlanılmadı.

    Bu kaynakta Sen Theodoros kilisesinin yanında bulunan kuyunun suyunun bütün hastalıklara iyi geldiğini yazar. Bugün Ada’nın yaşlıları bu kuyunun suyundan çocukluklarında şifa bulduklarını söylerler.

    Şimdi bu kilisenin olduğu yerde okul vardır. Kuyu da bu okulun doğu duvarının dibindedir.

 

 

SENATÖR

 

    Sudak balığının en irisine balıkçıların verdiği addır. Bu balıkların irileri 5-6 kilo, bazen daha fazla gelirdi.

 

 

SEVİNÇBEY KÖYÜ

 

    Miskinler yokuşundan sonra Isparta'ya gidilen yolun sol tarafında bir küçük köydür. İçinden gür bir pınar çıkar. Pınarın yakınında çocuk hastalara şifa verdiğine inanılan bir ziyaret yeri vardır. Sevinç ismini Eğirdir’in ilk Osmanlı komutanlarından Hızır Ağa’nın Şeyhülislam Berdai Zaviyesine bütün mallarını vakfettiği 1429 tarihli vakfiyede şahitlerin arasında görüyoruz. Zamanın kumandanlarından biri olan bu kişinin burayla ilgisi olduğu akla geliyor.

    Halk arasında Sevinçbey’e “Seniçbey” derler. Şöyle bir hikâye anlatırlar:

    Sevinçbey’deki Beyin evine bir misafir gelmiş. Kahveyi getiren kişi önce misafire vermek istemiş. Misafir de saygısından “Sen iç Bey.”  demiş. Ondan sonra oranın adı “ Seniçbey ” kalmış. 

 

SEVİNÇBEYLİ KARA MEHMET

 

    Kurtuluş savaşı içinde eşkıyalık yapmıştır. 1922 de Senirkent’te bomba ile öldürülmüştür. Başı Isparta’ya götürülüp teşhir edilmiştir.

 

 

SEYAHAT-I  KÜBRA

 

    Eğirdirli Karçınzade Süleyman Şükrü’nün bir seyahat kitabıdır. Asya, Afrika, Avrupa'yı gezmiş gördüklerini bu kitapta anlatmıştır. Baştan kırk sayfa kadarı Eğirdir tarih ve kültürüyle ilgili ilk bilgileri verir. Salih Şapçı tarafından günümüz Türkçesine çevrilmiş, Eğirdir Belediyesi'nin kültür hizmeti olarak 2005 yılında bastırılmıştır.

 

 

SEYFULLAH DEDE

 

    Bir Mevlevi Dedesidir. Türbesi hamam mahallesinde tarihi bir evin içindedir. İhtimalle Mevlevi tarikatının Eğirdir’de ilk temsilcisidir. Mevlana Celalettin Rumi’nin kardeşi çocuğu olduğu söylencesi vardır. Son şeyhlerden  Osman Efendi’nin eşi, dedem Nuri’nin kardeşi Veziroğlu Mehmet Efendi’nin kızı Havva’dır. Tekke 1925 ten sonra Cumhuriyet kanunları gereği kapatılmıştır.

     Seyfullah Dedenin alt tarafında bir sanduka daha vardır. Bu sandukanın altında yatan “Gülsün Nine” adında bir kişidir. Seyfullah Dede’nin türbesinin bakımını ömür boyu yaptığı için kazandığı saygıdan dolayı buraya gömülmüştür. 1900 başlarında çok yaşlı olarak öldüğü söylenir.

      Seyfullah Dedenin bulunduğu ev 2010 yılından sonra satın alınarak Eğirdir Belediyesinin mülküne geçmiştir.

 

 

SIRAZ

 

    Çok yağlı olurdu. Karnından çıkan yağı kendini kavururdu. En iyi kurulmuş balık sırazdan yapılırdı. Sac ve teneke üzerinde de pişirilerek yenirdi. Buna da çayır kebabı derlerdi. 5-6 kilo kadar irileri olurdu. Karçınzade Süleyman Şükrü 15 kiloya kadar tesadüf edildiğini söyler.

    Havyarı zehirlidir diye yenmezdi. Eğirdir gölü hakkında 1952 de rapor yazan Alman Ord.Prof. Dr. C. Kosswig iki arkadaşıyla beraber sıraz havyarı yiyerek deneme yapmıştır. Yemekten 4,5 saat sonra kusma ve terleme başlamış, aralıklarla sabaha kadar devam etmiş, ishal durumu da olmuştur. Raporunda böyle anlatmaktadır.

 

 

SIRIM

 

   Erik, kayısı, yabani erik gibi meyveler marmelat haline getirilir. Bir bez üzerine incecik yayılarak güneşte suyu çektirilir. Sonra katlanarak kış için saklanır. Köseleden kesilmiş, muamele görmüş ince uzun ipe de sırım denir.

 

 

SIYIRGA

 

    Taze, taneli fasulye haşlanır. Yağ konmadan tuzlu tuzsuz yenir. Eğirdir köylerinde buna “Zıplak” da derler.

 

 

SIZGEÇ

 

    Kemikli kavurma. Kemikli parça et donyağı ile kavrulup teker yapılır. Nohut ve fasulye yemeğinin içine katılır. Yemeğe taze etten farklı bir tat verir. Küçük soğanla da yemek yapıldığı olur.

 

 

SİNEMA

 

    Eğirdir'de hiçbir zaman iyi bir sinema binası olmamıştır. İlk sinema Dağ Talimgahı'nda Albay Baha Kuban tarafından halka seyrettirilmiştir. (Baha Kuban, Prof. Dr. Yüksek Mimar Doğan Kuban'ın babasıdır. Doğan Kuban Zafer İlkokulunda okumuştur.) 1945 de Halkevi binasının salonunda filim gösterileri olmuştur. 1950 lerde elektrik fabrikası sinema salonu haline getirilip kullanıma açılmıştır. 1960 lardan sonra Kaleönü'nde yazlık sineması yapılarak filimler gösterilmiştir. 1975 ten sonra televizyon yaygınlaşınca Eğirdir'de sinema tarihe karışmıştır. Özel salon yapmak pahalıdır. Ama gönül ister ki Belediyemiz yazları Kaleönü'nde açıkhava sinemasının tadını tattırsın. Geceleri Eğirdir'in sosyal hayatına bir zenginlik katsın.

 

 

SİLAHDAROĞLU  MESCİDİ

 

    Silahdar Paşa Mescidi Şerifi diye de kaydı var. 1530 yılındaki Eğirdir’de bulunan evkafın durumunu gösterir belgelerde kale içinde Silahdaroğlu mescidi geçiyor. Bugün halen Kale camisi denilen cami kaynaklarda “Dedeki” mesciti olarak geçtiğine göre bu adı geçen mescit ikinci bir mescittir. Bu mescit 1945 lerden sonra yıkılmış, yerine bir salon iki odalı, tek katlı bir ev yapılmıştır. Hocalar evinin batı bitişiğinde, Vezirler evinin arkasında idi. Harçlı sağlam bir yapıydı.

 

 

SİVRİ  

 

    Eğirdir'in yaslandığı, hemen üstündeki yüksek dağdır. Denizden yüksekliği 1715 metredir. Nerdeyse elli kilometre çapında, dairesel, her yeri gören bir gözetleme kulesi gibidir. Tepesine doğru Bizans  dönemi kale kalıntıları vardır. Bolca keramiklere rastlanır. 

    Eğirdirliler "Sivri bulutlarla kaplanınca yağmur yağar." derler. Adalıların rivayetlerine göre, ne zaman Sivri'ye su basarsa adaya da o zaman basarmış... Gölün yüksek zamanları için söylenmiş bir avutma sözü olsa gerek.

   Karçınzade Süleyman Şükrü Sivri'yi volkanik olarak değerlendirir. Sivri volkanik bir dağ değildir. Antik adı Viarus'tur. Küçük Sivri ile Sivri arasında bir sarnıç kuyu bulunur.

 

 

SOĞAN

 

    Soğan çok acı olursa diken kişinin soğanı dikerken çok yellendiği söylenir. Soğan sıcak küle gömülüp pişirildikten sonra iltihaplanmış yara üzerine konursa, iltihabı açığa çıkarır.

    Eğirdirliler yemeklerinde çok soğan kullanırlar. "Soğan yemeklere lezzet verir." derler. Hatta bir hikaye de anlatırlar.

      Bir adamın karısı ölürken kocası :

    "Senin yemeklerin çok lezzetliydi. Sırrı nedir?" diye sormuş. O da "Ben yemeklere soğan koymam.." demiş.

    Kadın öldükten sonra adam evlenmiş. Yeni karısına yemeklere soğan koydurmamış. Amma yemekler de istediği lezzeti alamamış. Bir de soğan koymasını söylemiş karısına. O zaman adam yemeklerde istediği lezzeti bulmuş. Ölen karısı için "Amma da kadınmış." demiş. "Her zaman kendini hatırlatmak için böyle söylemiş."

      Soğan kabuğu için "Şeytanların parası" denir.

 

 

SOHBET CEZALARI

 

    Erişkin kimselerin kış günleri aralarında anlaşıp haftanın birkaç gününde beraber yemek yiyip eğlenmeleri gelenektendi. Bu toplantılarda sohbet edilir, yemekler yenir, oyunlar oynanırdı. Toplantıda kusur işleyenlere cezalar verilirdi. Ama yellenenlere de verilen ceza en ağır olurdu. Balkabağı ortadan kesilip içi oyulur, kavuk gibi başa geçirilir, üstüne de mumlar yakılırdı. Sırtına da eski bir cübbe giydirilerek eşeğe ters oturtulur, Sohbetbaşı da eşeğin yularından çekerek çarşı içinde dolaştırırdı.

 

 

SOKU

 

    Dibekte buğdayın kabuklarını çıkarmak için kullanılan bir araçtır. 60-70 cm.lik yuvarlak bir takoza sağlam bir sap takılır. Onunla dibek içindeki buğday üzerine ritmik hareketlerle vurulur. Hafif ıslatılan buğdayın böylelikle kabukları çıkar. El değirmeninde çekilecek bulgurlara da aynı işlem yapılırdı. Bu işleri yapmak için taş dibek hemen hemen her mahallede vardı.

 

 

SORGUN  MAĞARASI

 

    Aksu’nun 10 km. kadar kuzeyindedir. Toplam uzunluğu 302 metredir. İçinden bir yer altı deresi akmaktadır.

 

 

SOZOPOLİS

 

    Uluborlu’nun antik ikinci adıdır. İlk adı Apollonia’dır. Meşhur kirazı bundan bozularak “Napolyon” şeklinde söylenmektedir. Sonradan Sozopolis olmasının nedeni, Hıristiyanlığın ilk azizlerinden Sozimos’la ilgilidir.

 

 

SÖNGÜ

 

    Taş ekmek fırınlarında fırını ısıtacak kadar ateş yandıktan sonra külleri ve közleri bir yana toplamak için ucuna çaput bağlı uzun bir sırık kullanılır. Buna söngü denilir. Çaput ıslatılır, sırık döndürülerek kor ve kül bir yerde toplanırdı.

 

 

SÖZLÜK

 

Abıl dabıl yürümek : Sendeleyerek yürümek. Yaşlı yürümesi.

Acı genirek : Mide ekşimesi, ağızdan gaz çıkarma.

Acınmak : Dertlerini acıklı bir şekilde başkalarına anlatmak.

Acızlanmak :Sızlanmak.

Addak gaddak : Hile, aldatma.

Ağ : Bilinen anlamı dışında, donlarda bacak arasına konulan üçgen şeklindeki ek kumaş.

Ağırlık : Altın, cevher.

Ağnamak : Eşeğin  ince  tozda  yatıp  debelenmesi. Amaçsız, iş görmeden yatan insana da kullanılır.

Akarca : Kemik veremi.

Akarı kokarı olmak :Hasta olmak.

Akıtmak : İşemek.

Al : Hile.

Alazlamış : Çok zayıflamış.

Alıcı hastalık :Öldürücü hastalık.

Alız : Zayıf, sıska.

Allaha yan bakan : Şaşı.

Alloş : Allahım ne hoş... (Ünlem)

Alnı çatından vurmak : Alnın ortasından vurmak.

Alnıkabağı : Kaşlarla saçlar arasındaki bölge.

Alt üst parası : Hastanın ölümünden sonra günahlarının affı  için hayır işlerine, hocalara, yoksullara verilen

     para.

Ammak : Elma (Çocuk dili)

Ana gı : Anacığım. Divanü-Lügat-it-Türk’de “gı” eki  “cığım” anlamında kullanılmıştır.

Ananın eti : Çırılçıplak.

Angıt bengit olmak : Ani bir durum karşısında çok şaşırmak.

Apak topak : Gürbüz.

Arabevli : Evine düşkün olan kimse.

Arıkmak : Temizlenmek.

Arılık : Altın ağırlıklı armağan.

Asvar : Kumral.

Atılıp gitmek : Çok yorgun olmak.

Avkmak cıvkmak : Aşırı şekilde dövmek.

Avunmuş : Cinsel isteği giderilmiş. Hayvanlar için kullanılır.

Ayağı berkmek : Ayağın burkulan yerin şişmesi.

Ayamak : Kendini ya da eşyasını korumak.

Aydaş : Çok zayıf, gelişmeyen küçük çocuk, süt çocuğu.

Ayvadana : Sarı  çiçekli  kokulu, kaynatılıp  içilince  öksürüğe  iyi gelen bir ot.

Babba : Ayakkabı. (Çocuk dili)

Badılamak : Seyrekçe kumaşı teğellemek.

Badırdamak : Öfke halinde söylediği anlaşılmadan kendi  kendine konuşmak.

Bağa : Guatr hastalığı.

Bağır : Göğüs.

Baklan : Taze ve semiz. Çevremizde bir köy adı. Divanü-Lügat-it Türk’te de geçer.

Balkımak : Parıldamak, ışılamak. Ör : Ay balkım balkım balkıyor.

Bardak : Testi.

Bastıbacak : Kısa boylu.

Başak : Bağ  bozulduktan  ceviz badem silkildikten sonra ağaçta kalanlar.

Batır : Bağ  fiillerden  sonra  kullanılan  bir kelimedir. Gelip batır, görüp batır gibi. Daha çok kırsal kesim

     kullanırdı.

Bazıma : Bazlama.

Belek  : Yakınlara düğün,doğum nedeniyle verilen armağan.

Belgüzar : Armağan.

Bellik : İşaret.

Bengildemek : Ani bir durum karşısında korkuyla sıçramak.

Berkmek : Elin ya da ayağın burkulması.

Beserek : Sokakta yalnız gezen sorumsuz genç kız.

Beti benzi atmak : Çok korkmak.

Bey vermek : Kapora vermek.

Beze : Hamur açma işlerinde küçük hamur topağı.

Bezermek : Yüzü solmak.

Bezime : Yufka.

Bıcılgan : Küçük tatlısu midyesi.

Bıdıcık : Kısa boylu.

Bicik : Meme.

...bille : gibi..zaman..Ör: Vurdumbille düşürürüm.

Bingeçmek : Kramp, sinirlerin uyuşması.

Bistan : Kedileri çağırmak için tekrarlanarak söylenir.

Bişik : Kasıkta, apış arasında olan kızartı.

Bitmek : Var  olmak. Bu yıl elma çok bitti.

Boğassamak : İneğin çiftleşme isteği duyması.

Boğaz süpürgesi : Kadayıf.

Boğazsak : Obur.

Boynun çıkrığı dönsün : Yüzün arkaya gelsin (beddua).

Börkmek : Sıcaktan yanmak, suda haşlanmak.

Bığır bığır : Çürüyen leşteki kurtların kaynaması.

Bun : Sıkıntı.

Burkutmak : Yüzüyle memnun olmadığını belirtmek.

Buru : Aşırı karın ağrısı ve ishal olma hali.

Buşramak : Can sıkıntılı durmak.

Buymak : Çok üşümek.

Bülbül kafası : Basur.

Büngüldemek: Suyun kaynama hali. Pınar gözlerinden basınçla suyun çıkması.

Bürüncük : Bir çeşit ince kumaş.

Büvve : Su. Çocuklar için kullanılır.

Büzük : Kıç.

Büzülmek : Soğuktan uyuşup, toplanıp oturmak.

Canevi : Yürek.

Ceyhun olmak : Aşırı  yağışla  her  yerden  seller  akması. Orta Asya'daki Ceyhun ırmağının buralara

    uzantısı olsa gerek.

Cıcık et : Yeni doğmuş canlı.

Cıdavu : Geçimsiz, saldırgan kişi.

Cırcır olmak : İshal, sürgün olmak.

Cırmık : Tırnak izi.

Cıs : Ateş. Çocuklar için kullanılır. Aynı zamanda çocuklara yasak şeylere karşı uyarı sözüdür.

Cıvdırmak : Delirmek.

Cibare : Saygısız, terbiyesiz, görgüsüz.

Cibbeten : Başından sonuna kadar, büsbütün.

Cibre : Üzümün suyu alındıktan sonra kalan posası.

Cillik cillik bağırmak : İnce sesle bağırmak.

Cinbaşına oturmak : Tek başına oturmak.

Cingil coruk : Bağ bozulduktan sonra kalan üzümler.

Cingil : Üzüm salkımının bir parçası.

Cinifir : Açıkgöz.

Ciynek : Kıvılcım.

Combulak : Takla

Comman : İriyarı aptal çocuk.

Coplak : Küçük, balçıklı su çukurları.

Cozutmak : Kafayı yemek.

Cuk durmak, cuk oturmak : Aşık oyununda yan çukurun yukarı gelmesi. Bir işin tam ve yerinde olduğunu

     anlatır. Tam isabet.

Çağsak : Dağların  yükseklerinden  düşen  taşların  parçalanıp yığılan yerleri.

Çatma : Küçük iskele.

Çavmak : Sıcaklığın uzaktan yüze vurması.

Çebiç : Altı aylık keçi yavrusu.

Çeliba : Gelinin kocasının erkek kardeşi.

Çelme : Kısa, köklü odun.

Çelpeşik : Karışık iş, karışık ip.

Çemkirmek : Küçüğün büyüğe karşı saygısızca konuşması.

Çemrenmek : Eteğini toplayıp oturmak.

Çenet : Kalça.

Çentik : Tahtaya bıçakla açılan iz.

Çığır : Karda, dağda  gelen  geçen  insanların  ve  hayvanların açtıkları dar yol.

Çığırmak : Türkü söylemek.

Çığşak : Çok iyi kurumuş odun parçası

Çıkın : Bohça.

Çıplak şeytan : Kaynanalara göre gelin.

Çırpıdan : Olur olmaza kavga çıkaran, çıtak.

Çiğsi : Pişmemiş.

Çilbir : Atı kontrol etmeye yarayan ince uzun zincir.

Çimke : Küçük benek.

Çimmek : Suya girmek,yüzmeye çalışmak.

Çirk : Pis su.

Çirkef : Yıkanan kişinin sabunlu kiri, huysuz, herkese çatan kişi.

Çö durmak : Tay durmak.

Çömçe : Pestili karıştırmak için kullanılan kısa sopa.

Çövdürmek : Küçük erkek çocuk işemesi.

Çözeti : Davarın  sağılarak  barsakları  alındıktan  sonra  kalan yatak eti.

Dabıl dubul : Yaşlı yürümesi, çocuk yürümesi.

Dal : Omuzbaşı.

Dalağan : Isırgan otu,meke.

Dalak : Peynir dilimi.

Dalap etmek : Gönülden istemek.

Daldaşak :Çırılçıplak.

Dallanıp budaklanmak : Çol çocuk sahibi olmak.

Daltaban : Yalınayak.

Damzırmak : Hastanın ağzına yavaş yavaş su vermek.

Dangıldamak : Çok konuşmak.

Dangına  gitmek : Acayibine  gitmek. Divanü-Lügat-it-Türk’de “Tang” şeklinde geçiyor.

Darlanmak : Sıkıntı duymak, parası yetmemek.

Debermek : Hastalığın tekrarlaması.

Deddah : Eşek (Çocuk Dili).

Dehdeh : Eşeğe “yürü” sözü.

Deli depek : Sapık.

Demirboku : Maden eritilidikten sonra geriye kalan curuf.

Dıkım : Lokma.

Dımıtmak : Olduğu yerde birden öldürmek.

Didek : Gaga.

Dikinci : Terzi.

Dilak : “Ananın dilağını..” diye başlayan bir küfür sözü. Divanü-Lügat-it-Türk’de de geçer.

Dilcek : Çok konuşan.

Direzi : Halının uzunlamasına olan pamuk ipleri.

Diş bulguru : Çocuğun ilk dişleri çıktığında dağıtılan bulgur.

Ditmek : Eti, yünü, pamuğu ince parçalara, liflerine  ayırmak.

Dodan : Kendini beğenmiş, suratı asık, az konuşan.

Doluksumak : Duygulanmak,  gözleri yaşarmak.

Domuşuk : Gülmesini bilmez kişi.

Döğnemek : İş yapan kişilerin arasında amaçsız dolaşmak.

Dömelmek : Kıçını kaldırıp durmak.

Döngüldemek : Ortalıkta amaçsız gezinmek.

Döş : Göğüs, bağır.

Durdabak : Yemek pişerken yemeği soranlara denir. Divan-ı Lügat-it-Türk'e göre bir çeşit ot.

Düden : Obur. Suyun tabandan gittiği yer.

Düğü : Bulgurun irisi.

Ebek : Çocuk dilinde ekmek.

Ebişmek : Sırtına çocuk almak.

Efilemek : Canı sıkıntılı gezmek.

Efküf etmek : Elindekini değersizce harcamak.

Eğer bostanı : Salatalık.

Ehniyan : Obur.

Eksiran : Hamur teknesindeki hamuru sıyıran demir parçası.

Eleleh : Kişinin canı yandığında söylenen bir ünlem.

Embellemek : Dürterek uyarmak.

Emen : Asma dikmek için açılan çukur.

Emen eşken : Yorulmayı göze alıp hemen işe koyulmak.

Emenmek : Bir işi gerçekleştirmek için çok uğraşmak.

Emi : “Söylediğimi yap.” Anlamında kullanılır.

Emme : Meme.

Engi : Nezle.

Ensekökü : Boynun arka tarafı.

Erinmek : Bir iş yaparken tembellik etmek.

Erişikli : Sinir hastası.

Erkeç : İğdiş edilmiş teke.

Erpik : Pişimi tez olan et, sebze.

Esirekli : Deli.

Estek : Sarhoş Narası.

Eşbahlı : Aşırı iştahlı. “Atar atar vuramaz, Eşbahından duramaz”

Epey : Abartma edatı (Epey yedim.)

Et toprak : Ağır killi toprak.

Ev işletmek : Ahşap evin doğramalarını yaptırmak.

Evsmek : Tahılın ve benzerinin  taş  sap  ve  kabuğunu  ayırmak için bir tepsi üstünde havalandırarak

     üfürmek.

Eye kemiği : En alttaki kaburga kemiği. (Eye Divan-ı Lügat-it-Türk'de "yan" demek. "Eyegü" diye geçer.

Eyin : Sırt.

Ezaya gitmek : Ölenin evine başsağlığına gitmek.

Faldırdamak : İş görmeden ortalıkta amaçsız gezinmek.

Fassan fussan : Kötü örgü.

Fıçı : Topaç

Fıkramak : Ekşimek.

Fışımak : Ekşimek.

Fışna : Vişne.

Finiyer : Havuç  hastalığı. Yenildiği  zaman  içinde  kum  varmış gibi olur.

Fisirge : Sivilce.

Gakgili havası : Eğirdir’e özel bir oyun havası.

Gammak : Gerdan,çene altı.

Ganere : Yalaka. Kötü alışkanlıkları olan.

Garnavit : Kerevit.

Gebelekli : Öksürüklü.

Geber : Gayrımüslümlere “Gebr”denir. Öfke anında “Gavur gibi öl” anlamında kullanılır.

Gebre : Atı  tımar  ederken  kullanılan  kıl  ipten  örülmüş  düz eldiven.

Geçindi : Öldü.

Geldiksire : Geldikçe.

Gelipbille : Geldiğim zaman.

Ger : Koyu esmer tenli.

Geviş : Küçük çocuklara ağızda ezilip verilen mama.

Gez : Yaşlılar  hanımlarını  “Gez..”  diye çağırırlardı.Divanü-Lügatit-Türk’de  “Kis.” Karı anlamındadır. 

     Sanırım “Gez..” bu sözün değişmiş şeklidir.

Gıcır büklüm ol : Sakat kal. (Beddua).

Gıdik : Köpek eniği.

Gığalak : Koyun, keçi pisliği

Gıldir, Gılli parmak : Küçük parmak.

Gılgırt : Buğday, fasulye, nohut, mercimek, mısırın  birlikte kaynatılarak yapılan yiyecek.

Gıllemek : Oyunbozanlık etmek.

Gıllıngış : Şüphe.

Gındır: Küçük, kısa, zayıf... Çapağın en küçük yavrusu.

Gıppık : Göz tiki olan.

Gicişmek : Kaşıntı .

Gokgok : Çok zayıf güçsüz  yaşlı.

Goklanguzu : Salyangoz.

Gongur : Yanmış yünün kömürü. Köz. Kızılkahverengi.

Gongurdak : Çan.

Götlük : Oturak.

Gözsüz köpek : Köstebek.

Gözünü belertmek : Öfkesini gözüyle ifade etmek.

Gurilli : Kolera hastalığı.

Guuvv : Kadınların uzaktaki kadınları çağırmak için kullandıkları ünlem.

Günülemek : Kıskanmak.

Hakır hakır gülmek : Çok gülmek.

Hangırdamak : Olur olmaza çok gülmek.

Hapaz : İki avucun aldığı kadar nesne.

Haranı : Orta boy derin kazan.

Harar : Büyük kıl çuval.

Harpıdan uyanmak : Yürek çarpıntısıyla uyanmak.

Harsoluk : Çok acele.

Hava çalması : Çok sıcak havada meyva ağaçlarının çiçeklerinin döl tutmayıp dökülmesi.

Havruz : Oturak, lazımlık.

Hıltar : Kurtlara  karşı  korumak için köpeğin boynuna geçirilen sivri demirli tasma...

Hımbıl : Tembel, şişman kişi.

Hımhım : Genzinden konuşan kimse.

Hırç olmak : Bir sepet içindeki meyve ve sebzenin sallantıdan yenmez hale gelmesi.

Hırsızçalmaz : Bağ evlerine konan eski, değersiz eşya.

Hinci : Şimdi.

Hora geçmek : Yararlı olmak.

Horta : Şaka.

Hortacı : Şakacı (Nasrettin Hoca Sivrihisar’ın Hortu  köyündendir. Hoca’nın  köyünün  adıyla  bu  sözler 

     arasındaki bağ ilgi çekiyor.)

Hömermek : Zayıfa karşı üstünlük taslamak

Hörüştü : Marangozun rendesinden çıkan ince yonga.

Hurda : Şurda.

Hüda : Allah, Tanrı.. Orta Asya kökenli bir söz.

Iğıl ığıl kanamak : Yavaş yavaş kanamak.

Ihıcık : İşte burada  (kırsal kesim kullanır).

Ihmak : Oturup kalmak.

Ildırdamak : Yağın su üstünde parıldaması. Kandilin çok az ışık  ile yanması.

Imık : Hafif esintili lodos havası.

Imırga : Çok taze olan.

Ingıl ıkış yollar yokuş : Gönülsüz iş yapanlara denir.

Irsız : Huysuz, yüzsüz, utanmaz, haşarı çocuk. Divanü-Lugat-it-Türk’de “Irra” utanma olarak geçer.

Irvasa : Büyü, efsun.

Iscak : Hamam, sıcak.

İçi gıyılmak : Çok acıkmak.

İçi yavuncumak : Açlıktan mide suyunun artması.

İfrit : Aşırı derecede.

İldal : Belli belirsiz.

İlenmek : Birine kötü dua okumak

İlistir : Kevgir.

İlişikli : İnanışa göre şeytanın çarptığı kişi.

İmamevi : Kadın hapishanesi. Osmanlı  döneminde  kadınların hapislik bir durumu olduğu zaman

     imamların kontrolünde bir evde kalırlarmış.

İman tahtası : Göğüs kemiği.

İncedalan : İnce uzun boylu kişi.

İncik : Oynak eklem yerleri.

İnez : Çok zayıf.

İnme : Felç.

İskilen : Iska,arpacık soğanı.

İssilik : Sıcaktan olan ince sivilceler. Nemli sıcak hava.

İtdirseği : Arpacık.

Kabak suyu : Hastalıktan şikayet edenlere denir. Ölürsen rahatlarsın anlamındadır. Eskiden ölüyü

     sukabağıyla su dökerek yıkarlardı.

Kabıklı : Müslüman olmayan.

Kadıyoran : Anlamsız yere çok konuşan.

Kakaç : Yaşlı, zayıf.

Kaklak : İskelet.

Kalağan : Devedikeni.

Kanayaklı : Kadın,kız.

Kanırmak : Ağacın dalın gövdesinden asılarak ayırmak.

Kanlı buru : Amipli dizanteri.

Kapatma : Nikahsız kadın.

Karlangayıp : Bulunmamacasına kayıplara karışmış.

Karlanguş : Kırlangıç.

Kavut : Bulgurun öğütülüp elendikten sonra kalan en incesi.Ağızda olduğu zaman kolay konuşulmaz

     genze kaçar.

Kaynarca : Sıcak duru pelte.

Kayrak : Kavun, karpuz dilimi. Yassı küçük taş.

Kaysılamak : Hamurun yüzünün kuruması.

Kebeli : Gecekuşu, yarasa.

Keçeli : Söylenen söze, çevresine duyarsız.

Kehel : Tembel.

Kelez : İnce, zayıf.

Kengi : Sırt ağrısı.

Kes : Kalın saman.

Keşken : İnce baklava oklavası.

Kınkın : Genizden konuşan.

Kıppık : Göz tiki olan.

Kır kır : Eşeği yönlendirmek için kullanılan ünlem.

Kıran : Salgın hastalık.. Köküne kıran girsin (Beddua)

Kırı : Eşek

Kırık : Hovardalık yapan işsiz erkek.

Kırklamak : Canlı düşmüş kuyuyu temizlemek  için kırk kova su çekip kırk defa batırıp çıkarmak. Bu

     inançla yapılan işlemden sonra kuyunun suyu içilir.

Kıynaşık : Az aralı kapı, pencere.

Kıypık : Halı düğümünden kesilen yün iplik.

Kıypıtmak : Makas ile kesmek.

Kirtelmek : Yarı sert. (Kireç suyunda kabak kirtelir.)

Kirtik : Sabunun son kalıntısı.

Kolçak : Yünü ip yapmak için kola bukle olarak geçirilen yün

Konak : Süt çocuklarının başındaki kepek.

Köfün : Küfe

Köpekkaptı : Arkası açık kadın ayakkabısı.

Körez : Çok uğranılmayan yer.

Köroğlu : Erkek yaşlıların eşlerine verdikleri ad.

Kulaktozu : Kulağın arkasındaki çıkıntı.

Kupa : Su bardağı.

Kursak : Mide.

Kurtulmak : Doğumunu yapmak.

Kuşluk vakti : Öğleden az önceki zaman.

Kuzu dişi : Yüz yaşını geçince çene kemiğinin belirmesi.

Kümük : Toplu burun.

Kümürtlek : Kıkırdak.

Küncü : Susam.

Kürs : Kar yığını.

Lesbi : Kuyu ve hendeklerde biriken dal ve yaprak kalıntısı.

Mahana : Ahırda hayvanların yem yedikleri yüksek yer.

Malama : İnce samanlı çamur. Yalıtım için tavan tahtası üstüne sıvanır.

Malihülya : Boş hayal.

Mati : Kısa boylu kişi.

Mavra : Ham meyva.

Mayır muyur konuşmak : Kararsız,  sözlerinin anlamı anlaşılmayacak bir şekilde konuşmak.

Mayışmak : Sıcak rahat bir yerde kendini dinleyerek yatmak.

Meh : Al anlamındadır. Divanü-Lügat-it-Türk’de “Mah” şeklinde geçer.

Meleksi : Börek baklava açmak için bir açımlık topak hamur.

Menevrek : Kara koyun yününden yapılmış kumaş ve uçkurlu şalvar.

Menfez : Suya geçit veren kapalı kanal.

Mesmes : Aptal, uyuşuk.

Mesmursuz : Toplum içinde uygunsuz konuşan ya da davranan kimse.

Meymenetsiz : Uğursuz, zararlı kişi, eline iş yakışmaz.

Mıhsıçtı : Cimri.

Mısmıl : Hepsi, bütünü.

Moza : Domuz yavrusu.

Nabeki : Küçük bakır tabak.

Nallıkatır : Kavgacı kişi.

Naşşal : Aşağı kişi.

Nedircik : Çaresi bulunmayan yara, çıban.

Netameli : Uğursuz, belalı.

Nevri dönmek : Midesi dönmek. Tiksinmek.

Nifirge : En küçük boy işe yaramaz meyva.

Ninni : Elde yapılan basit bebek.

Odalık : Nikahsız bir süre yaşanan kadın.

Oğulmak : Ekmeğin küçük parçalarının dökülmesi.

Oğunmak : Çocuğun ağlarken soluğunun kesilmesi.

Okşamak : Birinin diğerine benzemesi. (Bilinen anlamı dışında)

Oluşat : Yaratılış.

Omuca : Asma kütüğü.

Onğmak: İşinden, yaptıklarından olumlu sonuç almak.  Divanü-Lügat-it-Türk’de “Onğma” kolay

     anlamındadır. Onğma inşaallah (Beddua) .

Ovmak : Ufalamak.

Oynaş : Nikahsız gelgeç kadın.

Oyulgamak : Kaba dikişle elle dikmek.

Öğleyeli : Lodos.

Öğmek : Hamuru özleşinceye kadar yoğurmak.

Ölet : Salgın hastalık.

Örk : Hayvan yuları.

Patlangaç : Balıkların karnındaki hava kesesi.

Patlavuk : Dudak ve yüzde çıkan çıbanlar.

Pavkurmak : Çakal uluması.

Pertlemek : Sıkıştırılan bir şeyin birden çıkması.

Punta : Menenjit.

Pürçek : Bitkilerin küçük dalları.

Satılcan : Zatürre.

Seme : Aptal,salak.

Senit : Yemek yenen, hamur açılan küçük tabla.

Sıdmak : Sızarak akmak. Patlamak.

Sığrınmak : Yediğini sindirememek.

Sıkma : Yakasız gömlek.

Sırıtıp kalmak : Soğuktan donmak, çok üşümek.

Sıyırga : Haşlanmış yeşil fasulye.

Sızgeç : Kemikli kavurma.

Sibek : Beşikteki erkek çocuğunun çişini lazımlığa akıtan tahtadan alet.

Silbiş : Beşikteki kız çocuğunun çişini lazımlığa akıtan tahtadan alet.

Sinilcen : İçten pazarlıklı, art niyetli.

Su kavletmek : Yaranın su değip iltihaplanması.

Su yutkunu : Aldırmaz kişi.

Susak : Dağlardaki kuyulardan su alınan tahtadan özel kap.

Sürtük : Sabunun kullandıktan sonra kalan son kalıntısı.

Süymek : Bitkinin kesilen yerden yeni sürgünün çıkması.

Süyük : Kemik.

Şellem şüllem : Kötü dikilmiş elbisenin durumu.

Şemik : Ayak bileği kemiği. Başparmağın tırnak bölümü kıvrıldığında kalan bölüm. Çorap örmede

     uzunluk ölçüsüdür.

Şeytan minaresi : Havadaki basınç farkıyla oluşan hortum.

Tabanıyarık : Köylü.

Tabla : Yuvarlak, alçak masa.

Tahtasız : Çatlak kişi.

Takaze etmek : Alaya almak.

Taraz : El derisinin işten pürüzlenmesi.

Tavukgötü : Elde ayakta olan siğile benzer bir yara.

Tebelleş olmak : Musallat olmak.

Tebzermek : Yufkanın biraz bekletilip neminin gitmesi.

Tekdur : Uslu dur. Çocuklara söylenir.

Tekne : Ev ekmeği yapmak için çam gövdesinden oyulmuş dört kollu hamur aygıtı.

Tel helva : Pişmaniye.

Teneşir horozu : Çok zayıf kişi.

Tengirek : Yünü, ipliği elde bükme aracı.

Tetire : Şekersiz nişasta peltesi... Kağıt yapıştırmada kullanılır.

Tezikmek : Bir işte çabuk olmak. Hızlı yürümek.

Tığlamak : Birinin ardından gözetip izlemek.

Tıngabak : Saçsız kişi.

Tillak : Göl üstünde kaydırılan taşın her bir sekimi.

Timbildetmek : Balık avlarken balığın ipi hafif kımıldatması.

Tokaç : Çamaşırı kirden vurarak arındırmak için kullanılan yassı tokmak gibi bir araç.

Tora : Çok genç çam fidanı.

Torki : Dalda  kalmış ceviz  badem  gibi  şeyleri  düşürmek  için ağaca atılan kısa sopa.

Tülütombak : Şeftali.

Tünek : Kümes.

Tüngüldemek : Atlamak.

Ud : Utanma.

Ufunet : Sıkıntı, bun.

Uğru : Hırsız.

Ummak : İstemek, dilemek.

Uykuluk : Bağırsak sağıldıktan sonra kalan et. Çözeti.

Uylamak : Bir şeyin üstüne çok düşmek.

Übcük : Köşe.

Üleşmek : Paylaşmak.

Ülük : Testinin su dökülen çıkıntısı.

Ürmek : Davar kesildikten sonra deriyle et arasına hava vermek.

Ürülmek : Bağırsakta gaz toplanması.

Üskes : Katiyen.

Ütmek : Oyunda kazanmak. Kılı, tüyü alevde yakmak.

Üzülmek : Kumaşın yıpranmış hali.

Vezilemek : Hasta çocuğun ağlaması.

Vıddırıvızık : Özen gösterilmeden yapılan iş.

Ya’a : Hayır. Divanü-Lügat-it-Türk’de aynı kelime vardır.

Yağ sızırmak : Tereyağı,  iç  ya  da  kuyruk yağını eritip, artıklardan ayırarak yağını almak.

Yağıda : Şapka, ceket yakasında yoğunlaşmış kir.

Yağır : Kaşıntılı, eskimiş yara. Yağlı kir.

Yağlık : Büyük mendil.

Yağrık : Üzerinde et kıyılan, kemik kırılan ceviz ya da karaağaçtan yapılan kütük.

Yanpeş : Yanlamasına.

Yanpiri : Topal.

Yarnı : Sırtı.

Yanıkara : Karaleke. Meyve hastalığı.

Yatgeber ekmeği : Gece yarısından sonra yenen yemek.

Yavsu : Küçükbaş hayvanların keneye benzer bir çeşit asalağı.

Yavuklu : Nişanlı.

Yavuncumak : Açlıktan olan, midenin uyarısı.

Yeğni : Hafif.

Yekidik : Topal.

Yel : Romatizma.

Yel almak : Soğuk algınlığı.

Yelatan : Aliminyum tabak.

Yelleh : Hayret ettim.

Yellenmek : Bağırsaktan gaz çıkarmak.

Yemirmek : Sökmek, koparmak.

Yirik : Yırtık.

Yoğurt öğütmek : Süte yoğurt mayası çalmak.

Yoymak : Özelliğini kaybetmek.

Yumulböcü : Tesbihböceği.

Yurt : İğnenin deliği. (Kendi anlamı dışında)

Yüklü : Hamile.

Yülemek : Traş etmek. Budama amacı dışında ağacın dallarını sıradan kesmek.

Zağ : Güç, kuvvet.

Zebella : İri, güçlü, koyu tenli adam.

Zer zer : Eşeği anırtmak için tekrar tekrar söylenen ünlem.

Zevklenmek : Başkasıyla alay ederek eğlenmek.

Zıbarmak : Derinin tokatla kızarması. Öfkeli “Yat, uyu...” anlamında kullanılır.

Zıpır : Güçlü, iriyarı.

Zıravut : Uzun boylu.

Zıvanasız : Kaçık.

Zıvlan : Dalı olmayan ince ağaç. İnce uzun boylu kişi.

Zilli : Herkesin kadını.

Zobu : Kaba.

 

 

SULUK

 

    Üzümün pekmez yapmak için ezildiği, geniş ağızlı, dar tabanlı, bir ton kadar üzüm alan, kalın tahtadan yapılmış bir sandıktır.

 

 

SUSAK

 

    Dağlarda su yüzeyi yakın kuyulardan su almak için çamdan yapılmış özel bir araç. Anamas dağlarında çok görülür.

 

 

SUTAVUĞU

 

     Sakarmeke'ye Eğirdirliler sutavuğu derler. Daha çok su içindeki otlarla beslenir. Bugünlerde göl fazla otlandığı için sutavukları da çoğaldı.

 

 

SÜLALELER

 

    Abbaslar, Ağalar, Akifler, Alallar, Alayusuflar, Aliçavuşlar, Alloklar, Altmışikiler, Arapavniler, Aşıkmemetler, Aşmanlar, Avarlar, Avşarlılar, Ayanlar, Bacaksızetemler, Badaplılar, Balcılar, Ballılar, Baltalar, Başağalar, Bayramlar, Berberler, Besdelciler, Boddenler, Bola-tanlar, Boyacılar, Bozkırlılar, Bulduklar, Burcular, Büklümler, Bülbüller, Cakcaklar, Cangırlar, Cazırabiler, Cirelizadeler, Çakallar, Çakırlar, Çalcılar, Çandırlılar, Çavuşağalar, Çelebiler, Çıbıklar, Çolaklar, Çorbasoğutmazlar, Çöllüler, Çömezler, Çulcular, Çürükler, Daranlar, Debenciler, Değirmenciler, Delihacılar, Deliveliler, Dereliler, Dervişler, Devrişabinler, Dığımlar, Dingiller, Dinkabaklar, Direskeneliler, Dokuzlar, Edetler, Eferekler, Ekmekçihocalar, Ekmekçiler, Emeksizler, Eskiciler, Esnafşeyhler, Fenerciler, Fesciler, Fışfışlar, Findoslular, Finiler, Gardiyanlar, Giritliler, Gödenciler, Göherler, Gökçeler, Gökçimenler, Göncüler, Guluklar, Gülşanlar, Hacıazizler, Hacıbekirağalar, Hacıburhanlar, Hacıebiller, Hacıkatipler, Hacımemişler, Hacımünasipler, Hacınuriler, Hacıpaşalar, Hacıyusuflar, Hafızağalar, Hafız-ahmetler, Hafızrüştüler, Halilağalar, Hamamcılar, Hancıhafızlar, Hancılar, Hangırlar, Hanoğlular, Haşimler, Hatıplar, Hazimler,  Haznedarlar, Helvacılar, Heseler, Hobanlar, Hocalar, Humalar, Hüseyinağalar, Hüsmenler, Isbalar, Ispartalılar, İbişler, İlamalılar, İmamfadimeler, İnceağalar, Kabaklılar, Kabalılar, Kalaycılar, Kaleağasılar, Kaleimamlar,  Kaltakçılar,  Kamerler, Kanlıhacılar, Karaaliler, Karacalar, Karadeveliler, Karasalihler, Karçınlar, Kartallar, Kartlar, Kasaplar, Katırcılar, Kaylanlar, Kayyumlar, Kelleciler, Kemahlılar, Kerimağalar, Kerimler, Keskinler, Kesmeliler, Kılkırtlar, Kırışlar, Koblucalar, Kocaburhanlar, Koca-burunlar, Koflaklar, Kolancılar, Köseler, Köşekler, Kubbenler, Kuburlar,  Kuşlar,  Kuyruklular, Kuzgunlar, Küçükhacıhasanlar, Manaklar, Mandallar, Maşacılar, Mazinler, Menkaşeler, Mesciler, Mesmesler, Meşabidinler, Mevlüthocalar, Meydanlar, Mızıkacılar, Mollahaliller, Mollalar, Mollaosmanlar, Muhacirler, Muratlar, Murtazalar, Mustanlar, Mutaflar, Müftüler, Müneccimler, Nadirler, Nafizler, Nallılar, Namlılar, Natıplar, Nisliler, Numanağalar, Otabatanlar, Otuzsekizadetler, Öccenler, Pabuçlar, Pepekler, Saatçiler, Sadıklar, Sakçalılar, Saraçlar, Sarıaliler, Sarıboyacılar, Sarıkızlar, Sarıparalar, Saylamazlar, Selekler,  Selmanlar, Semerciler, Serçeler, Seyraniler, Sığırlar, Sinanlar, Sivişler, Softalar, Süleymanağalar, Şanişler, Şakirler, Şanslılar, Şapçılar, Şavkular, Şaymanlar, Şeyhkadirler, Şeyhömerler,  Şibbekler, Tahirler, Takırcılar, Taktaklar, Tantancılar,Tarakçılar, Taranlar, Taşlılar, Tavşanlar, Tellaklar, Tığlılar, Tıngırlar, Tinaliler, Tiryakiler, Topalhafızlar, Tömmenler, Tunalar, Ustaahmetler, Ustahüseyinler, Üttüler, Veceller, Vezirler, Yaşarlar, Yaylılar, Yiğitbaşılar, Yorgancılar, Zaptiyeeşrefler,

 

 

SÜRGÜN

 

    Eğirdir’de geçmişte suç işleyenler Rodos ya da Kıbrıs’a sürgün olarak gönderilirlerdi. Hatta bir kayıtta 1575 lerde Eğirdir kalesi muhafızlarından birinin hazineden hırsızlık yaptığı, Müslüman kadınlara sataştığı için ailesiyle birlikte Kıbrıs’a sürüldüğü yazılıdır. Softa ayaklanmalarında  tehlikeli ve suçlu görülenler Hamit elinden hep Kıbrıs’a sürgün edilmişlerdir. Tarihçi R. Mantran’ın yazdığına göre İstanbul alındıktan sonra Eğirdir halkının bir kısmı sürülerek İstanbul’a yerleştirilmişlerdir. Onların oturdukları yere de Eğrikapı denmiştir.

 

 

SÜTLÜK

 

    Ahşap evlerin ikinci katlarında kuzey ya da güneş görmeyen taraflarına sık çıtalarla bir çıkma yapılır. Havadarlığı nedeniyle iç kısmı serin olur, buraya süt, yoğurt gibi serinde durması gereken yiyecek maddeleri konurdu. Evin bu bölümüne sütlük denirdi.