Bağlara giderken Kemik Hastalıkları Hastane ana binasını geçince sağ tarafta 50-60 metre kadar yukarda bir düzlük, üstü kapatılmış bir mekan vardı. Yola doğru bir istinat duvarının ortasından su akardı. Buraya şadırvan derlerdi. İhtiyaç duyan pınardan abdestini alır, şadırvanda namazını kılardı. Hastane yapılırken bu suyu yola kadar indirdiler. Uzun süre aktı. Fakat şimdilerde akmıyor.
Türkler müslüman olmuşlardır ama Şamanlığın birçok kurallarını da müslümanlığın içinde yaşatmışlardır. Öz olarak Şamanlığı tanıtmak istiyorum.
Şamanlığa göre dünya birçok katlardan ibarettir. Yukardaki ışık alemi on yedi kat, aşağı toprak altı karanlıklar alemi yedi veya dokuz kattır. Yeryüzünde oturan insanlar bu iki alemin etkisi altındadır. İyi ruhlar, Tanrılar yukarı katta, kötü ruhlar ve Tanrılar aşağı katta otururlar. Yukarı katta Tanrı Kayra Kan –ki on yedinci katta– oturur. Yer altında Erlik oturur. İyilikler gökyüzünden, kötülükler yeraltından gelir. İnsanların sağ omzunda iyi hareketlerini yazan Yayuçi, sol omzunda da kötü hareketlerini yazan Körmös oturur. Kişi öldükten sonra hangi taraf ağır basarsa orada kalır. Günahı kötülüğü çoksa kaynayan ziftle dolu kazana atılır, azsa gökyüzüne çıkar. Ölenin yedinci, kırkıncı günü anma toplantısı yapılır.
Bu inançların bazıları müslümanlık inancı içinde bugün de devam etmektedir.
Eğirdir’den Konya’ya giderken 30. km dolaylarıdır. Yakınında Ertokuş hanı vardır. 1870 yılında Şaraphane adı Padişah iradesiyle “Şerbethane” ye çevrilmişse de aynı ad günümüze kadar gelmiştir. Eski kayıtlarda bu yöre “Dadıl” diye geçer.
Öğretmen olarak Eğirdir’de iz bırakmış biridir. Eğirdir Ortaokulu'na 1951 yılında Beden Eğitimi öğretmeni olarak geldi. On yedi yıl kaldı. Eğitsel, sosyal çalışmalarıyla Eğirdir çocuk ve gençlerini çok etkiledi.
Şerifi Mehmet Çelebi’nin oğludur. Şeyhülislam Berdai zaviyesi şeyhlerinden Şeyh Burhanettin Efendi’nin torunudur. 1552 yılında doğmuştur. 1630 yılında ölmüştür. Mezarı İstanbul Eyüp’te, Hazreti Halit civarındadır. Müderris olmuş, Galata, Halep, Şam, Mekke, Edirne, Mısır Kadılıklarında bulunmuştur. 1619 tarihinde Anadolu Kazaskeri, 1624 tarihinde Rumeli Kazaskeri oldu. Hacca da gitti. Dönüşünden az sonra öldü.
1621 yılında emekli oldu. Önce Rusçuk kazası, sonra Dimetoka arpalık verildi. Şairdir. Şiirlerinde Şerifi Mahlasını kullanırdı. Arapçayı, Farsçayı çok iyi bilirdi. Babası Şerif Mehmet Çelebi’nin ailesiyle ilgili toplayıp yazdığı eserden, Dedesi Şeyh Burhanettin’nin kendi el yazısıyla yazdığı eserden faydalanarak kendi işittiklerini de katarak 1597 yılında “Menakıb-ı Evliya” adlı bir eser yazmıştır. Son dönem Osmanlı Maliye Nazırlarından Eğirdirli kitap meraklısı Nafiz Paşa bu kitabı çoğaltarak İstanbul Süleymaniye kütüphanesine vakfetmiştir.
Bir beyti:
Gerçi derler vadeye eyler vefa ol nazenin
Ya ki amma çekmeyince sineye gelmez yakin.
Şeyh Burhanettin Efendi’nin oğludur. Tahmini 1520 lerde doğmuş, 1544 te Atabey medresesi müderrislerinden Mevlana Abdülcabbar’ın kızıyla evlenmiştir. Oğlu Şerif Mehmet Efendi 1552 de dünyaya gelmiştir. Şeyhülislam Berdai Dergahına ilgi göstermemiş, Rumeli kasabalarında Kadı’lık yapmıştır. Ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Şairliği vardır. Bir şiiri şöyledir.
Suz-i aşkın cânâ ey mâh şöyle tesir eyledi
Çıktık eflak üzre ahım gün gibi seyreyledi
Dil şehid-i tig-i aşk oldu deyu cânâ müjen
Kıl kalemle bir şehadetname tahrir eyledi.
La’ lüni resm eyleyüp gönlümde nakkâş-ı hayâl
Bir akarsu üzre şekil-i cânı tasvir eyledi .
Cami mahallesinde Besdelcilerin evinin olduğu yerde idi.
Kale medresesi de denir. 1802 de Şeyh Ali Ağa tarafından iki katlı 20 hücreli ahşap olarak yaptırılmıştır. 1807 yılında da yanına kargir bir kütüphane yaptırmış, içine de basuılı, yazma 217 eser koymuştur.
Medresenin üst kısmı dersane, alt kısmı öğrencilerin yatması içindi. Medresenin bahçesinde müderrisler için ev vardı. Bahçe genişti, meyva ağaçları bulunuyordu. Kütüphanenin sütunları şimdi M.Y. Şapçı İlköğretim okulunun arka bahçesinin batı kapısının yanlarındadır. Kütüphane ve medrese 1928 yılında yıkıldı, yerine Zafer İlkokulu yapıldı. Bu okul da Cami mahallesi yangınında zarar gördüğü için 1960 yılında yıkılmıştır.
Şeyh Burhanettin, Şeyh Mehmet Çelebi Sultan’ın torunudur. Kızı Şehribanu’dan Tosya’da 1495 yılında doğmuştur. Babasının adı Mehmet Muhittin’dir. Dündar Bey medresesinde Müderris iken ayrılmış, Tosya’ya gitmiştir.
Şeyh Mehmet Çelebi Sultan 1495 yılında vefat edince Zaviye bir süre boş kaldı. Şeyhin yerine geçecek erkek evladı yoktu. Açık kalan makama Halvetiye tarikatından “Yunus” adında bir şeyh geldi. Zeyni ayinini kaldırdı. Bu durum Dervişler arasında hoşnutsuzluk yarattı. Nihayet bir gün Şeyh Yunus yatağında ölü bulundu. Şeyh Yunus’un ölümünden sonra Zeyniye tarikatından Şeyh İbrahim adında biri İstanbul’dan Beratla gönderildi. O da bir süre sonra atıyla uçurumdan düşerek öldü. Bundan sonra Dergâhtakiler o soydan gelen birini aramaya başladılar. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan’ın torunu Burhanettin’de karar kıldılar. Burhanettin’in babası Mehmet Muhittin de Peygamber soyundan olup seyittir. Soyu evliyadan Hakim Ali Tirmizi’ye ulaşır. Tokat’a adam göndererek Burhanettin’i Eğirdir’e davet ettiler. Burhanettin dedesinin postuna oturduğu zaman 14-15 yaşında kadardı. Küçük olduğu için babası ölmüş olduğundan annesi Şehribanu Hanımla Eğirdir’e gelmişti. Yalnız dervişlerin kemale ermeden o yaşta birinin Şeyh olamayacağını belirtmeleri üzerine Burhanettin Bursa’ya gitti. Şeyh Nasuh Efendi’nin yanında yetişti. Ondan icazet alarak Eğirdir’e döndü. Şeyh Burhanettin oldu.
Osmanlı devlet adamlarından Rüstem Paşa vezir olmak için uğraşırken İstanbul’dan uzaklaştırılmış, Teke ve Hamid Beyi olarak gönderilmişti. Şeyh Burhanettin Efendi ve dedelerinin şöhretini duydu. Şeyh Burhanettin’i tanımak, sohbetinde bulunmak için Eğirdir’e geldi. Şeyhe saygı göstererek duasını aldı. Şeyh de ona iltifat gösterdi. Sonra Rüstem Paşa İstanbul’a gitti. Devlet kademelerinde hızla yükseldi. Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan’la evlenip Padişah damadı oldu, ardından Sadrazam oldu. Rakibi İbrahim Paşa da katledildi. Rüstem Paşa bu olayları Şeyhin kerameti bildi. Onu İstanbul’a davet ederek büyük ikramlarda bulundu. Küçük Ayasofya zaviyesini verip irşatlarda bulunması için İstanbul’da kalmasını istedi. Şeyh Burhanettin Rüstem Paşa’nın isteğini kıramayıp bir yıl kadar bu zaviyede kaldı. Sonunda ecdadının toprağı Eğirdir’e dönmeye karar verdi. Sadrazam Rüstem Paşa’ya:
“Oğul. Biz dağ civarında büyüyüp uzlete, yalnızlığa alışmışız. Hayır duamızı istersen bizi mekanımıza gönder. Sağ olursak üç dört yılda bir İstanbul’a gelip sizi ve burada kadı bulunan Müderris evladımızı ziyaret ederiz.” dedi. Sadrazam Rüstem Paşa da bu durumu Kanuni Sultan Süleyman’a arz etti. Gerekli izin çıktı. Eğirdir’de bir vazife verip maaş bağlanmak istenince: “Bize otuz akçe kâfidir.” dedi. Dönmeden önce Sadrazam Rüstem Paşa Şeyh Burhanettin’i Kanuni Sultan Süleyman’la görüştürmek istediyse de Şeyh Burhanettin:
“Sultanlarla görüşmek dervişlere zarar verir..” deyip görüşmedi. Rüstem Paşa Şeyh Burhanetin Efendi’ye Nis harcından yevmi 50 akçe verilmesi için berat göndermiştir. Ayrıca Eğirdir’le de ilgilenmiştir. Eğirdir’den Barla’ya giden derbent yolunu, Eğerim yolunu onartmıştır.
Şeyh Burhanettin Efendi Dervişleriyle beraber Hac’ca gitmiştir. Tefsir ve Hadisle meşgul olmuştur. Mezarı Dedesi Şeyh Mehmet Çelebi Sultan’ın batısında, dışarıdadır. 1562de ölmüştür. Dedelerinin kerametlerini ilk defa “Menakıp” adlı kitapta toplayan odur.
Şeyh Burhanettin Efendi’nin iki oğlu, bir kızı olmuştur. Oğullarından birinin adı “Seyit Mehmet”, diğerinin ise “ Şerifi Mehmet Çelebi” dir. Bu oğlunu Atabey Medresesi müderrislerinden Mevlana Abdülcebbar’ın kızı ile evlendirmiştir. Bu evlilikten Şair Şerif Mehmet Efendi doğmuştur.
Şeyh Burhanettin’in de ataları gibi kerametleri vardır. Bunlardan birkaçını sunuyorum.
Uluborlu’dan Hasan ve Ali Dede anlatmışlardır.
Beraber Hac’ca gitmeye niyetlendik. Hazırlıklarımızı yapıp duamızı almak için Mezar-ı Şerif denilen yerdeki Şeyh Burhanettin Hazretlerinin olduğu mescide gittik. Şeyh bizi görür görmez: “Sizde Hacı kokusu vardır. Bu ne haldir? ” dedi. Biz de “Sultanım .. Biz Hac’ca gitmeye niyetlendik. Himmet eyleyin.” deyip duasını istedik.
“Sizi yüce Allah’a ısmarladık.. Korkmayınız.” dedi. Gemiyle yola çıktık. Yirmi gün sonra Cidde açıklarına geldik. Bir gece aniden bir fırtına çıktı. Gemideki yolcular “Batacağız” diye telaşa kapıldılar. Geminin ağırlığını azaltmak için ağır eşyaları denize atmak istediler. Telaşlı ve şaşırmış bir haldeyken Şeyh Burhanettin Hazretleri, dedesi Şeyh Mehmet Çelebi Sultan ile birlikte gelip gemimizin kenarında durdular.
“Korkmayın!...Müslümanlar eşyalarını denize atmasınlar. Allahın emriyle fırtına sabaha kadar sakinleşir.” dediler. Sonra gözden kayboldular. Dedikleri gibi fırtına sabahleyin kesildi. Döndükten sonra annemden öğrendim ki Şeyh Burhanettin Hazretlerinin Hanımı bir gün anneme gelip: “Oğulların falan gün bir sıkıntı çekmişler mi ?” diye sorup bizim denizde sıkıntılı anlar yaşadığımız günü işaret etmiş. Şeyh Hazretlerinin de o gün akşam yemeğinde: “Hey Hasan Dede.. Hey Ali Dede..” deyip dergahına gittiğini söylemiş.
Eğirdirli Hacı Dede şöyle anlatmıştır:
Şeyh Burhanettin Efendi bir gün bana:
“Hacı Dede!.. Var Eğirdir’e git.. Taze balık varsa bize alıver.. Evden isterler.” dedi. Ben de hemen Eğirdir’e gidip çarşıda sordum. Halk bana gülüp: “Sofi ! Deli mi oldun ? Bu soğukta balık mı çıkar ? Şeyh bu zamanda taze balık olmadığını bilmez mi ?” dediler. Dönüp Şeyhin huzuruna geldim:
“Efendim.. Balık yok.. Halk bana gülüştü..” dedim. Şeyh bana öyle heybetli baktı ki, neredeyse ruhum çıkacaktı.
“Git! Çabuk getir!” dedi. Emre uyup Eğirdir gölünün kenarına gittim. Bir de baktım ki çakıllar arasında iri iri balıklar su içinde canlı olarak duruyor. Pek de çoktu. Hemen bir kaba doldurup huzuruna tekrar gittim. Şeyh balıkları görünce:
“Hah! Şöyle!..” buyurdu. Hayatta olduğu müddetçe bu kerameti kimseye anlatmadım.
Şeyhülislam Berdai’nin kızından torunudur. Babası Şeyh Mehmet Hoyi, annesi Zeynep Hanım’dır. Babasının ölümü üzerine genç yaşta Dergâhın başına geçmiştir. Kimyaya meraklıydı. Diğer bilimlerle de ilgilenmiştir. Şairdir. Bir divanı vardır. Hemen hemen her şiirinde Hızır’dan bahsettiği için Divanına “Hızırname” de derler. Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar adlı eserinde Hızırname’den yedi yerde bahseder. Hızırname H. 880, Miladi 1475 te yazılıp bitmiştir. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan H. 900, Miladi 1495 yılında ölmüştür. 23 yaşında babasının ölümünden sonra Şeyh olmuş, 40 yıl Dergahın başında kalmıştır. Bu duruma göre 63 yaşında ölmüş görünüyor. Doğum tarihinin de 1432 olması gerekir.
Farsçayı, Arapçayı iyi biliyordu. İhtişama çok önem verirdi. Dışarı çok ender çıkar, çıktığı zaman da hademe ve dervişlerle beraber ata binerek softlar, samur kürkler içinde gezerdi. Nitekim Yazla’daki en büyük kubbeli camiye yakın türbe, Şeyh Mehmet Çelebi Sultan’ındır. Sağında anası Zeynep Hatun, solunda kızı Şehribanu Hatun yatar.
Şeyh Meymet Çelebi Sultan’ın iki oğlu, üç kızı oldu. Oğlunun birinin adı Ahmet, diğerinin Haşim’dir. Ahmet üç dört yaşında, Haşim daha küçükken ölmüştür. Kızları Şehribanu, Cihanbaht, Ruzbaht idi. Kızlarından birini Atabey’e , diğerini Uluborlu’ya gelin etmiştir. Küçük kızı Şehribanu’yu da Dündar Bey medresesinde Müderris Tokatlı Muhittin Efendi’yle evlendirmiştir. Bir süre sonra Müderris Muhittin Efendi Eğirdir’den ayrılmış, Tosya’ya gitmiş, sonradan Şeyh olacak olan Burhanettin H.900, Miladi 1495 te orada doğmuştur. Dedesi Şeyh Mehmet Çelebi Sultan da aynı yıl Eğridir’de ölmüştür.
Şeyh Mehmet Çelebi Sultanın Hızırname adlı divanından birkaç örnek sunuyorum:
Cemalin arzeder ol dost dediler
Erenler masivadan el yudular
Selamet ellerine yürüdüler
Cemalin arzeder ol dost dediler
Gönül bağlamadılar bu cihana
Ki bakmayıp zeminü asumana
Geçirmedi bunlar ömrün yabana
Cemalin arzeder ol dost dediler
Bu tuli mest aşık oldu bu dem
Ol esma sırrına çün oldu mahrem
Yetişür cezbei rahman hemen dem
Cemalin arzeder ol dost dediler
Dili aşk şem’ine pervane oldu
Şarab-ı aşk ile mestane oldu
Anınçün kem adı divane oldu
Cemalin arzeder ol dost dediler
Hakayik bahrine ol çünki daldı
Varıp ol mülki aliye irişti
Hem ismi azamı hep cümle bildi
Cemalin arzeder ol dost dediler
Melekler cem olup hazır dururlar
Erenler sidrei seyran kılurlar
Ol elde can verip canan alırlar
Cemalin arzeder ol dost dediler
Tecelli ehildir anda varanlar
Avalk kat’edüp geçüp gidenler
Fenailer dürür anı görenler
Cemalin arzeder ol dost dediler
Vücudu mahvi kıldılar varanlar
Şarab-ı aşkı çünkü tattı anlar
Hızır Han himmetiyle yetti anlar
Cemalin arzeder ol dost dediler
Bu zahir göze ol nihan oluptur
Seraser aleme ol han oluptur
Ricali gaybe hep sultan oluptur
Cemalin arzeder ol dost dediler
Ebülabbas cihana çünkü geldi
Ne var ise bu yeryüzünde bildi
Medetsizlere ol bir demde erdi
Cemalin arzeder ol dost dediler
Hızır peygamberi çün zinde derler
Ebulabbas melekler ana derler
Ana hem kuh-i kafta böyle derler
Cemalin arzeder ol dost dediler
Hakkın kudret elidir bil o Sultan
Irak yakın bu yer gök ana yeksan
Ledün ilmi oluptur ana ferman
Cemalin arzeder ol dost dediler
Bu Muhittin’e Hak kıldı inayet
Hızır Han kıldı ana ali himmet
Ricalullah ederler hep riayet
Cemalin arzeder ol dost dediler
______
Arşı Rahmandan işittik bir haber
Bir ulu Mir’at gördüm muteber
Gözüne hasıl olur aynelyakin
Bunları gördüm yine ben kemterin
Bir isim gördüm yazılmıştır ayan
Dedi ruhul Kudüs bana ol zaman
İsmi azamdır bu isme kıl nazar
Bu durur esmada ammüleser
Yazılmış alnımda bir hattı han
İsmi azamdır onu bildim heman
İçtim anda hem şerabı lâyezal
Anınçün ruha gelmez hiç melal
Pes musahhar oldu kamu kâinat
Hem tecelli buldu zatiyle sıfat
Gördüm ol bahri muallak cuşurur
Cümle ervahı melek hayran kalur
Bu cihanın hep tasarruf mihrini
Verdiler ilm-i ledün miftahını
Bu seferden can-u dil alur eser
Hızır İlyas himmeti verdi zafer
Aşk elinde oldu Muhittin has
Çün Hızır katında buldu ihtisas
_______
Hünkâr Hacım Bektaş gelür ben kuluna himmet kılur
Leşker hesabın kim bilür Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Bulgar dağı key uludur gürbüz onlar yeridir
Dolu Hızır Han kuludur Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Bulgara çünküm vardılar kırklar ve üçler yediler
Kutbiyle efrat erdiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Boz oğlanı hem gördüler Bozdağdan ılgar seçtiler
Piranı Horasan geldiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Gördüm geyikleri gelür Hünkâr önüne yüz urur
Hep Gaybiler saf saf durur Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Seyit Gazi gördüm gelür önce Melik Gazi gelür
Sultan Şüca bile gelür Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Çekildi ak sancakları geldi erenler leşkeri
Sürüldü sohbet demleri Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Hünkar ile vardım bile Bir demde erdim Bulgara
Doldu Erenler Bulgara Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Bulgara varandır Veli Arş’a erer anın eli
Hızır ile İlyas’ın kulu Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Bunlar yediler beş dürür üçler dokuzlar eş dürür
Hızır anlar için baş dürür Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Seyyit Gazi’yle gittiler Veysel Karane yettiler
Peygamberin zeylin tutup Hünkâr Hacım Bektaş gelür
İpsahoros’tan uçtular Şam iline eriştiler
Girdi Dımışk’a bular Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Her cema varır hem bular kılur namazı Mekke’de
Sürüp Medine’de yüzü Hünkâr Hacım Bektaş gelür
İbsahoros’tan uçtular Tur dağına iriştiler
Musa ile söyleştiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Her Hac varırlar Mekke’ye hem bile durup Vakfe’ye
Dahi Safa’ya Merve’ye Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Bulgar dağından uçtular irdi Medine’ye bunlar
Hep rahmete garkoldular Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Bizi erenler aldılar alemleri gezdirdiler
Görmediğim gösterdiler Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Derler kabul ettik seni pes durma seyran eyle gil
Gördüklerin söylegil Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Ben bir fakirem doluyem Hızır’ın ezelden kuluyem
Himmetleriyle doluyem Hünkâr Hacım Bektaş gelür
Muhittin eyler çün zari hep şunları gördü bari
Hızır’ın eldeki vari Hünkâr Hacım Bektaş gelür
________
Aferin âne ki hake verdi can
Canı ismaniyle kıldı cavidan
Perteviyle can eyleyen mamur eder
Enfüsi afakı külli nur eder
Oldur ismin her dile asan eden
Hem sarayı vahdete mihman eden
Kullarına kendüzini bildiren
Hüsnü ile dü cihanı güldüren
Muhtelif meşrepler icat eyleyen
Yullarından feyzi imdat eyleyen
Kimisin meczup mebhut eyleyen
Kimisin aklını fertut eyleyen
_______
Menakıp’dan Şeyh Mehmet Çelebi Sultan’la ilgili kerametlerden birkaçını sunuyorum.
Bir gün Şeyh Hazretleri Yazla camisi önünde göle karşı otururken atlı bir ulak Şeyhin önüne gelmiş, selam vermiş, Avşar’a nerden gidileceğini sormuş. Şeyh Hazretleri gölü gösterip: “Avşar karşıdadır. Korkmadan gidiniz. ”Buyurmuş.” Ulak da hiç çekinmeden atını sürmüş, göl üzerinden aşıp gitmiş. Göl üzerinden toz çıkararak bir atlının geldiğini gören Avşarlılar toplanıp, bu gelen zatın Hızır olduğunu sanmışlar. Ulak Sarıkamış kıyısına çıktığında aralarına alıp kimi atın ayağına, kimi üzengisine yüz sürüp: “Sultanım.. Sen Hızır Peygambersin.. Bize yardımcı ol.” diye sarılmışlar. Ulak da Avşarlılara: “Ben bir haberciyim. İstanbul’dan gelip Konya’ya gidiyorum. Gölün öte tarafında mescit ve Evliya türbeleri var. Buraya gelmeden oradaki bir azizden yol sordum. Buyurdu ki: “Avşar karşıdadır. Korkmadan göl üzerinden git.” dedi. Böyle heybetli bir kimse görmemiştim. Bunda mutlaka bir hikmet vardır dedim, sözünü tuttum. Toprak üzerinde yürür gibi atımı deryaya sürdüm geldim. Ben Hızır değilim. Keramet yol sorduğum o azizdedir.”
Eğirdir’in Kışlacık köyü imamı Nasuh Fakih şöyle anlatmıştır.
“Bir gece evimde yatıyordum. Kapı çalındı. Açtığımda Mehmet Çelebi Sultan Hazretleri karşımdaydı. Elinde bir çıkın ve nacak vardı. Çıkını bana verdi. “Peşimden gel..” buyurdu. Önümüze bir derya çıktı. Derya üzerinden yürüyerek bir hisara vardık. İslam ordusu hisarın etrafını sarmış beklemekteydi. Mehmet Çelebi Sultan elindeki nacakla hisarın kapısını vurunca bir Rahip kapıyı açtı. Önümüze düşüp evine götürdü. Evine varınca bir dehlize girdik. Merdivenle aşağı indik. Orada bir mescit gördük. Mescitte Kuran-ı Kerim’ler, rahleler vardı, mumlar yanıyordu. Bizi götüren Rahip müslüman kıyafeti giyip yanımıza oturdu. Benim götürdüğüm çıkını açıp yemek yedik, dua ettik. Şeyh Mehmet Sultan Rahibe: “Artık hisarı verin.” deyince, Rahip de: “Emir sizindir.” dedi. Sonra oradan çıkıp gittik. Sabah namazının vakti gelmişti. Yine denizin üzerinden Dergâha ulaştık.
Ben: “Sultanım.. Bu garip haller, gördüğümüz yerler nedir ?” dedim. O, “Gittiğimiz Hisar Kefe Hisarıdır. İslam askerleri onu almaya varmışlardı. Bugün Hisar kapısını açarlar.” Buyurdu. Tarih koydum. İşaret ettiği gün o saatte Kefe Hisarı fethedildi.”
Uluborlu’dan Emir Halife anlatır.
“Mehmet Çelebi Sultan’ın ölümünden kırk sene sonra mezarının bir tarafı çökmüştü. Tamir etmemiz için mezarını açmamız gerekti. Mezarını açınca nura gark olmuş bir halde yattığını gördük. Mübarek yüzü hiç solmamış, aynen hayattaki gibiydi. Yanımda sevenlerinden biri vardı. Bu kişi, “Benim bir oğlum var. Bir seneden beri hasta. Bu zatın sakalından bir kıl alayım, şifa olarak götüreyim...” dedi. Biz engel olmaya çalıştık fakat adam dinlemedi. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan’ın mevtasının sakalından bir kılı tutup çekti. Koparamadı. Şeyh Hazretleri sanki canlıymış gibi başını öbür yana çevirdi. O kişi yine aldırmayıp Şeyhin sakalından bir kıl koparmak için yine bir kılı tutup asıldı. Bu sırada Şeyh Hazretleri o kişiye öyle bir tokat vurdu ki, adam düşüp öldü. Ben de korkumdan kaçıp bir kenara çekildim, şaşkın bir halde yığılıp kaldım. Sonra başkaları gelip Şeyh Hazretlerinin mezarını kapattı. Bu olayın etkisiyle altı ay hasta yattım.”
Torunu öğretmen Etem Kartal’ın verdiği bilgiye göre;
“Şeyh Ömer Efendi Eğirdir’de doğdu. Babası Şeyhülislam Berdai zaviyesi şeyhi, Şeyh Ahmet Efendi’dir. Şeyh Ahmet Efendi’nin İstanbul’da Nakşibendi tarikatı mütevelliliğine tayin edilmesi üzerine Ömer Efendi medrese tahsilini İstanbul’da yaptı. Sonra gelip Eğirdir, Isparta çevresinde kadılık etti. Sonra kadılığı bırakarak, Şeyhülislam Berdai zaviyesine Şeyh oldu. İlk defa Eğirdir ve çevresinin tarihini yazdı. Ne yazık ki 1910 larda Şeyh Saadettin zamanında mütevelli evinin ve Vakfın kütüphanesinin yanmasıyla pek çok el yazması eserin yanında Eğirdir tarihi ile ilgili eser de yandı.
Şeyh Ömer Efendi alim, şair bir zat idi. Tasavvufa ait eserleri vardır.Bu eserlerin bir kısmı yanmış, bir kısmı da kaybolmuştur.”
Şeyh Ömer Efendinin iki oğlu vardır. Şeyh Ahmet Efendi, son şeyh olan Saadettin Efendidir. Babaannem Kamile Hanım, Şeyh Ahmet Efendinin kızıdır. Şeyh Ömer Efendi (H.1272) 1856 tarihinde Eğirdir’de vefat etti. Mezarı Şeyhülislam Berdai’nin türbesinin kuzeyindedir.
Piri Halife Sultan diye de anılır. Şeyhülislam Berdai, davet üzerine Eğirdir’e gelirken Mehmet Hoyi, gördüğü rüya üzerine onun kafilesine Hoy şehrinde katılmış, Eğirdir’e geldikten sonra da Şeyhin kızı Zeynep Hanım’la evlenmiştir. Şeyhülislam Berdai, düşünde Hazreti Peygamber çağırdığı için kendi ve on altı oğlu aynı günde ruhlarını teslim edince Dergâhı devam ettirecek erkek kalmadığından , damadı olan Pir Mehmet Hoyi “Halife” adıyla dergahın başına geçmiştir. Tasavvuf hakkında birçok eseri olduğu söylenir ama, yalnız “Zübdetüttahkik” adındaki eseri bilinir. Ispartalı Yunuszade bu kitabı vakıf kitapları arasında yazar. Oğlu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan da bu esere Zübdetüt–Tetkik isminde bir şerh yazar. Şimdiye kadar bu kitap bulunamamıştır. Şeyhülislam Berdai Zaviyesinin Mütevelli eviyle beraber kütüphanesinin de 1910 larda son şeyh, Şeyh Saadettin zamanında yanmasıyla pekçok eser arasında Pir Mehmet Hoyi’nin de eserlerinin yandığı sanılır.
Oğlu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan’ın 1495’te öldüğü, 40 yıl Şeyhlik yaptığı, babasının ölümünden sonra Şeyh olduğu, Şeyhin de Fatih Sultan Mehmet’le karşılaştığı hesaba katılırsa, Şeyh Pir Mehmet Hoyi’nin 1455 tarihinde ölmüş olduğu ortaya çıkar. Şeyh Mehmet Hoyi’nin de soyu Hazreti Peygambere dayanır. Türbesi Şeyhülislam Berdai’nin türbesi üstünde, ortadaki türbedir.
Menakıp’taki kerametlerinden bazıları şöyledir:
Piri Halife Sultan’nın bir öğrencisi vardı. Bir gece rüyasında evliyanın büyüklerinden Akşemseddin Hazretlerini gördü. Bir rüyasının tabirini sordu. Uyanınca tabire hayret edip hocası Piri Halife Sultan’ın huzuruna gitti. O daha bir şey söylemeden hocası “Ali Fakih.. Akşemseddin rüyanın tabirini tam yapamadı. Rüyanın tabiri şöyledir.” deyip kendi tabirini yaptı. Bir süre sonra Piri Halife Ali Fakih’i İstanbul’a gönderdi. Vardığı gün Cuma idi. Cuma namazı kılmak için Ayasofya Camisine gitti. Namazdan sonra Akşemseddin Hazretleri vâz etti. Vâzdan sonra Akşemseddin Hazretleri kürsüden inince Ali Fakih elini öpmek için yaklaştı, elini öptü, fakat Akşemseddin Ali Fakih’in elini bırakmadı. Piri Halife Sultan’ı kastederek, “Dost kokusunu aldım.” dedi. Herkes dağılınca onu odasına götürdü. Piri Halife Sultan’ın halini sorup haber aldı. Bir müddet sohbetten sonra, “Ali Fakih.. Biz senin rüyanın tabirinde yanılmışız. Tabiri Hocan Piri Halife Sultan’ın söylediği gibidir.” dedi. Ali Fakih Akşemseddin Hazretlerinden bu sözleri duyunca Hocasının kendini neden İstanbul’a gönderdiğinin hikmetini anladı.
Şeyh Pir Mehmet Hoyi’nin oğlu Mehmet Çelebi Sultan kimya ilmini öğrenmeye heves etti. Piri Sultan oğluna: “Oğul.. Kimya ilmini tahsil ettin mi ?” diye sordu. Oğlu da: “Baba biraz daha zaman ister.” dedi. Evde boş bir sandık vardı. O sandığı gösterip: “Oğul...Şu sandığı kilitle. Bir müddet sonra bak. Devamlı kelime-i tevhid söyle. Sonra aç. Yüce Allahın kudretini gör.” dedi. Bu sözleri üzerine boş sandığı kilitledi. Başında durup bir müddet devamlı: “La ilahe illallah.. ” dedi. Sonra da sandığı açtı. Sandık altınla doluydu.
Pir Mehmet Hoyi, Fatih Sultan Mehmet Han huzurunda da bazı kerametler göstermiş, o da Şeyhe vezirlerinden biri ile para ihsan edip himmet ve duasını rica etmiş, “Ne istekleri varsa bildirsinler” buyurmuştur. Şeyh ihsanı kabul etmemiş, geri göndermiştir. Vezir, gönderilen ihsanın yedi yüz altın olduğunu söylediğinde Şeyh Pir Mehmet Hoyi tebessüm ederek: “Bizim yedi yüz değil, yedi altına hakkımız yoktur. Biz fakir bir dervişiz. Bunu kendileri İslam askerlerine, devlet işlerine sarf buyursunlar. Padişahımıza dua bizdendir.” demiştir. Elçi Padişahın, “Yine de bir arzuları vardır. Bildirsinler...” dediğini söyleyince: “Bir muradımız yoktur. Eğer lütfederlerse merhum kaynatam ve Şeyhimiz Şeyhülislam Berdai’ye merhum Hızır Bey bir miktar arazi ve emlak vermişlerdi. Şeyh merhum da bunları evlada vakfetmişlerdi. Temlik ve vakfı sahih olmak için bir ferman ihsan buyursunlar.” demiş. Elçi bu haberi Padişaha duyurmuş, o da bir ferman göndermiştir. Ferman İstanbul Evkaf Müdürlüğü Anadolu Kuyud-u Kadime Dairesinde kayıtlıdır.
Şeyh Burhanettin Efendi’nin hizmetinde bulunmuş, onun ilminden, feyzinden yararlanmıştır. Zeyniye tarikatındandır. 1620 yılında ölmüştür.
Asıl adı Seyyid Mehmet Şeyhi Efendidir. Eğirdirlidir. Şeyhülislam Berdai’nin soyundandır. Eğirdir’de kalmamış, dışarıda müderrislik ve kadılık yapmıştır. Nakibü-l eşraflıkta bulunmuştur. Mekke kadılığına giderken 1634 de Cidde’de ölmüştür. Orada gömülüdür. Divanı vardır. Bir şiiri:
Bir dem ki sohbet eylese ağyâr yâr ile
Bende yürek hezar ise derd ile yâr ile
Gayret dikenlerinde ciger pâre pâredür
Her bir hab oturalı sen gülizâr ile
Kan ol yürek ki bülbüle zag oldu hemnişin
Ağla gözüm ki gül yöresi doldu hâr ile
Fikrimde idi yare irem bahtyar olam
Olmaz imiş zemâne işi ihtiyar ile
ŞEYHİ ezelde kısmet imiş sana derd ü âh
Derman kaçan irişe sen rûz-i zâr ile
Şeyhülislam Berdai’nin Eğirdir’e gelişi hakkında kaynaklarda hayli zıtlıklar vardır. Menakıp’a göre Şeyhülislam Berdai’yi Eğirdir’e davet eden Hamidoğlu Hızır Beydir. Hızır Bey 1328 tarihinde Beylik yapmıştır. Yine Menakıp’a göre Şeyhülislam Berdai Eğirdir’e gelmeden önce Ankara’ya uğramış, Hacı Bayram Veli ile görüşmüştür. Hacı Bayram Veli 1430 da öldüğüne göre aynı yaşlarda olması gereken Şeyhülislam Berdai’nin Hamidoğlu Hızır Beyle Hicaz’da karşılaşması mümkün değildir. Bu Hızır Bey Osmanlı subaşısı Hacı Hızır Bingöl Bey olması gerekir. Öğretmen Etem Kartal Eğirdir Gölsesi gazetesinde yazdığı yazıda Şeyhülislam Berdai’nin H. 800 Miladi 1398 yılında Eğirdir’e geldiğini yazar. Kaynak olarak da Ispartalı Böcüzade Osman Efendi’nin Şeyhülislam Berdai’nin merkadine yazdığı yazıdan bahseder. Şöyle yazdığını belirtir: “Şeyhülislam Şeyh Berdai Hazretleri Eğirdir’e Hicretin 800. tarihinde buyurmuşlardır.”
Öğretmen Cemal Tosun da aynı gazetede yazdığı bir yazıda Şeyhülislam Berdai’nin Eğirdir’e geliş tarihini 1398 olarak belirtir. Davetin de Eğirdir subaşısı Hacı Hızır Bey tarafından olduğunu yazar. Şeyhülislam Berdai’nin ölümünü de H. 835 Miladi 1432 olarak verir.
Menakıb’a göre Şeyhülislam Berdai Türkistandaki Semerkand’ın Berde şehrindendir. Menakıp’da anlattığına göre Eğirdir’e gelişi kısaca şöyle olur.
Hızır Bey Hac’da bazı kerametlerini gördüğü Şeyhülislam Şeyh Berdai Sultan’a dedi ki:
“Sultanım... Bizim memleketimizde sizin gibi ilim irfan sahibi bilginlere ihtiyaç vardır. Eğirdir’e, bize buyurunuz. Memleketimizi ilminizle ihya ediniz.”
Hacı Hızır Beyin bu sözüne Şeyhülislam Berdai Sultan:
“Ya Hızır Bey..Bu gece düşe yatayım. İnşallah yarın size cevap veririm.” dedi.
Ertesi sabah Şeyhülislam Berdai Sultan, Hızır Beye :
“Ya Hızır Bey... Muradın oldu. Düşümde bize Eğirdir’de Yazla denilen yerde bir mekan verildi. Siz gidin. Bizim kalabileceğimiz bir yer yapın. Biz de memleketimize gidelim. Ailemizi, evlatlarımızı, dervişlerimizi alıp Eğirdir’e varalım.” dedi.
Şeyhülislam Berdai Sultan dört hanımı, bir kızı, on altı oğlu, otuz kadar dervişiyle Semerkand’dan yola çıktı.
Hoy çarşısında takke diken Mehmet Hoyi vaktiyle bir gece rüyasında Hazreti Peygamberi görmüş. Peygamber:
“Ya Mehmet...Benim yolumda giden soyumdan Şeyhülislam Berdai buraya gelip Anadolu'ya gidecektir. Gafil olma, onunla gidesin.” diye buyurmuş. Şeyhülislam Berdai Hoy’a geldiğinde ansızın Mehmet Hoyi’nin dükkanı önünde görünüp:
“Oğlum Mehmet... Emre uyarak bizi bul.” deyip geçip gitmiş. Mehmet Hoyi Şeyhülislam Berdai’nin kaldığı konak yerini bulmuş, onun elini öpmüş, ana babasına da haber vermiş. Onlar da Şeyhin huzuruna çıkıp gitmesini istemediklerinden oğulları Mehmet’i istemişler. Şeyhülislam Berdai Mehmet Hoyi’yi ana babasına teslim etmiş, onlar da alıp götürmüşlerdir. Sabahleyin kalktıklarında oğullarının evde olmadığını Şeyhin yanına gittiğini anlamışlar, tekrar getirip bukağı ve zincire vurmuşlar. Ama yine oğulları Mehmet’i yerinde bulamamışlar. Şeyhin yanına gittiklerinde O :
“Haktan böyle emrolunmuş. Bırakın bizimle gelsin. Bizden aldığı terbiyeyle alim bir kişi olacak. İzin verin.” diye buyurmuş, ana babası da Şeyhe güvenip rıza göstermişler.
Şöhretini duydukları Hacı Bayram Veli’yle görüşmek için Hoy’dan altı ayda Ankara’ya geldiler. Uzun uzun görüştükten sonra Şeyhülislam Berdai Hacı Bayran Veli ile vedalaşıp Eğirdir’e doğru yollarına devam ettiler. Avşar’a gölün kıyısına geldiklerinde Eğirdir’in güzelliğine uzaktan bakıp yeni vatanları Yazla’yı Şeyh Berdai uzaktan gösterip oğul, aile ve dervişlerine :
“İşte bizim toprağımız burada.”dedi.
Hacı Hızır Bey Şeyhülislam Şeyh Berdai’yi hürmetle karşıladı. Birkaç gün konağında misafir etti. Daha evvel hazırladığı Yazla’daki Zaviyesine yerleştirdi. Altı ay sonra da kızı Zeynep Hanımı Mehmet Hoyi ile evlendirdi.
Bir gün Şeyhülislam Şeyh Berdai dervişlerine:
“Bu gece rüyamda Hazreti Peygamberi gördüm. Bana: “ Oğul... Dünya cefasını bitir, bana gel.” diye buyurdular. Ben de “Allahın Peygamberine layık birşeyim yok. Nasıl varayım?” dedim. Peygamber de buyurdular ki: “Onaltı oğlun var. Hepsiyle konuş. Hangisi razı olursa onunla gel.” dediğini anlatınca dervişler feryad edip ağlamaya başladılar. Oğullarını toplayıp gördüğü rüyayı onlara da anlattı. “Benimle hanginiz gider ?” diye sordu. Hepsi de bir ağızdan “Hepimiz gideriz.” dediler. Baba ve on altı oğlu aynı günde ruhlarını teslim ettiler. Damadı Pir Mehmet Hoyi dervişlerle hepsinin kabirlerini hazırlattı. Namazlarını kılıp defnetti. Şeyhülislam Berdai’nin yerine Halife oldu.
Burada bir nokta insanı düşündürüyor. Baba ve on altı oğlunun aynı günde ölmesi acaba hepsinin Hazreti Peygamberi çok sevdiklerinden bir sempati intiharı yapmış olabilirler mi, sorusunu akla getiriyor.
Yaşlıların söylediğine göre Şeyhülislam Berdai’nin türbesindeki silsilenamesinde soyunun Hazreti Peygambere kadar uzandığı, 38. soydan nesli olduğu yazılıydı. 1900 lerde burayı ziyaret eden Isparta Tarihi yazarı Böcüzade Süleyman Sami bu silsilenameyi gördüğünü kitabında yazar. Türbenin bulunduğu yere de Mezar-ı Şerif denir.
1878 de doğan babaannem Kamile Hanım Şeyhülislam Şeyh Berdai Zaviyesinin son şeyhlerinden Şeyh Ahmet Efendi’nin kızıdır. Babaannemin sık sık söylediği sözleri hiç unutmam;
“Semerkandi, Buharayi
Sana kısmet olan lokma
Gelir arayi arayi... ”
Şeyhülislam Şeyh Berdai’nin birçok menkıbeleri vardır. Bunlardan biri şöyledir:
Şeyhülislam Berdai camiye giderken pek çok kimseyle karşılaştığı halde iki üç kişiye selam verirdi. Dervişlerinden biri merak edip neden başkalarına selam vermediğini sordu. Şeyhülislam Berdai Dervişin gözünü sıvazladı, Dergahtan dışarı gönderdi.
Derviş çarşıya varınca insanlardan kimini maymun, kimini domuz, kimini çakal, kimini tilki, kimini kurt, kimini köpek suretinde gördü. Yalnız Şeyh Berdai’nin selam verdiği kişileri insan suretinde gördü. Sonra Şeyhülislam Berdai’nin yanına vardığında “Efendim, bu işin hikmetini şimdi anladım.” dedi. Şeyhülislam Berdai Dervişin gözlerini sıvazlayarak eski haline getirdi.
Kızılcık (Eren) ağacına derler. (Erenin birinci e’si biraz uzun söylenir.) Söylentiye göre Şeytan “Hangi ağaç en erken çiçek açarsa o ağaç benim.” demiş. Şubat ortalarında çiçeklenen eren ağacının altına oturmuş. Yine söylenene göre eren ağacı meyvaya duruncaya kadar yedi kez çiçek açarmış. Şeytan umutla beklemiş.
Daha sonra çiçek açan ağaçlar meyvalarını vermişler, fakat eren ekime kadar ermemiş.
Karpuz kavun yenildikten sonra ağız yıkanmazsa bir süre sonra ağız uçlarında çatlaklar olur. Bu duruma “Şeytan gem vurmuş” denir.
1940 larda gezici dondurmacılardandı. İnce, zarif, kibar bir adamdı. “Baylara iki buçuk kuruş, bayanlara yüz para.” diye dondurma satardı.
Kırgız Manas destanında bir boyun adı ve kişi adı olarak geçer. Eğirdir’de de bir sülalenin adıdır.
Odaların kapısını açmak için kullanılan bir aletin damağı tutan demiri kaldıran bir alettir. “Şıkdüşen” de denir.
Yarım teneke ölçüsünde tahıl ve baklagilleri ölçen silindir bir ölçektir. Bir ölçü buğday yedi kg. gelir.
“Şo” kelimesi Eğirdir’de, görülen uzaktaki, anlamında kullanılan bir işaret sıfatıdır. Kültür dilimizde yoktur. Eğirdir’de şöyle kullanılır:
bu (adam) en yakındaki
şu (adam) biraz uzaktaki
şo (adam) görülen uzaktaki
o (adam) orda olmayan
Divanü-Lügat-it-Türk’de “Şo” sözcüğünü Bolkar Türklerinin kullandığını yazar.
Eğirdir’in ilk şöförleri Hacıkatiplerin Mehmet, Yakup Baskan, Otabatan’lardan Burhan ve Muhittin Dikmen, Allok bildiklerimdir.