YAĞLIK

 

    Büyük mendile denir. Çarşıda, kırda el yıkandığında, abdest alındığında kurulamaya kullanılır. Çalışırken ter alması için enseye de konur. Çarşıdan, pazardan alınan şeyler içine konulur, dört ucundan bağlanarak birçok şeyleri eve getirmek için de kullanılır.

 

 

YAĞRIK

 

    Karaağaç veya cevizden sert bir kütüktür. Üzerinde satırla et parçalanır, kıyma kıyılırdı.

 

 

YAKI

 

    Keten tohumu ezilir. Bir bez üstüne yayılarak ağrıyan yere konulur. Buna yakı yakmak denir.

 

 

YANGINLAR  

 

    Tarih içinde Eğirdir’de bilinen en önemli yangınlar şunlardır:

    Karamanoğlu Alaaddin Beyin 1360 larda savaş sonucu Eğirdir’i yakıp yıkması var ki bilinen en büyük yangın afeti budur.

    Timur’un 1403’te Eğirdir’i aldıktan sonra yaktığı, Tarihçi Hoca Mehmet Saadettin'in  Tacüt tevarih adlı eserinde yazılıdır.

    1814 Eylül ayında herkes bağlarda iken Çarşı dolaylarında çıkan bir yangın Hızır Bey camisi dahil Demirciler’e kadar geniş bir alan yanmıştır. Kale içi ve İnekdenizi sırtları kurtulmuştur.

    1900 yılı başlarında da Cami  mahallesinde 15 kadar evle Hacı Salih Efendi’nin konağı yanmıştır. Hacı Salih Efendi’nin evi bugünkü Belediye binası dolaylarında idi.

    2 Mayıs 1959 da Cami mahallesi yangını olmuş, Sekibağ evleri ondan sonra yapılmıştır.

   1972 de olan bir yangında Kale mahallesinin yarısı yanmıştır. Yazla’daki  Hankah dolaylarındaki evler de bu yangından sonra yapılmıştır. Şimdi o yöre “Yangın evleri” adıyla anılır.

 

 

YARMA

 

    Demiryolunun inişte, demirköprünün arkasındaki bölümdür. Medirebolluk koyuna bakar.

 

 

YAŞAR KAYNAK

 

    Yaşar Kaynak, İrfan Kaynak'ın kız kardeşi Abide Kaynak'ın oğludur. Kendisi Isparta'da ortaokulu bitirdikten sonra İzmir Atatürk Lisesi'ne gitmiştir. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi'nde eczacılık tasili almıştır. İstanbul Beyoğlu'ndaki Rebul Eczanesi'nde bir süre çalıştıktan sonra Eğirdir'de Kaynak Eczanesi'ni açmıştır. Bu Eğirdir'in ilk eczanesidir. Bu bilgiyi bize İrfan Kaynak'ın manevi kızı Nevin Sakarya'nın torunu Neslihan Sakarya vermiştir.

 

 

YAŞAR TÜRK

 

    1951 de Kore’ye savaş için gönderilen ilk kafilenin içinde olan bir hemşehrimizdi. Birleşmiş Milletler adına savaşırken şehit olmuştur. Kale mahallesinden Helvacılar soyundandır. Ankara’daki Kore Şehitleri Anıtında adı yazılıdır.

 

 

YAŞAR USTA

 

    Zamanın en iyi marangozlarındandı. Çok iyi  bir doğrama ustasıydı. Tahtanın dilinden anlardı. Büyük bir sabırla çalışır, tahtaya en güzel biçimi verirdi. Çalışırken: “Keserim tak eder, yüreğim Hak der.” sözü meşhurdu. 1960 larda öldü. Etem Kartal evinin doğramasını o yapmıştır.

 

 

YATGEBER EKMEĞİ

 

    Gece yarısından sonra yenen yemeklere denir. Herhalde tok mideyle uyunamayacağını, kabuslar görüleceğini hatırlatmak için olsa gerek.

     Yattığımızda büyüklerimizin ezberlettiği bir dua okurduk.

 

 Yattım Allah kaldır beni

 Sağıma soluma dönder beni

 Eğer gafil avlanırsam

 İman ile gönder beni

 

 Yattım sağıma

 Döndüm soluma

 Melekler şahit olsun

 Dinime imanıma...

    

 

 

YAZILI KANYON’DAKİ YAZI    

 

    Prof. Dr. Sencer Şahin tarafından dilimize çevrilen yazı şöyledir:

 “Ey yolcu... Yol hazırlığını yap, şunu bilerek yola koyul

  Hür kişi karakterinde hürlük olan kişidir.

  Kişi hürriyetinin ölçüsü kişinin kendi doğasında olandır.

  Hür kişi kararında içtenlikliyse

  Yüreğinde dürüstlüğü varsa o zaman asildir.

  Böyle yücelir hür kişi, hatalarıyla değil.

  Soydan gelen uydurma bir asaletten tat almaz O.

  Bilgelikte ise takdire şayandı ruhu.

  Söylemem gerekirse tanrısal bir varlık doğurdu onu.

  Keşke şimdi de bu mümkün olsa.

  Böylesine yararlı ve sevinç kaynağı bir insan

  Ünlü tüm kişiler arasında köle bir anadan dünyaya geldi.”

  Zira hür insanı yaratan ana baba değildir,

  İnsan oğluna tek ata olan Zeus’tur.

  Herkese beden güzelliğini, soy güzelliğini o verir.

  Kaderin varsa gerçek hürlük böyle olur.

  Yaradılışında köle olan insan kötü sözden sakınmaz,

  O hep aşırı gider, yüreğinde soysuzluk vardır.

  Ey yolcu... Epiktetos köle anadan doğmuştu ama

  Bir kartal gibi yüceydi herkesten.

 

 

YAZLA CAMİSİ

 

    Şeyhülislam Berdai ve soyunun türbelerinin bulunduğu camidir. Başlangıçta zaviye içinde bir mescit olarak yapılmıştır. Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa 1806 yılında bir minare yaptırıp yapıyı genişleterek cami haline getirmiştir. İçinde bir dolapta 100 kadar kitap olduğu, sonradan kaybolduğu Böcüzade Süleyman Sami’nin Isparta Tarihi kitabında yazar.

    Şimdi caminin üzerinde “ Burhanettin Camisi ” yazmaktadır. Caminin Şeyh Burhanettin’le ilgisi hakkında bir kaynağa rastlamadım.

 

 

YAZLA  

 

    Eğirdir’in bir mahallesidir. Yakın zamanda mahalle olmuştur. Yazlak, yazın oturulan yer anlamındadır. Zamanla sonundaki  “k” düşmüş, Yazla şekline dönmüştür. Kışlak’ın “kışla” , Tuzlak’ın  “tuzla” olduğu gibi.

    Yazla kelimesini yer adı olarak Akşehir dolaylarında, Manisa–Salihli dolaylarında rastladım.

 

 

YEL GİRMEK

 

    Vücudun bir yerinin değişik nedenlerle ağrıması. Şamanizmin kalıntısı bir söz. Şamanizm inancına göre hastalık insanın vücuduna rüzgarla girer.

 

 

YELLAFELİ

 

    Geçmiş zamanda Eğirdir’de yaşamış biri olsa gerek. Komşuları evine davet eder, ortadan kayboluverirmiş. Böyle anlamsız davrananlara “Yellafeli” sözü hâlâ kullanılır.

 

 

YELLİBELEN 

 

    Eğirdir’e tepeden bakan İnekdenizi’ndeki kayalığın dağla birleşen boynudur. Şimdi orada su deposu vardır. Eğirdir’deki mesire günlerini bildiren, tabiatı çok seven Nadire Hanım vasiyeti üzerine kendini bu çok güzel manzaralı yere gömdürmüştür.

 

 

YELPAZE

 

    Üç çatallı, saplı bir eğren dalı kalın kağıtlarla sarılır. Ortaya saplı, üçgen bir araç çıkar. Bu yelpazedir. Gavinne balıkları köz üzerinde pişerken yağdan sönen közü alevlendirmek için kullanılırdı.

 

 

YİĞİT

 

    Bilinen anlamı dışında yaşlı kadınlar kocalarına seslenmek için kullanırlar. Adını söylemezler, “Yiğit” diye hitap ederler.

 

 

YILANCI

 

    Barla’ya giderken Bedre koyunu geçtikten sonra sağ taraftaki yarların bulunduğu yere denir. 1949 yılında Bozanönü göl haline geldiğinde buradan bacak kalınlığında su çıkmıştı. Göl kuruduktan sonra buradan çıkan su da kurudu.

 

 

YILANKIRKAN SUYU  

 

    Eğirdir’e su veren Akpınar’daki pınarın adıdır. Su demir boruya alınmadan önce içi horasanla sıvanmış su arklarından gelirdi. Bu su yollarının kalıntıları Akpınar yolu başında ya da Kapılar mevkiinde dağın böğründe görülebilir. Bu konuda Şeyh Ali Ağa çok uğraşmıştır. 1811 yılında Güroluk suyunu, Kocapınar suyuyla birleştirmiş, Yılankırkan suyuna bağlamıştır. Şimdi kullanılmayan bazı çeşmelerin üzerindeki yazılar Yılanlıoğlu Ali Ağa ile ilgilidir. Yılankırkan’dan gelen sular, çeşme haznesine verilir, halk oradan içme suyunu karşılardı. Kale mahallesinde çeşme yoktu. Bu mahalle içme suyunu kuyulardan karşılardı.

 

 

YILANLI

 

     Kıpçak Türklerinden bir boy adıdır. Eğirdir'e yakın bir köy adıdır.

 

 

YILANLIOĞLU KOCA MUSA AĞA

 

    1770 yıllarında kayıt defterlerinde Eğirdir mütesellimi olarak görülmektedir. Şeyh Ali Ağa’nın babasıdır. Koca Musa Ağa’nın Eğirdir’de adının öne geçmesi şöyle olmuştur. Aslen Saruhan yürüklerinden olup yazı Eğirdir dolaylarında, kışı Aydın ovasında Abdurrahman Paşa’nın koruyuculuğunda geçiren Serikli aşireti, Camili yaylaya dadanıp Eğirdir ve çevresinde, vurgunculuk soygunculuk yaparlardı. O zamanlar pazar  Ardıçlar’daki Kervansaray dolaylarında kurulurdu. Amaç şehre giren çıkanları kontrol etmekti. Kapılar mevki’nin sebebi budur. Osmanlı yönetiminin zayıf zamanları olduğu için eşkiyalarla baş edemiyordu. Yine Kervansaray’da Pazar kurulduğu bir gün Serikli aşireti çapulcuları pazarı basıp soygun girişiminde bulunurlar. Bu sırada pazarda olan Yılanlılı Koca Musa Ağa: “Benim kumandamı kabul ederseniz, ben bunları defederim.” der. Eğirdirliler de “ Kabul ediyoruz.” derler. Ertesi pazar birleşip Kirazlıdere’de pusu kurarlar. Pazarda eşkiyalık yapan Serikli aşiret mensuplarının hepsini Pazar dönüşünde perişan ederler. Bu cesaret ve başarısından dolayı Eğirdirliler Koca Musa Ağa’ya yer verip kendilerini koruması için Eğirdir’ e yerleştirirler. Serikli aşireti de Aydın dolaylarına gitme zorunda kalır. Aydın valisi Abdurrahman Paşa’ya da şikâyette bulunurlar. Menfaati zarar gören Abdurrahman Paşa Padişaha şikâyet edip Musa Ağa’nın kaldırılması için ferman alır. Ispartalı Çelikzade’ye havale eder. O da Musa Ağa’yı ortadan kaldırmak için Eğirdir’e gelir. Bu durum karşısında Yılanlılı Koca Musa Ağa Eğirdir kalesine sığınır, sonra kaçar. Padişahın komutanları arasında nüfuzu olan Hadim Şeyhi’nin oğullarına sığınır. Onlar da Koca Musa Ağa’yı haklı bularak himayelerine alırlar. Hadim Şeyhi Çelik Paşazade’nin hocası olduğundan “ Musa Ağa’nın bir daha Eğirdir’e dönmemesi, hep Hadim’de kalması” şartıyla affını sağlar. Musa Ağa’nın ailesi de Hadim’e gider. Varlığını da oğlu Ali’ye bırakır. Hadim’de ölür. Orada iken Hacca gidip gelir. Ali’den başka Kör Hasan, Deli İsmail adlarında iki oğlu daha vardır. Eşkiyalık yaptıkları için başları kesilmiştir.

 

 

YILANLIOĞLU ŞEYH ALİ AĞA     

 

    1766 tarihinde Yılanlı köyünde doğmuştur. Kör Hasan, Deli İsmail adlarında iki kardeşi vardır. Ali, Koca Musa Ağa’nın küçük oğludur. Kardeşleri saldırı ve hırsızlık yaptıkları için zamanın yönetimince takip edilmiş, Manavgat dolaylarında 1783 yılında öldürülmüşlerdir. Sonra bu ailenin kara lekesini silmek için Yılanlıoğlu Ali gönüllü olarak eşkıya Tekelioğlu İbrahim’in yakalanmasına katılmış, yararlılıklar göstermiştir. Tekelioğlu çetesiyle beraber yokedilmiştir. Bu yararlılığından dolayı Padişah  1794 tarihli  bir  fermanla  şimdi  Kaymakamlık  diyebileceğimiz bir görevle Eğirdir’e atamıştır.

    Yılanlılı Şeyh Ali Ağa Eğirdir’in imarı için çok çalışmıştır. Akpınar suyunu düzene katmış, Eğirdir’e su getirmiştir. İptidai Mektep, Medrese ve Kütüphane yaptırmıştır. Akpınar’da bir mescit, Yılanlı köyünde bir cami, bir mescit, Yazla camisini büyütüp yeniden yaptırmıştır. Yazla’dan Köprübaşına kadar 199 adet çınar ağacı diktirmiştir. Bunlar için vakıflarda bulunmuştur. Sonradan çekemeyenler Şeyh Ali Ağa’ya düzen kurup padişaha şikayet edince III. Selim kardeşlerinin de geçmişini düşünerek idamına ferman çıkartmıştır. Fakat Şeyh Ali Ağa olayı sonunda kendi lehine çevirip yararlılıklarını padişaha anlatmak fırsatını bulunca 1806 da idam fermanı iptal edilip görevine geri dönmüştür. 1833 tarihinde 66 yaşında ölmüş, Yazla’daki Şeyhül-islam Berdai zaviyesinin mezarlığına gömülmüştür. Mezar taşı 1940 lara kadar yerindeydi. Ün dergisindeki bir yazıya göre Neşet Köseoğlu mezar taşındaki yazıları okumuştur. Mezar taşının birinde şiir, diğerinde adı yazılıdır.

 

     Ölünün diriden bir fatihadır minneti

     Kabrimi ziyaret eden ey Resullullah ümmeti

     Bize bir fatiha ihsan eden bulur cenneti

 

    Neşet  Köseoğlu , Tahir Erdem’le beraber  bu  mezarlıkta  Yılanlıoğullarına ait 30 mezar taşının yazısını bugünkü yazıya çevirmiştir. Şimdi mezarlık kalmamış, bir kısmı da arsa olmuştur. Mezar taşlarının çoğu kırılarak caminin bahçesinin duvarlarına konulmuş, oradaki tarih yokolmuştur.

    Yılanlıoğlu Ali Ağa Şeyhliğini, bir mescit durumunda olan Şeyhülislam Berdai zaviyesinin camisini büyütüp bir minare yaptırdıktan sonra bu zaviyeden almıştır. Vakıfnamelerinde de babası için “Seyyit Hasan Ağa” diye geçer.

    Akpınar’daki Yılankırkan suyunu başka pınarlarla birleştirerek Eğirdir’in suyunu düzene katmış, Kale mahallesi hariç her mahallede bir çeşme yaptırmıştır. Çeşmelerin iç alınlıklarına yerleştirilen yazılı taşta, “Sahibül hayrat velhasenat Dergahı Ali Serbavvabin Şeyh Ali Ağa” yazılıdır.

    Öğretmen Cemal Tosun’un araştırmalarına göre Şeyh Ali Ağa öldükten sonra Hamza  ve Hüseyin adlı iki oğlu sağ kalmış, Hamza çocuksuz ölmüştür. Hüseyin Bey öldüğü zaman iki kızı mirasçı olarak kalmıştır. Şimdi Eğirdir’de Ağalar adıyla anılan soyadları “Yılmaz” olan soy, bu soyun devamıdır. Hüseyin beyin diğer kızı Ispartalı Tahir Paşazadelerin gelini olmuştur.

    Şeyh Ali Ağa yalnız Eğirdir’de değil, çevresinde de hayırlı işler yapmıştır. Mirahor, İlama, Bedre, Barla’ya hamamlar yaptırmıştır. Bunların dışında 1800 lerde Eğirdir’e 23 odalı ve dükkanlı Hayriye hanını yaptırıp hayırlarına vakfetmiştir. Kaleönüne yaptırdığı adıyla anılan medreseden başka Pınarpazarı’na da herkes bağlarda iken öğrencilerin ders almaları için 15 hücreli ve dershaneli bir medrese de yaptırmıştır. Ayrıca kendi adıyla anılan kütüphaneyi yaptırıp 217 el yazması ya da basılı kitap koymuştur.

    Eğirdir’in kültür ve imarını Şeyh Ali Ağa kadar candan ve severek yapan başka kişi olmamıştır. Hatta diyebilirim ki Eğirdir’i ondan çok seven olmamıştır. Bugün mezarı bile korunamayan bu saygıdeğer kişiyi rahmetle anıyorum.

 

 

YILANLIOĞLU ŞEYH ALİ AĞA KÜTÜPHANESİ     

 

    Öğretmen Etem Kartal bu kütüphane hakkında Gölsesi Gazetesinde şu bilgileri verir.

     “Medrese odaları ahşap yapıldığı halde, Kütüphane yangına karşı kagir olarak çok sağlam ve biçimli yapılmıştı. Yerine Zafer ilkokulu binası yapılırken çok zor yıkıldı. Şekil itibariyle Baba Sultan Türbesine benziyordu. Yalnız üstü piramit değil, kubbe idi. Kubbenin üzeri de kurşunla kaplı idi. Pencereleri demir kapaklıydı. Kapısı Türk işlemeciliğinin harikalarındandı. Kitapça çok zengindi. O zamanın hemen hemen bütün kitapları tedarik edilerek kütüphaneye konmuştu. İçlerinde çok kıymetli kitaplar bulunuyordu. Kütüphane memurluğunu Şeyh Ali Ağa Medresesi müderrisi yapardı. 1925 yılına kadar kasabamız ve çevresine hizmette bulundu. Medreselerin kaldırılması üzerine kitaplar ilk mektebe taşındı. Mektebin bir köşesine gelişigüzel yığıldı. Bu sırada İstanbul’dan Eğirdir’e incelemeye gelen ilim adamlarından biri (Prof..İsmail Hakkı Uzunçarşılı) mektebe uğradığında Başmuallime: “Bunlar ne?” diye soruyor. Başmuallim: “Şeyh Ali Ağa Kütüphanesinden geldi. Hepsi de kıymetsiz kitaplar efendim.” diyor. Bu sözler üzerine kitapları karıştıran ilim adamı: “Muallim efendi, muallim efendi... Kıymetsiz dediğin bu kitaplar o kadar kıymetli eserler ki az bulunur. Bunların kıymetini bilin...” diyor. İşte  değerli bir bilim adamı tarafından belirtilen bu kitaplar sonra Isparta Halil Hamit Kütüphanesine götürülüyor. Halen o kitaplar Halil Hamit Kütüphanesinin bodrum katındadır.

    O zaman Yalvaç’taki Ali Rıza Kütüphanesinin kitapları da istendiği halde Yalvaçlılar vermediler. Böylece onlar kütüphanesizliğin acısını tatmadılar. Eğer ilgililer ikaz edip, Eğirdirliler de ayak diremiş olsaydı, şimdi Eğirdir’de Kütüphane hizmetini yerine getiriyor durumda olacaktı.

    Muhittin Baskan’ın verdiği bilgiye göre 1928 lerde Halil Hamit Paşa Kütüphanesinin görevlilerinden Yesarizade Ahmet Çevik Efendi ve Sabit Efendi bu kitapları otomobille Isparta’ya götürdüler. Yesarizade Ahmet Efendi Muhittin Baskan’ın dayısıdır. O zamanın Belediye Başkanı Bekir Ağa idi.

    Bu kütüphanede Osmanlı yıllıklarına da geçmiş, 217 elyazması ve basılmış kitap vardır. Bu kitapların tasnifi daha yapılmamıştır.

    Şeyh Ali Ağa Kütüphanesinin sütunları şimdi M.Y. Şapçı İlköğretim Okulu’nun arka bahçesinin batı çıkış kapısındadır.

 

 

YUKARI HAMAM

 

    Ağa mahallesindedir. Ne zaman yapıldığı konusunda bir kayda rastlamadım. 1960 larda terkedilmiştir. Günümüzde tamamen yıkılmıştır. Şimdi sahil yolunda durak olarak adı kalmıştır. 1990 lardan sonra yukarı hamam tamamen ortadan kaldırılarak yeri park haline getirildi.

 

 

YUMURTAŞ  

 

    Akpınar’a çıkarken Oluklacı tarafındaki birikinti konisinin düzlüğüdür. Bahar başlarında gidilen mesire yerlerindendi. Çalıların arasından top top menekşeler toplanır, öyle dönülürdü. Bir çeşit menekşe bayramı yaşanırdı. Şimdi o yere çam ağaçlarıyla ağaçlandırılmış, küçük bir koru haline gelmiştir.

    Karçınzade Süleyman Şükrü Seyahat-ı Kübra adlı eserinde, 1879 de Şubat ayında birdenbire bir heyelan olup Yumurtaş’ın altındaki büyük kabristanı kısmen kapladığı, Yılankırkan suyunun yolunun bozulduğu yazılıdır.

    Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa Eğirdir’e gelen Yılankırkan su yolunu ıslah ederken Yumurtaş’a bir parmak kadar su vermiştir. Biz onu çocukluğumuzda pınar sanırdık.

 

 

YUNUS EMRE

 

    Bir kaynakta Yunus emre ile ilgili olarak “Eğirdir geleneği” diye bir yazı vardır. Bilinmesi için buraya alıyorum.

    Yunus’un Eğirdir’de öldüğüne dair kaydı ilk bulan ve haber veren Prof. Dr. Ş. Tekindağ olmuştur. Önemli olması dolayısıyla olduğu gibi aşağı alıyorum.

    “15.asırda Eğirdir’de büyük bir tekkesi olan Seyit Şeyh Piri Mehmet Hoyi oğlu Şeyh Mehmet Çelebi Sultan, “Hızırname”sinde (1475) bir şiirinde şöyle yazar.

 

 Geldi erenler cem ile gösterdiler uçtan uca

 Tabdık Saru Saltık bile gösterdi hep uçtan uca

 Hem Yunus Emrem geldiler çün bir yere ilettiler

 Bir Akdeniz’e attılar gösterdi hep uçtan uca

 

 Aşık Beşe Tabdık Beşe hem geldi abdal da bile

 Hem Yunus Emre de bile bir gine görsem yüzlerin

 

    Beyitlerinde olduğu gibi bunun Seyyit Şeyh Burhanettin’in Menakıb’inde de Yunus Emre’nin Eğirdir’de öldüğüne dair kayıtlar vardır. Önemli olan bu kaydı aynen naklediyorum.

    “Ona Şeyh Yunus derler idi. Bir miktar dini, ahlaki, her türlü kayıttan uzaktı. Ehli sünnet harici olmakla Dervişler onu kabul eylememişler idi.”

    Bu kayıt gerçekten önemlidir. Seyyit Burhanettin eserini ne zaman yazmıştır ? Bunun bilinmesi gerçeği biraz daha aydınlatır. Sayın Tekindağ bu konuda daha çok bilgi vermiyorlar. Yunus Emre’nin ölümü kesin olarak 14. yüzyılın birinci yarısında olduğuna ve Seyyit Burhanettin’in 16.yüzyılda sağ olduğuna göre Yunus Emre’yi görmesi olamaz. O halde başka bir Yunus söz konusudur.”

    Bu sözleri inceleme yaparken  edindiğim bilgilere göre değerlendirmek istiyorum. Şeyh Mehmet Çelebi Sultan’ın ölümünden sonra oğlu olmadığı için Şeyhlik makamı boş kalmasın diye Halvetiye tarikatından Yunus adında birini Şeyh yaptılar. Şeyh Yunus eski adetleri kaldırdı. Dervişler de bundan memnun olmadılar. Bir gün Şeyh Yunus yatakta ölü bulundu. Bu Yunus adındaki şeyhle, Yunus Emre karıştırılmış olabilir.

 

 

YUVGA TAŞI  

 

    Eskiden Eğirdir’de hayli toprak damlı ev vardı. Yağmurlu zamanlarda toprağı sıkıştırmak için küçük silindir şeklinde bir taş kullanılırdı. Bu taş, bir aletle düzenli bir şekilde yuvarlanır, toprak sıkıştırılır, su aşağı sızmaz.