ECE MEHMET

 

    1915lerde ölmüş bir divanedir. Ece kelimesi çok güzel anlamında kullanılır. Ece Mehmet hakkında şöyle bir hikâye vardır.

    “Zamanın zengini Ağalar’a varır. Ağalar’ın binmeye  kıyamadıkları bir atı vardır, onu ister. “Dur bakalım, ne yapacak ?” diye atı Ece Mehmet’e verirler. Ece Mehmet ata biner, eline bir değnek alır, kale kapısı minare arasında at ağzından köpükler saçana kadar dört nala gider gelir. Sonra atı Ağalar’a “Al ağam atını. Gavuru kırdım geldim.” der, verir. Ağa da atı alır, ahırına bağlatır. Savaş sonrası Ağalar’a bir misafir gelir. Sulamak için dışarı çıkarılan atı görür, tanır. “Biz savaşırken zor duruma düştük. Bu at üstünde eli kılıçlı bir adam çıkageldi, her yere yetişerek bizi bozgundan kurtardı.” der. Ağa da: “O adamı görsen tanır mısın?” diye sorar. Adam da “Tanırım.” der. Beş altı uşağın arasına Ece Mehmet’i de koyup gösterirler. Adam “İşte bu idi.” diye Ece Mehmet’i gösterir.

    Bazı söylencelere göre mezarı Kemik Hastanesinin Kapılar yönündeki kapısının girişi solundadır. 1940 larda orada ağaçlar vardı. “Kesenin tahrası kırılır, eli bacağı kesilir.” derlerdi.

 

 

EDEBİYATTA EĞİRDİR 

 

    Gazete ve dergilerde Eğirdir ile ilgili pek çok yazı yazılmıştır. Ben burada yalnız önemli edebiyat kişilerinin yazılarından birkaç örnek vereceğim.

    Bizim Akdeniz adlı kitabında Falih Rıfkı Atay Eğirdir’i şöyle anlatır; “Davraz dağının eteklerinden Eğirdir bir yarı hayal gibi görünür. Göl bir boğazla ikiye ayrılmıştır. Kasabanın  ucundaki biri büyük, biri ufak iki ada Eğirdir gölüne güzel Türkiye koleksiyonundan eksilmeyecek olan müstesna bir manzara değeri vermektedir.

    Eğirdir kasabası bunun ucuna yapılmış olan eski kalenin içinde ve kenarındadır. Evler sanki bir sürgün avından kaçışıyor gibi üst üste, boğazlaşarak gölün burun noktasına yapışmışlardır. Su görmek için kasabadan çıkmak lazım geliyor.

    Halbuki Eğirdir’in bağları, gölün bittiği yerlerden dağlar arasına doğru sokulan sahildedir. Eğirdir bu sahilden göl ve nehrin birleştiği noktayı kasabaya doğru dolaşan ferah ve boş kıyılarda büyüyecektir. Yeni hükümet konağının burada seçilecek bir yere yapılması doğru olur.  Su geniş bir yol ile mahallelerden ayrılıp serbest bırakılmalıdır. Eğirdir’in Antalya  ve hinterlandı  mıntıkasının her zaman için en iyi gezinti yerlerinden biri olacağına şüphe yoktur.

    Nehir başına kurulan ağ sepetlerinin içinde balık avlandığını seyretmek bir İstanbulluya ne kadar garip geliyor. Burada balık, bir kara mahsulünü hatırlatıyor.

    Dağlarla çevrilen göllerden pek azı, Eğirdir suyu kadar güzel olabilir. Kalesinin havasında, hâlâ derebeyi masalları ürperiyor.

    Buralar saadetin kolay olduğu yerlerdir. Karlı dağların arkasındaki tuzlu istepi düşününüz. Orada  halk  ekmeğini topraktan tırnakla söküyor.”

    Yazar İsmail Habip Sevük de Eğirdir Gölünü şöyle anlatır;

    “Isparta’dan kalkan otomobilimiz on beş, yirmi dakika geçince Eğirdir’e ayrı bir kol halinde uzatılmış tren yolunu aşarak, rayların bazan sağına, bazan soluna atlayıp nihayet bir saat sonra Miskinler Yokuşu’nu tırmanmaya başladı. Göl ilkönce o yokuşun üst noktasından görülürmüş. Tam tepeye varınca şoför arabayı durdurdu. İndik. Gölü birdenbire göreyim diye birkaç saniyedir gözlerimi kapamıştım. Apansız açılan gözlerim apansız görülen manzaradan kamaşır gibi oldu. Görülen şey gözün adesesine sığmayacak kadar coşkundu. Burada gerçek hayalden çok geniş ve umulandan çok yüksek.

    Altımızda gömgök bir deniz parçası arzın böğrüne oyulmuş gibi duruyor. Bir kuyu gibi derin bir havuz gibi aydınlık. Bu kadar koyu gök rengini bütün ömrümde görmedim. Yüksek, beyaz tepeli, yeşil gövdeli dağlar bu gölü haşmetli bir kuyu çemberi gibi kucaklamışlar. Maviyle yeşilin kaynaşmasından doğan kamaştırıcı acayip bir renk, büyülü bir hazine gibi gözlerinizin  önüne seriliyor.

    Gölün sağında iki ada. Biri büyük, Nis adası. Diğeri küçük, Canada. Biri ana gibi, diğeri yavru gibi. İkisi de gömgök bir zemin üstüne bırakılmış. Düzgün biçimli yemyeşil birer çini levhası. Sanki tabiatın bir manzarası değil, çini renklerinin harikulade kaynaşmasını yaratan eski Türk sanatkarının eşsiz bir eserine bakıyorum. Ne diyeyim... Ne diyeyim... İkisi de dengi olmayan birer hulya mesiresi.”

     Halide Edip Adıvar, "Türkün Ateşle İmtihanı" adlı kitabında, Mina Urgan da hatıralarını yazdığı kitapta Eğirdir'den bahseder.

 

EDİK

 

    Evde giyilen önü kapalı ve ponponu olan, deriden yapılan, altı kösele bir çeşit terliktir. Eğirdir’de en çok Manaklar yapar ve satardı.

 

 

EFLATUN DEDE

 

    Yeşilada’da  Musluhiddin  Dedenin batısında olup, tarihi kaynaklarda hiç kaydına rastlanmamıştır. 1980 lerden sonra oraya bir küçük türbe yapılmıştır. Hakkında da herhangi bir rivayete rastlanmadı.

 

 

EĞERİM BELİ  

 

    Eğerim yolu eskiden Mahmatlar üst düzlüğünden gider, Eğerim üzerinden iner, Gelendost’a ulaşırdı. Bugün bile Eğerim üstünden göl kıyısına inen yol kalıntıları bellidir. Eğerim bu yolun göle en dik inen yeridir. Geçmişte eşkiyalardan  altınını saklamak için eğerinin içine koyan zengin bir kişinin atı ürküp buradan göle düşmüş. Atı ölmüş, derin sularda da eğeri bulunamamış. Adam: ”Atıma acımam amma, eğerim de eğerim..” demiş. Buranın adı  ondan öyle kalmış derler. ”Eğrim” den böyle bir kelime üretilse gerek. Yerin coğrafi özelliği de durumu gösteriyor.

    Halk gölün en derin yerinin bu civarda olduğunu söyler.

 

EĞİRDİR ALACASI

 

    Eğirdir’deki dokuma tezgâhlarında dokunan bir bez olup zamanında Isparta’dan Konya’ya, İstanbul’a kadar aranan bir tür bezdi. Daha çok Nis’te dokunurdu.

 

 

EĞİRDİR BOĞASSI VE BOYAHANE

 

    Eğirdir dokumada gelişme gösterdiği için boyahaneler de vardı. 1568de 1600 akçelık vergi vermiş. Eğirdir ince pamuklu dokumada ileri gitmişti. Bu dokumalara “Eğirdir boğassı” denirdi. İstanbul başta olmak üzere Tuna iskelelerine, Karadenizden Lehistan, Erdel, Macaristan’a kadar satılırdı. Boğassı ve bürüncekler dışa satıldığı için Bursa’da boyanırdı. Nitelikli, özellikli, damgalıydı. Tüccar damgasını vurur, vergisini öderdi.

 

 

EĞİRDİR  VE  ÇEVRESİ  YARDIM  DERNEĞİ

 

    1947 yılında Eğirdir ve Barla'lı hemşerilerin kurduğu bir dernektir. İlk yılı dört öğrenciye burs vermiştir. Üçüncü yıl da Ankara Atpazarı'nda kırk kişilik bir yurt açmıştır. Sonra Barlalılar ayrı bir dernek kurmuş, dernek "Eğirdir Turizm ve Kalkınma Derneği" olarak günümüze kadar gelmiştir. Halen onun üzerinde öğrenciye burs vermektedir. Fotoğrafta kurucuları görüyorsunuz. 

 

 

EĞİRDİR DEFİNESİ

 

    Şu anda Isparta müzesindedir. 1970 lerde Kanlı Çınar’ın karşısındaki  otel yıkılıp bugünkü Belediye işhanını yapmak için hafriyat yapılırken ortaya çıktı. Hafriyat Tersikbaşı göl kıyısına döküldü. Yorgancıoğullarından bir kişi göle abdest almaya giderken ayağına bir ibriğin ülüğü takılır. Bakır olduğunu anlayınca çıkarır. Ağır olduğu için içini merak eder. Biraz uğraşınca altın paralar dökülür. Savcılık durumu öğrenir, en yakın Burdur müzesine verir. Isparta müzesi yapıldıktan sonra şimdiki yerine konur. Şimdi orada “Eğirdir definesi” adıyla sergilenmektedir.

     Altın paralar Osmanlı dönemine aittir. 374 adettir. Burdur Müzesi'nden Isparta Müzesi'ne devir tarihi 1989 dur. Sikkeler II. Ahmet (1691-1695), II. Mustafa (1695-1703), III. Ahmet (1703-1730) devrine aittir. Mısır'da basılmıştır.

    Definenin bulunduğu yerin kâgir bedesten olduğu, 1925 lerden sonra otel ve mağazalar yapıldığı, 1932 de basılan Isparta Vilayeti İdare Coğrafyası kitabında yazar.

    Geçmişte buraya Pamukhanı da denirdi.

 

 

EĞİRDİR GÖLÜ MERAKİBİ BAHRİYESİ

 

    Kurtuluş savaşı  başlangıcında  Eğirdir istasyon ile Avşar-Hüyük arasında ulaşım yapmak için motor ve mavnalar getirildi. Bu işler bir Binbaşının kumandasında yürütüldü. Bu taşıt araçları bilhassa Büyük Taarruz’dan önce cephe gerisinde asker ve araç taşıdılar. İstasyon altından Hüyük’e, ordan da Akşehir’e ulaşılıyordu. Bu askeri taşımanın Eğirdir gölündeki ulaşım bölümüne “Eğirdir Gölü Merakibi Bahriyesi” denildi. Sözler “Eğirdir Gölünde yapılan tekne taşımacılığı” anlamı taşıyor. O günleri yaşayan Öğretmen Etem Kartal bu olayı ve sonunu şöyle anlatıyor:

    “Savaştan sonra bu motor ve mavnalar Eğirdir Maliyesine devredildi. Binbaşı ile askerleri İzmir Bahriyesi Kumandanlığı emrine verildi. O zamanlar daha İzmir-Eğirdir demiryolu bir İngiliz şirketinin elindeydi. Şirket Merakibi Bahriye’yi almak istedi. Hükümet  doğru  bulmadığından Kaymakamlık Eğirdir Belediyesinin almasını istedi. Nedense Belediye almadı. Kaymakam Orhan Sami Bey “Eğirdir İhtiyat Zabitan Yardımlaşma Cemiyeti”ne verdi. Cemiyet Merakibi Bahriye’yi aldıktan sonra başına iki bekçi koydu, istasyon altındaki körfeze demirledi. Göl kenarında bir fener vardı. Demiryolu oraya kadar uzardı. İstasyon memuru Sabri bey, nasılsa Cemiyet idare heyetinden Hatipoğlu Rifat Efendi ile fenerin kendilerine ait olduğu konusunda tartışıyor. Hatipoğlu Rifat Efendi istasyon memuruna: ”Sen İngilizlere satılmışsın.” diyor. İstasyon memuru Sabri Bey de “Sen yarın görürsün, motorun yerinde yeller eser.” diyor. O sırada bekçiler Kayyumoğlu İrfan (Kaynak), Yaşaroğlu Süleyman (Dayım) idi.  Yaşaroğlu Süleyman  Eğirdir’e gelince Kayyumoğlu İrfan da istasyondaki memurların davetine icabet ediyor ve gece motorun ahşap kısmı delinerek batırılıyor. Sabahleyin istasyonda kavas olan Veziroğlu Tevfik, Cemiyet azasından Müftüoğlu Tahsin Efendiye motorun battığını söylüyor.Tahsin Efendi Cemiyet azalarına haber veriyor... Motorun yanına geliyor, bekçilere soruluyor. Yaşaroğlu Süleyman  “Ben o gece ekmek almaya gittim. İrfan ağabeyim bekleyecekti.” diyor. İrfan da “Ben de istasyondaki memurların yanına gitmiş idim.” cevabını veriyor. Savcılığa müracaat ediliyor. Tetkik neticesinde suçlu meydana çıkarılamıyor. Cemiyet tarafından durum Atatürk’e arzediliyor. Atatürk Deniz Kumandanı Sadullah Beyi Eğirdir’e gönderiyor. Durum imkansız görülerek motorun çıkarılmasından vazgeçiliyor.

    Daha sonraları Yeşiladalı Hafız Kamil Sirketi, Cemiyete müracaat ederek batık motoru satın alıyorlar. Fakat onlar da çıkarmaya muvaffak olamıyorlar. Bu motor 1980 lerde çıkarıldı. Bazı aletleri hatıra olarak Dağ ve Komando Okulunda saklanmaktadır.

 

EĞİRDİR GÖLÜNÜN ÇOK ÖZEL BİR BALIĞI

   

   Ord. Prof. Dr.C.Kosswig 1952 de Eğirdir gölüyle ilgili raporunda çok özel bir balıktan bahsetmektedir. O bölümü olduğu gibi alıyorum.

    “Bir nevi Beyşehir ve Eğirdir göllerinin  sakladıkları  muammalardan biridir. Bu balığın koleksiyonumuzdaki numunesi 40 cm boyundadır. Her  iki  gölde de  o kadar nadir olmalı ki ne halk arasında adı vardır, ne de balıkçılar böyle bir balıktan haberlidir. Böylece bu balığın Latince ismini vermekle yetinelim. “Schizothorox prophylakx”... İlk bakışta sıraza benzeyen bu balık cinsi aslında tamamıyla Asya'nın göl ve nehirlerine aittir. Bilhassa Keşmir ve Afganistan’da yaşayan bir genusun yakın doğuda ve küçük Asya'da tek temsilcisidir. Maalesef şimdiye kadar yaşayışı hakkında Beyşehir gölünden bir, Eğirdir gölünden bir tane rastlanmıştır.”  

 

EĞİRDİR KEBABI 

 

    Pınarpazarı süresince orada bulunan fırınlarda yapılır. Günümüzde kurallara pek uyulmadan yapılıp yeniyor ama nefaseti yok. Geçmişte kebap şöyle yapılırdı;

    Kebap olacak etler için davarlar önceden kesilir, kazanda alaçakır kaynatılır, ondan sonra fırına konulurdu. Fırında  da isi olmadığı için asma kütüğü yani omca yakılırdı. Böyle pişince kebap hem yumuşak hem pişkin ve nefis olurdu. Şimdi sabah kesilen eti kebap fırınının çengeline takıyorlar. Yakacak konusunda da titizlik göstermiyorlar.

 

 

EĞİRDİR SOKAĞI

 

    Ankara Keçiören Şevkat mahallesinde “Eğirdir Sokak” adında bir sokak vardır.

 

 

EĞİRDİR ZEYBEĞİ

 

    Oyun Ege zeybeğinden izler taşır. Sözü şöyledir;

  

 Ördek suya dal da gel

 Yardan selam al da gel

 Eğer yarim gelmezse

 Tut kolundan al da gel

 

 Karanfilim boynuna

 Yanıyorum uğruna

 Malım mülküm erittim

 Nazlı yarin uğruna

 

 

EĞİRDİR’LE İLGİLİ ÖZEL NOTLAR   

 

 

 

EĞİRLER KÖYÜ

 

    Eğirdirliler köyü demek. Beyşehir’in bir köyüdür. Dediklerine göre gölün yükselmesi sonucu bulundukları yeri terk  ederek gelip buraya yerleşmişlerdir. 1650 lerde gölde bir yükselme olmuş, kıyılardan başka yerlere göçler de olmuştur. Bu göçlerde halkın bir kısmı Avşar Yenice köyüne de yerleşmiştir.

    Madenli (Kötürnek) köyü yakınlarında da bir "Eğirler" köyü vardır.

 

 

EĞRİKAPI

 

    Aslında "Eğirdirliler kapısı" dır. İstanbul fethedildikten sonra, Eğirdir'den İstanbul'a göç ettirilenlerin yerleştirildiği yerdir. Eğirdirliler kapısı zamanla kısalmış, Eğrikapı olmuştur. İstanbul'da, Topkapı'ya yakın bir yerdedir.

 

 

EHRİMEN

 

    Çok iri, dev gibi adam anlamında kullanılır. İran kültüründe “Ahrimen” şeytan demektir. Demek ki oralardan geçip gelirken İran kültürü bizi de etkilemiş. Eğirdir’de iri adamlara “Ehrimen gibi” derler.

 

 

EKSERİ ÇİVİSİ

 

    Ahşap bina yapılırken kalın özleri, direkleri mertekleri tutturmak için çakılan, demircilerin elde yaptığı dört köşeli ucu sivri çivi.

 

 

EKŞİ DALDIRAN

 

    “Limon otu” da derler. Boğazova’nın nemli köşelerinde olur. Ovcalandığında limon gibi kokar, ferahlık verir.

 

 

EKŞİLEME

 

    “Papaz yahnisi” de derler. Bol soğan, salça ve  yağla  öldürüldükten sonra balık ve sirke konularak orta ateşte uzun süre pişirilir. Etin pişkin olması, sakızlaşması tadını artırır. Sirke yerine limon da konulur.

 

 

ELİKEPÇELİ  

 

    Akpınar yolu başındaki Kapılar mevkiinin göl tarafına düşerdi. Basit dilme, tahtalarla çevrilmişti. Yol genişletmek için çavlanları aldıkça sık sık heyelan olması sonucu makamı kayboldu. Çocukluğumuzda ailemizde düğün olacağı zaman elimize küçük bir torbada bulgur verirler, oraya gönderirlerdi. ”Elikepçeli dede, kepçenle, bereketinle sen de bizim düğünümüze gel..” der, sonra “Bulguru kurtlar kuşlar yesin, bu da onların hakkı..” deyip küçük torbadaki bulguru oraya savururduk.

    Anlatılan rivayete göre İslam ordusu Eğirdir’i almak için savaşırken bozgunluk göstermiş. Bu durumu gören Elikepçeli denen ordu aşçı neferi, eline kepçesini alıp onu bir savaş aleti gibi kullanmış, askere moral vermiş, düşmanın yenilmesine yardımcı olmuş. Ama şehit de olmuş. Sonra şehit olduğu yere gömülmüş.

    Olayın ne zaman olduğu konusunda bir tarih, kesin bir belge yoktur. Olay 1596 da yapılan Eğri seferi içinde olan Haçova savaşını hatırlatıyor. Orda da Osmanlı padişahı III.Mehmet’i çadırına kadar yaklaşan düşmanın elinden ordu aşçıları kurtarmıştı. Benzerliği düşünmeye değer.

    Karçınzade Süleyman Şükrü Seyahat-ı Kübra adlı eserinde Elikepçeli için şöyle yazar;

    “Eğirdir’de yatan velilerden en eskisi olan bu zat, Emevi halifeleri devrinde yani  69 Hicri senesinde  Eğirdir  muhasaraya alındığında mutfak yeri olduğu yermiş. Dağdan taşları düşman yuvarlayınca ata atlayıp cesaret vermek istemiş, şehit olmuş. Oraya gömülmüş.”

 

ELLİKILLI

 

    Çocukları korkutmak için söylenen sanal bir öcü.

 

 

ENDEKİ

 

    Öyle, onun gibi, o şekilde anlamlarında kullanılır. Orhun yazıtlarında  “Andağ”  diye geçer. Yunus Emre bir şiirinde de aynı kelimeyi kullanır.

 

Yoktur arada terceman, andağı iş bana beyan

Oldur bana veren lisan, ol deniz ve umman benem

 

 

EPİFANOS

 

    Büyük bir ihtimalle Yeşilada’daki en eski kilisenin baş rahibidir. 787 de İkinci İznik Meclisi’ne katılmıştır. Bu toplantı İncil üzerine yapılan bir toplantıdır. Katılanların kaydında “Epiphanos: Limnai’de Hazreti Meryem Manastırında baş rahip” notu vardır.

 

 

EREZ

 

    Latince ismi “Vimba vimba”. Geniş yapılı, en büyüğü 250 gr kadar olan iri gümüş pullu bir balıktı. Oltaya yakalandığında ağzı çabuk yırtılırdı. Eti yumuşaktı. Salamurası yapılırdı. Bol havyarlı olduğu için puluyla sac üzerinde pişirilip yenirdi. Küçüğüne “Gıldır erez”, büyüğüne “Bapuç erez” derlerdi. Sudak balığının atılmasından sonra bir kiloya yakın erezler görüldü. 1980 den sonra hemen hemen rastlanmadı. Yassılığından dolayı “Tahta erez” de denirdi.

 

 

ERİK ÇEŞİTLERİ

 

    Eski erik adları şunlardı: Börek eriği, Zerdali eriği, Küpeli erik, Hamıtatlı, Hırsızçalmaz, İstanbul eriği, Eterik, Üzüm eriği, Canerik.

 

 

ERTOKUŞ BEY

 

    Anadolu  Selçukluların  önemli  devlet  adamı  ve kumandanlarındandır. Isparta ve Antalya yöresinin Selçuklu devletine katılmasında önemli görevler almıştır. Bu görevleri yaparken Atabey’deki medreseyi 1224 te, Konya  yolu üzerinde göl kıyısındaki adıyla anılan kervansarayı da 1223 te yaptırmıştır. Türbesi Atabey’dedir. Sivas, Erzurum taraflarında da bulunmuştur. Oralarda da eserleri vardır.

 

 

ERTOKUŞ KERVANSARAYI  

 

   Eğirdir’den Gelendost tarafına giderken 25 km kadar solda göl tarafında, anayoldan 300 m kadar içerde bir han vardır. Bu Ertokuş Kervansarayı’dır. Bu yöreye verilen addan dolayı Dadıl Kervansarayı  da derler. Selçuklu mimarisinin ilk örneklerinden kabul edilir. Konya, Beyşehir, Karaağaç, Eğirdir, Isparta, Ağlasun, Bucak, Kırkgöz, Antalya tarihi kervan yolu üzerindedir. Yapımı 1223 tür. Yaptıranı Atabey’de türbesi ve medresesi  olan Mübarezüddin Ertokuş Bey’dir. Atabey medresesinin vakfıdır.

    2010 yılında çok güzel bir restorasyon yapılmıştır.

ESKİHİSAR

   Eğirdir'e giriş Akpınar yolunun ayrıldığı yöredeki kapı'lardan başlar.- Halen fay yüzeyinde sur kalıntısı vardır. - Eskihisar kapısından şehire girilir. Eskihisar Yellibelen'den başlayıp Kesiktaş üzerinden göle iner. Göle inen yerin adı bugün Demirkapı Mahallesi diye geçer. İhtimal hisar kapısından bu ad gelmektedir. Yellibelen altındaki İrfan Kaynak İlköğretim Okulu Eskihisar mezarlığı üzerine yapılmıştır. Kesiktaş'ın altıyla beraber bir dehlizin göle kadar uzandığı söylenir.

 

ESKİ ELMA ADLARI  

 

    Boğazova’da bugünkü starking, golden kültürü gelişmeden yerli elmalarımız vardı. Adlarını tespit edebildiğim şunlardır;

    Gelin yanağı, Harman elması, Kuyubaşı elması, Antalya elması, Saatçi elması, Kaylan elması, Demir elma, Ferik elma. 

 

ESKİ KURBAN BAYRAMLARI

 

    Öğretmen  Etem Kartal 1900 başlarında Kurban Bayramlarını şöyle anlatır;

    “Kurban Bayramına on gün kala ihtiyarlar oruç tutmaya başlardı. Bayram günü kurbanlar kesilinceye kadar bir şey yemezlerdi. Bu şekilde hareket edip kurbanın böbreğiyle iftar edince bir gün oruç tutmuş olurlardı. Bazı kimseler uzun zaman kurbanlık koyunları beslerler, üzerlerini boyar ve süslerlerdi. Geri kalan  halk  bayramdan birkaç gün önce ya da arife günü kurbanlıklarını alırlardı. Bu arada bazı kişiler kurbanlıklarını meydanlarda dövüştürürlerdi. Her yer rengarenk kurbanlıklarla dolardı.

    Bayram günü sabahın erken saatlerinde camiler bayram namazı kılmaya gelen halkla dolardı. Namaz kılınıp bitince camiden çıkarlarken üç defa top atılırdı. Sonra Zaptiyeler cami kapısında sıralanırlar, sivil paşalık rütbesi bulunan Ağalar Redif taburu kumandanı bir Binbaşıyı kılıçlarını çekerek selamlarlardı. Merasimden sonra herkes evlerine dağılırdı. Kurbanlar kesilip karınlar doyurulunca halk ziyaret edilecek yerlere gitmeğe başlardı.

    Kasabanın tanınmış kimseleri  birer oda açarlardı. Her mahallede birkaç oda açık bulunurdu. Odalar dört gün açık kalırdı. Gelen ziyaretçilere vermek için bayramdan birkaç gün önce oda açanlar bir okkadan fazla kahve alır, dibeklerde döverlerdi. Odalarda ziyarete gelenlere kahve ve sigara ikram edilirdi. Ev sahibi tarafından yakınlarına yemek ziyafetleri de verilirdi. Ağalar Zaptiyelere ve Şube askerlerine, gelen misafirlere yemek yedirirlerdi.”

 

EŞEK BAĞLAMAK

 

    Perşembe günü pazara gelen köylülere eşeklerini bağlayacak yer bulmak sorun olurdu. Çarşı civarında elverişli bahçesi, yeri olanlar, bir ücret karşılığı eşekleri bağlarlardı. Bugünkü otomobil parklarının öncesi, bu çeşit eşek parkları sayılır herhalde. Eşek bağlayıcılar pazar yerinde dolanır, müşteriyi bulunca eşeği alır, evine götürürdü. Köylünün pazarda işi bitince öğleden sonra ücretini öder, eşeğini alır giderdi. Köylüler Eğirdir'e pazara gelirken genelde eşek üzerinde yünden tengirekle ip yaparlar, çorap örerlerdi.

    Eşek bağlamanın da bir yöntemi vardır. Yularını kısa, sağlam bağlamak gerekir. Yoksa haşarı eşekleri, hergeleleri zaptetmek kolay olmaz. Birbirlerine attıkları çifteyle, anırmayla ortalık savaş alanına döner.

 

 

ET MET

 

     Çelik çomak oyununun Eğirdir’deki adıdır.

 

 

ETEM KARTAL  

 

     Etem Kartal’ın kendi ağzından özgeçmişi şöyledir;

    “28 Şubat 1893 te Eğirdir Seydim mahallesinde doğdum. Mesih Paşa mahalle okulundan sonra Rüştiyeyi en iyi derece ile bitirdim, Dündar Bey Medresesine kaydoldum. Medresede çeşitli derslerin yanında Arapça, Farsça tahsil ettim. Medreseden mezun olunca 1910 yılında Isparta Öğretmen okuluna girdim. 1913 yılında birincilikle mezun olup öğretmenliğe atandım.

    I. Dünya Savaşı çıkınca yedek subay olarak İstanbul Harp Okulunda askeri eğitim gördükten sonra Çanakkale 6. Kolordu 59. Alay 2. Tabur 2. Bölük I. Takım Ağır Makineli Tüfek Komutanı oldum. Saros Körfezi, Sazlıdere, Gelibolu, Evreşe cephelerinde çarpıştım. Savaş bitince birliğimiz Edirne’ye, sonra Romanya cephesine sevkedildi. Burada  Ruslarla  savaşırken Toprakhisar’da yaralandım, sağlığımı kazanınca tekrar cepheye döndüm. 1917 Rus ihtilaliyle Ruslar savaştan çekilince birliğimiz İstanbul’a nakledildi. Savaşlarda gösterdiğim başarılardan dolayı Savaş Madalyası ile taltif edilerek teğmenliğe yükseltildim. Yine başarılarım gerekçe gösterilerek Donanma Madalyası ile taltif edildim. 1918 yılı başlarında Aydın 21.kolordu emrine verildim. Mondros Mütarekesiyle terhis olup Eğirdir’e döndüm.

    Eğirdir’de Mithatpaşa İlkokulu Öğretmenliğine atandım. Aynı yıl Eğirdir’in tanınmış ailelerinden, Vezirler Sülalesinden Müderris, Kafkas Savaşları şehitlerinden Süleyman Nuri Efendi’nin kızı Dudu hanımla evlendim. (Dudu Hanım Halam olur.)

    Yunanlılar İzmir’e çıkınca Eğirdir’de Kuvay-ı Milliye Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Eli silah tutanların Yunanlılarla savaşmak üzere İzmir taraflarına gönderilmesine karar verildi.

    Birçok Türk evladı gibi kayınbiraderim Veziroğlu Rıza Efendi (Babam) Süvari Başçavuşu olarak yüz kadar süvari ile Ege kıyılarında savaşırken ben de Nazilli’de kurulan Heyet-i Merkeziye emrine makinalı tüfek komutanı olarak katıldım. Bizim birliğimizin başında Kamalı Efe vardı. Bizim çete Aydın cephesini oluşturuyordu. Çok zorluk ve yokluklar altında savaştık . Milli Ordu kurulunca 6. Fırka 52. Alay 2. Tabur emrine ağır makinalı tüfek Bölük Komutanı olarak katıldım. Çok zor şartlar altında savaştık ama İzmir’e ilk girenlerden olduk. Lozan Barışına kadar birliğimle İzmir’de kaldım. Savaş sonunda para ve İstiklal Madalyası ile taltif edildim. Lozan Barışı yapılınca terhis oldum, Eğirdir’e döndüm. 36 yıl severek memleketime hizmet ettikten sonra 1946 da emekli oldum. Altı erkek çocuğuma yüksek tahsil yaptırdım. Onların Hakim-Avukat, Albay veteriner-Diş Hekimi, Öğretmen-Müfettiş, Cumhuriyet Savcısı-Kaymakam olarak Devletimize hizmet etmelerini sağladım.

    Memleket meseleleriyle sürekli ilgilendim. Eğirdir Gölsesi gazetesinin Yazı İşleri Müdürlüğünü yıllarca yaptım. Gazetede tarihi, turizm ve yurt sorunlarıyla ilgili yazılar yazdım. Bu arada bağ ve bahçelerimde sebze ve meyve yetiştirdim. 01 08.1980 ”

    Etem Kartal 31 Mart 1989 Cuma günü saat 9.00 da İzmir Karşıyaka’da vefat etti.1 Nisan 1989 Cumartesi günü askeri törenle Eğirdir mezarlığına defnedildi.

      Bu bilgileri bize oğlu İlköğretim Müfettişi Mehmet Yılmaz Kartal verdi.

 

 

ETLİ MEYVE YEMEKLERİ

 

    Kayısı, ayva, erik içine et katılarak pişirilir. Fas’ta da  etli  aynı  yemeklerin pişirildiği kaynaklarda vardır. İhtimalle Osmanlı döneminde bu yörelerden toplanıp oraya giden leventler, bu kültürü götürmüş olabilirler.

 

 

ET NASIL ALINIR ?

 

    Eğirdirli eti pişireceği yemeğe göre alır.

    Kuru fasulye, nohut pişirecekse erkeç eti alır, ama kuyruğunu da tat vereceği için içine katar. Dolma yapacaksa, davarın böğür etinden kıyma yaptırır. Bamya pişirecekse, çebiçin, kuzunun kaburga kemiklerinden parça alır. Bütünet  ve kapama yapacaksa erkeçin sırt kürek etiyle beraber kaburgalarını, haşlama yapacaksa boyun ya da kürek kemiği etinden parça almaya dikkat eder. Yağlı et istiyorsa kısır keçiyi tercih eder.

 

 

EURYMEDON  

 

    Aksu ırmağının antik adıdır. Gür su, bol su anlamları taşır. Bu suya Zindan deresi de derler. Zindan mağarasının önündeki açık hava mabedinde mermerden bir Eurymedon Tanrısı heykeli bulunmuştur. Isparta müzesindedir. Zindan önündeki köprünün kilit taşında kabartması bulunan Eurymedon başı tahrip edilmiştir. Nisan 1938 tarih 49 sayılı Ün dergisinde kırılmadan önceki fotoğrafı vardır.

 

 

EYNEL

 

    Bağ  belinde  bir sıra işçinin iş gördüğü alandır. Diyelim; on belci yanyana durup hendek kıyısından öbür hendeğe kadar arka arka belleyerek işi bitirirlerse bir eynellik iş yapmış olurlar.